..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Beklenmedik > CANER TEK




6 Ağustos 2008
Ayışığı  
Ümit, Sevgi....

CANER TEK


Yaşam Sevincinin Hiç Bitmediği, Sevginin Her Zaman Varolduğu Bir Dünya İçin


:BCHH:
Sabahın ilk ışıkları perdenin arkasındaki loş odayı aydınlatmaya başlamıştı. Kuşların seslerini uykulu gözlerini aralarken duymaya başladı. Doğa canlanırken, orta yaşlı adam tersine yatağına gömülmeye çalışıyordu. Yarı uyanık yarı uykulu isteksiz bir şekilde yatağında doğrulmaya başladı. Yılların verdiği yorgunluk üzerine çökmüştü. Tek kişilik hayatın da verdiği isteksizlikle bir türlü yataktan kalkıp yeni bir güne başlamak istemiyordu. Ama kuşlar sanki nazire yaparcasına daha canlı ötüyorlardı, pencerenin önüne gelmiş hep bir ağızdan öter gibi seslerini duyabiliyordu. Yatağının içinde bir o tarafa bir tarafa döndü ama olmadı. Sonunda homurdanarak büyük bir isteksizlikle yataktan doğruldu. Aslında hayatı, yaşamayı seven bir insandı geçmişinde. Ama bu yalnızlık artık onu daha fazla yıpratıyordu, hayattan uzaklaştırıyordu.
Yatak odasından banyoya doğru yol almaya koyulduğunda, ayakları onu yatağına doğru sürüklemeye çalışıyordu. Ama artık yapacak bir şey yoktu, kalkmıştı. Her sabah yaptığı gibi banyoda yüzünü yıkadıktan sonra yalnız yapacağı kahvaltısını hazırlamak için mutfağa yöneldi. Sabah çayını demlemek için demliğe uzandığında dünkü çayının durduğunu gördü. İçinde söylenmeye başladı. Bu yaşa gelmiş, bunca yıldır yalnız yaşamasına rağmen hala tek kişilik çay demlemesini öğrenememişti. Yavaş hareketlerle demliği boşalttı, yıkadı yeni çayını demlemek için suyun kaynaması i,çin ocağı yaktı, demliği ocağın üzerine koyduktan sonra üzerini değişmek için yatak odasına yöneldi.
Her sabah aynı şey diye düşündü içinden “ ne giyeceğim bugün?” Büyük bir bıkkınlıkla dolabında eline geçen bir şeyler giyindi, önündeki uzun günü geçirmek için. Kendimi kime beğendireceğim ki diye düşünüyor, kötü giyinsem ne olur, kim var hayatımda diye söyleniyordu. Bu arada mutfaktan gelen suyun kaynama sesi ile hızlı adımlarla mutfağa yöneldi. Çaydanlıktaki suya çayını koydu ve demlenmeye bıraktı. Mutfak masasının üstüne kahvaltılıklarını yerleştirmeye başladı, özensiz, öylesine. Hayatın ona oynadığı oyunların yenisi başlayacağını düşünüyordu bu yeni gelen günle. Bu mutsuzluk ve yalnızlığın verdiği olumsuzluklarla masasını hazırladı.
Sigara yakmak için pakete uzandı, bir sigara yakıp çay demlenene kadar oturayım diye düşündü. Ama birden vazgeçti, önce bir şeyler atıştırayım sonra çayımla balkonda içerim dedi kendi kendine. Mutfak tezgâhının üstündeki raflardan birine uzandı ve içinden Ajda bardağını alıp bir bardak demli çay koydu. Sabahları kahvaltısında demli, keyif çayını ise açık içerdi. Yılların getirdiği bir alışkanlıktı işte. Hızlıca kahvaltısını yaptı sanki bir yere yetişecekmiş gibi. Kendisi için yapılması gereken bir görevdi bu. Tadı tuzu olmayan, sadece bedenini ayakta tutmak için yapılması gereken bir görev. Daha sonra açık çayını bardağına doldurup, sandalyesini de alıp balkona yöneldi, bir sigara yaktı önünde uzanan müthiş manzaraya doğru. Ama orta yaşlı adamının gözleri bu boşluğa öylesine bakıyordu, boş gözlerle, anlamsız, hayattan bir beklentisi olmadan. Ama karşısında duran manzara büyük bir sanatçının elinden çıkmış tablo gibi gözlerinin önünde idi. Elindeki çayı ve sigarası ile çooook uzak yıllara ve diyarlara daldı. Yalnızlığın verdiği hüzünle boşluktan başka bir şey görmüyordu. Ne kadar zaman o şekilde kaldığını hatırladığında bunu kendisine yanan sigarası elini yakarak hatırlattı. Acı ile elinden fırlatıp attı ani bir refleks ile sigarayı söylenerek. Bir bardak açık çay daha aldı, bir sigara daha yaktı, biraz önce içemediği sigaranın acısını çıkarırcasına çayı ile birlikte içti. İçeri girdiğinde ne yapacağını bilemeyen bir insan edası ile bir müddet öylece etrafa baktı. Bir iş aradı kendine evin içinde, kendini oyalayacak. Bulamadı. Bahçeli evinin avlusuna çıktı. Etrafa bakındı ama orada da kendisini mutlu edecek bir şey bulamadı. Çaresiz, üzgün, mutsuz ve yalnız evine girdi tekrar. Yapacak bir şey yok dedi içinden, köye gidecekti, her gün yaptığı gibi.
Evin avlusundan çıkarak karşısında duran deniz siluetine doğru yokuş aşağı yürümeye başladı. Yıllar önce hayatın kendisine oynadığı o talihsiz olay sonunda, bu yaşa kadar yalnız, ailesinden mahrum kaldığı günlerin sonunda arabasına binip İstanbul’un o karmaşıklığını gerisinde bırakıp, hiç durmadan bilinçsizce gidebildiği kadar gitmiş, yorulduğu yerde durmuştu gecenin bir vaktinde. Aracında uyumuş sabah kalktığında kendini Ege’nin bir sahil köyünde bulmuştu. Küçük, sakin bu köy, dağların dik yamaçlarının arasına saklanmış bir koyun içinde idi. Masmavi denizi bir tablo gibi karşısında gördüğünde vurulmuştu bu yere. Tamam, buraya kadarmış deyip artık ömrünün sonunu burada beklemeye karar vermişti. O gün bu gündür hiç köyden dışarı çıkmamış, mazbut yeni yaşamına burada başlamıştı, yalnız, mutsuz ve ümitsiz.
Yokuşun sonunda düzlüğe indiğinde köy meydanını dükkânlarını yeni yeni açan esnafa selam vererek geçti. Eski bir Rum yapısı olan büyük, tek katlı, taş kahvehaneye doğru yöneldi. İlk geldiği yıllarda binanın tarihini sormuş aldığı cevap kendisini tatmin etmemişti. Köylü;
“ Biz kendimizi bildik bileli bu bina burada durur” demişti.
Yavaş ve kararlı adımlarla kahvehaneden içeri attı kendini. Her sabah oturduğu masaya doğru yöneldi. Eski ahşap masa ve sandalyenin yanına geldi, sırtını duvara dönüp yüzü kapıya yönelmiş bir şekilde oturdu, sandalyeden gelen cıyırtı dolu seslerle birlikte. Kahvehanenin sahibi, adamın geldiğini gördüğünde hazırlamaya başlamıştı bile sabah kahvesini. Şişman, babacan bir adamdı kahveci, Hulusi Kentmen havasında. Uzun palabıyıklı, göbekli ve beyaz önlüklü. Çırak usulca gazetelerini getirdi adamın. Biraz korku birazda saygı ile masanın üstüne bıraktı gazeteleri. Ses çıkarmamaya çalışarak uzaklaştı. Kahvehaneci şişman adam tıpkı çırağı gibi saygıyla kahvesini getirdi, büyük bir özenle masanın üstüne bıraktı, usulca geldiği gibi gitti. Çırağına özellikle vermiyordu kahveyi götürmesi için. Birkaç sefer o getirmiş, artık korkudan mı saygıdan mı bilinmez her seferinde kahveyi dökmüştü. Sonucunda ustasından yediği bir iki şaplak bir şey değildi, orta yaşlı adamın kaşları çatık gözlerinin içine delici şimşek gibi bakışının yanında.
Orta yaşlı adam özenilerek yapılmış köpüklü mis gibi kokan kahvesinden keyifle bir yudum aldı. Ve çırağın masanın üstüne yavaşça ve saygıyla bıraktığı gazetelerden birisini aldı. Doğduğu, uzun yıllar başarı ile yaşadığı yerlerden çok uzaklarda, her şeyden elini eteğini çekse dahi yine de dünyadan ve ülkesinden haber almadan yapamıyordu. Dünya ve ülkesi çok hızlı ilerliyor bunları en azından günlük gazeteler ile takip etmeye çalışıyordu.
Geçen yıllar içinde geldiği bu köy, artık bir turizm merkezi olmuştu. Köy olmaktan çıkmıştı ama yerlileri buraya hala kendisi de dâhil köy diyorlardı. İlkbaharın başlaması ile birlikte uzun turizm mevsimi başlıyor ve ekim kasım aylarına kadar devam ediyordu. Binlerce insan eskiden köy olan bu yere akın ediyordu. Bundan çok rahatsızdı hem o hem de köyün yerlileri ama yapacak bir şey yoktu. Eskiden balıkçılıkla geçinin halk artık tüm gelirini turizmden alıyordu. 2–3 katlı eski bahçeli şirin Rum, Osmanlı binalarının çoğunun yerinde betondan yapılmış oteller ve tatil köyleri zehirli bir mantar gibiydiler. Onun düşüncesine göre ilerlemek güzel bir şeydi ama bu bakir yerler bozulmamalıydı. Yerli halkta onun gibi düşünüyordu. Yerli halkı organize etmişti. Ama yapabildiği sadece onları bilinçlendirebilmekti. Başka bir şeye gücü yetmedi. Keşke ilk geldiği günkü gibi kalabilseydi bu şirin köy. Ama olan olmuştu bir kere. Sadece bu orta yaşlı adamın oturduğu evin bulunduğu çevre kurtarılabilmişti. Zaten buranın en güzel ve çekici yeri de burası idi. İyi ki zamanında o evi satın aldım diye düşünürdü aklına geldikçe.
Okuduğu gazetenin üzerinden şöyle bir baktı dışarıya, taş binanın küçük, sık ama yüksek pencerelerinden o günün diğer günlerden daha da sıcak geçeceğini hissedebiliyordu. Dışarısı bu sıcağa rağmen bu saatte kalabalıklaşmaya başlamıştı bile. Yeni turistler geliyor, bir yandan seviniyor köy halkı için bir yandan kızıyordu.
Uzun uzun gazetelerini okudu. Köyün yerlileri bu kadar okuyacak ne bulduğunu merak ederlerdi her seferinde. Orta yaşlı adam gazeteleri okuduktan sonra alırlar kendileri de onun gibi okumaya çalışırlar ama onun kadar okumadan bırakırlardı ellerinden. Sonra ne buluyor da bu kadar okuyor bu gazetelerde diye söylenirlerdi. Bilseler ki bu adamın uzun yıllar ülkenin en büyük, itibarlı şirketlerinde üst düzey yöneticilik yaptığını daha iyi anlayabilirlerdi. O zamanlarda küçük bir köy olduğu için kimse onu tanımamış ve rahatlıkla kendisi unutulana kadar burada yaşamıştı. Şimdi kendisi bile kim olduğunu unutmuştu. Eski kimliğini, kariyerini tamamen geldiği o keşmekeşliğin içinde bırakmıştı.
Son gazetesini de okuduktan sonra büyük bir itina ile okuduklarını düzelterek masaya bıraktı ve usulca ayağa kalktı. Birkaç adımda kahvehanenin kapısına geldi. Derin bir nefes aldı. Ciğerlerini koydan gelen tertemiz mis gibi kokan hava ile doldurdu. Köy esnafı dükkânlarını açmış, temizliklerini yapmış keyif çaylarını içmiş müşteri bekleye başlamıştı. Günün bu saatlerinde pek gelen olmazdı ama adetti işte. Dükkânlar erkenden açılmalıydı, onlarda öyle görmüşlerdi. Etrafı şöyle bir kolaçan ettikten sonra her zaman yaptığı gibi kıyı boyu yürüyüşe çıktı. Dingin denizin kenarında kordon boyunca yürüdü. Balıkçı barınağında bulunan küçük teknelerin yanından geçerken balıktan yeni gelmiş olan Kamil Reise seslendi;
“ Reis, bu akşam soframda rakımın yanına bana ne vereceksin” diyerek.
Kamil Reis büyük bir sevgi ve saygıyla;
“ Tam size göre bir orkinosum var efendim” dedi.
“ Tamam, o zaman, Bekri Babanın yerine bırakı verirsin sana zahmet, ondan alırım” dedi orta yalı adam.
Kamil Reis başını yana eğip onayladı adamın isteğini.
Orta yaşlı adam, tek sohbet ettiği yaşlı, yıllarını lokantacılığa vermiş Bekri Babanın yanında alırdı akşamları soluğu. En rahat ettiği yerdi orası. Hiç bozulmamış, salaş bir balıkçı lokantası idi. Bekri Baba’da yıllarca büyük şehirlerde çalışmış çocuklarını okutmuş evlendirmiş sonra eşini de alıp uzun yıllar önce buraya yerleşmiş bir İstanbullu idi. Oturmasını kalkmasını bilen, ağırbaşlı, sohbetleri sabaha kadar devam eden içtiği, ege rakısının hakkını veren, bundan rahatsız olmadan oturduğu gibi kalkan birisi idi. Mübalede yıllarına kadar gayri Müslim birisi olan Bekri Baba, çok sevdiği bu ülkeyi terk etmemek için dinini değiştirmişti.
Kamil Reis köyün yerlilerinden, dededen babadan kalma mesleğini yapmayı hiç bırakmamış, özüne hep sadık kalmıştı. Kamil Reisin çocukları babalarının artık bu işi bırakmasını, geçimlerini sağlayacak işlerinin olduğunu söylemelerine rağmen inatla hala işine sadık devam ediyordu. Çocukları yeni zaman ayak uydurmuş turizmden oldukça güzel para kazanıyorlardı. Ama o hala ata mesleğine devam ediyordu. Birkaç kişi kalmıştı zaten bu işi yapan. Tüm lokanta ve oteller onun getireceği balıkları bekliyorlardı. Tuttuğu balıklar hemen lokantalara ve otellere gittiği için köy halkı neredeyse balığa hasret kalıyorlardı bazen. Ama Kamil Reis orta yaşlı saygı duyduğu bu adamın her zaman balığını ayırırdı.
Orta Yaşlı adam Kamil Reis’e;
“ Eksik olma Reis, akşam sende gel hem hesaplaşırız, hem de bir kadeh içer rahatlarız” dedi.
Kamil Reis, büyük bir memnuniyetle sesini çıkarmadan güldü ve,
“ Ne demek Beyim, şereftir benim için” dedi.
Orta yaşlı adam yürüyüşüne bir müddet daha devam etti. Ve geldiği yolun tersine dar sokaklardan geçerek köye dönüş yoluna girdi. Sokaklar Arnavut kaldırımlarından yapılmış hali ile hala eskisi gibi duruyordu. Sokak ortaya doğru eğimli yapıldığı için yağmur suları sokakların tam ortasında akardı. Bu nedenle yağmurlu havalarda bile kimsenin ayakları ıslanmazdı. Eskinin insanları her şeyi düşünmüşlerdi ortak yaşam alanları için. Yol boyunca bahçeli evlerin önünden geçerdi, renk renk duvarları olan, çocukların özgürce oynadığı sokaklarda. Sardunyalar bahçe duvarlarında aşağılara doğru sarkmış renk renk bir festival havası verirdi. Bu manzara içinde uzun yürüyüşler yapan adam her geçtiğinde yenilerdi kendini bu güzellikler içinde. Sokakları bir bir geçtikten sonra köylünün deyimiyle köy meydanına, turistlerin deyimiyle şehir merkezine geldi. Bu yürüyüşler ona çok iyi geliyor, kendini daha iyi hissetmesini sağlıyordu. Kafasındaki tüm sorunlar uçup gidiyordu. Dinlenmek için taş kahvehaneye sığındı tekrar. Keyif çayı geldi önüne. Bu sefer taş binanın önünde yüzünü denize doğru dönmüş bir şekilde denizin mavi derinliğini seyre daldı, büyük bir keyifle.
Uzun bir yoldan gelen otobüs köyün meydanına girdi. Kimseyi rahatsız etmemek için yavaş ve ağır bir şekilde. Otobüs firmasının yazıhanesinin önünde durdu tıslama çıkaran seslerle. Otomatik kapıları açıldı aynı anda arka ve önün. Yolcular birer birer inmeye başladılar bu sıcakta yola çıkmanın pişmanlığı yüzlerinde. Her yolcunun bir hikâyesi vardı. Ellerindeki bavullardan belli oluyordu. Yılların verdiği tecrübe ile orta yaşlı adam her yolcu için varsayımlar geçiriyordu içinden.
“ Bu çift tatil için gelmiş belli çantalarından, kesin ucuz bir pansiyon arayacak, önce kahvehanede çay içecek bilgi toplayacaklar, sonra öğrendikleri ile birlikte hedeflerine yol alacaklardı”
“ Bu genç adam buraya iş aramak için gelmiş, elinde bir torbası var”
“ Bu gençler kaçak âşıklar, tereddütlü etrafı inceliyorlar, kamp malzemeleri herhalde sırt çantalarında”
“ Bu inenler otel müşterisi, otelin aracına yöneldiler”
“ Şunlar herhalde topluca burada bir yakınlarında tatillerini geçirmek için gelmişler ailece çoluk çocuk, hallerine bakılırsa otel veya pansiyon müşterisi değiller”
Böyle devam ediyordu orta yaşlı adam inen her yolcu için tahminlerde bulunarak, her gün yaptığı gibi.

Ama bugün bir farlılık vardı. Sonlara doğru inen bir yolcu dikkatini çekti. Otobüsün merdivenlerinden salınarak inen bu kadın içinde uzun zamanlardır hissetmediği bir şey hissettirdi kendine. Adını koyamadığı. Tüm yoğunluğunu o yöne çevirdi fark edilmemeye dikkat ederek. İnce ve bakımlı boynunu bir fular ile süslemiş, derin göğüs dekoltesini kapatması için. Lacivert, dizin biraz altındaki dar kesim eteğinin üstünde deniz mavisi ve beyaz ile karışık bir gömlekle süslemiş narin vücudunu. Gözlerini yakıcı güneş ışınlarından korumak için gözlük takmış. Uzun kestane renkli saçlarını ensesinin üzerinde toplamış ve toka ile taçlandırmış. Ayaklarında spor ünlü bir marka ayakkabı ile giyimini tamamlamış. Üstündekilere uygun renkte el çantası ile muavinden çantasını almak için otobüsün bagaj kapılarını olduğu yöne doğru yürürken bu etkileyici bayanın yürüyüşünde farklı birisi olduğunu anladı. Her hali ile belli ediyordu kendini asaleti. Böyle kişiler ya özel araçları ile gelirler, ya da karşılamaya bir araç gelirdi. Bu bayanı karşılamaya kimse gelmemişti. Ayrıca kadının tedirgin hali orta yaşlı adamı biraz daha meraka salmıştı. Fazla bakıp rahatsız etmek istemeden bakışlarını başka yönlere çevirdi adam. Kadın, küçük bavulunu otobüsü görevlisinden aldıktan sonra etrafına bakınmaya başladığında, adam bakışlarını çoktan başka yönlere çevirmişti bile.
Genç kadın nereye gideceğini bilemeyen, şaşkın bir ifade ile etrafı dikkatlice süzmeye başladı. Böyle bir yerde nereye gideceğini nereden öğreneceğini düşünüyordu. Büyük şehirlerde, yurt dışında yaşamış bir insan olarak gayet rahat ve kendine güvenen bir tavrı vardı üzerinde. Bavulunun çekme kolundan tutarak tekerlekleri üzerinde hareket ettirmeye başladı içinde fazla eşyası olmayan el bavulunu. Bu arada da kendine zaman kazanmaya çalışıyordu nereye gideceğini öğrenmek için. Adam ara sıra bakışlarını genç kadına çeviriyor, gayrı ihtiyari bakış atmaya çalışıyordu. Sanki onu gözlemlemiyormuş gibi. O da kahvehanedeki herhangi biri idi işte. Ama baktığında dikkat çekiyordu giyinişi, oturuşu ile. Farklılık apaçık ortada idi, ne kadar kendini gizlemeye çalışsa da.
Kadın içinden kendi kendine konuşuyordu.
“ Kime sorsam, nereye sorsam acaba” diye düşünürken.
“ Evet” dedi içinden,
Böyle küçük yerlerde her şeyi toplu oturulan yerlerde bilen muhakkak olur düşüncesi ile karşısında duran büyük, eski ve kalabalık taş kahvehaneye yöneldi. Kahvehanenin sahibi aradığını muhakkak bilir düşüncesi ile.
Adam kadını kahvehaneye doğru yöneldiğini görünce nedense tedirgin oldu. Oturduğu yerde gözükmeye çalıştı. Seyretmek çok daha iyiydi. Alışmıştı yılların verdiği monotonluğa. Kimse gelip ona bir şey sormamıştı. Ama yine de tedirgin oldu. Tüm bu düşünceler içindeyken genç kadın taş kahvehanenin yüksek, ahşap girişinden içeri süzüldü elindeki bavulu ile. Adam artık oralı değildi. Kahvehanenin sahibi ile bir şeyler konuştu. Adam kahvehanenin küçük penceresinden rahatlıkla görebiliyordu onları. Şişman babacan adam her zaman ki tavırları ile genç kadının önünde kibar olmaya çalışıyordu cüssesinin tersine. Kahvehaneci bir şeyler konuştuktan sonra işaret parmağı ile pencerenin önünde oturan orta yaşlı adamı gösterdi. Bir anda orta yaşlı adamın tüyleri diken diken oldu. Terledi oturduğu yerde. Neler oluyordu kendisine böyle. Tecrübeli, yaşının verdiği kendine güven birden gitmişti. Tuhaf hissediyordu kendini. İletişimi kuvvetli, toplum içinde sosyal adam gitmiş kendine güveni olmayan adam gelmişti birden bire. Genç kadın adamın olduğu yöne yürümeye başladığında adam hiçbir şey olmamış, konuşmaları görmemiş gibi davranmaya çalışıyordu. Kendi kendine toplan dedi. İçinden şöyle bir silkelendi.
“Acaba beni bir yerden tanıyor muydu?
Nerden çıktı bu kadın şimdi,
eski çalıştığı firmalardan birimi acaba?” diye kendi kendine konuşuyordu.
Huzursuzlandı. Bir an önce uzaklaşmak istedi. Kendini sığınağı, evine atmak istedi. Genç kadının içeriden adamın yanına gelmesi arasında geçen bu zaman o kadar uzun gelmişti ki. Adam ayaklandı hiçbir şeyden habersiz gibi tam yürüyecekti ki, genç kadın;
“ Affedersiniz” dedi.
Kendisi gibi oldukça narin bir sesti. Kibar ve nağmeli bir tonla kendisine seslenmişti genç bayan. Ona seslenildiğini duymazdan gelircesine oralı olmadı. Bir adım attı
“ Affedersiniz, Muhlis Bey” dedi genç kadın.
Adam sanki kazık yutmuşçasına dimdik kalakaldı. Arkasına döndü. Genç kadına, eski günlerinde çalıştığı şirketlerde personeline davrandığı sert ifade ile
“ Evet, benim, nasıl yardımcı olabilirim” dedi.
Genç kadın beklemediği bu tavır karşısında, dudaklarını araladı bir şeyler söylemek istedi ama beceremedi. Kendini toparladı birkaç saniye duraksamadan sonra. Oldukça heyecanlıydı. Yılların tecrübesi ile adam karşısındaki genç kadının duraksamasından artık baskın olduğunu bilerek,
“ Evet, hanımefendi sizi dinliyorum” diyerek kendisini genç kadın karşısında daha bir güçlü kılarak, bu sefer kadına doğru bir adım attı. Genç kadın, biraz sıcaktan birazda karşısındaki sert mizaçlı, ters görünümlü adamdan olsa gerek terden bayılmak üzere hissetti kendini. Toparlandı ve
“ Kusura bakmayın oldukça uzun bir yoldan geliyorum yorgun ve uykusuzum, biraz oturabilir miyiz? “ deyip teslim oldu. Yorgunluktan bu güzel vücudu taşıyamıyordu. Ayakları uzun ve sıkıcı otobüs yolculuğunda sonra şişmişti. Geldiği ülkede ne kadar güzeldi, her yere uçakla gidebiliyordu. Kısa mesafelerde tercih ediyordu karayolunu.
Hemen oracıkta boş olan ahşap sandalyeye dayanarak oturdu. Bavulunu yanına çekti, kahveci çırağını oldukça nazik bir el hareketi ile yanına çağırdı. Çırak adamın da orada olduğunu görünce daha da hızlı bir şekilde genç kadının yanına geldi, ellerini önünde bağladı,
“ Emret abla” dedi gözlerini yerden bir saniye bile kaldırmadan.
“ Bana soğuk bir su, siz bir şey içer miydiniz?” diye sordu adama.
Adam,
“ Şu sizin meşhur limonatadan getir bayana, bana da bir çay, hadi acele et”
“ Suyu üzerine içersiniz, limonata sizi rahatlatır” dedi adam. Genç kadın hiç itiraz etmedi, zaten edecek de hali yoktu.
“ Dinliyorum hanımefendi, buralarda beni pek ismimle kimse çağırmaz, zaten pek kimsede bilmez birkaç yakın dostum haricinde, ismimi nereden biliyorsunuz ve beni niçin arıyorsunuz” diyen adamın karşısında zaten düşüp bayılmak üzere olan genç kadın iyiden iyiye zor biri olduğunun farkına vardı.
“ Müsaade ederseniz biraz nefesleneyim, inanın oldukça uzun bir yoldan geliyorum, ben pek uzun karayolu yolculuklarına alışkın değilim. Neden geldiğimi ve sizi neden aradığımı da duyunca sizde şaşıracaksınız ama biraz müsaade lütfen” diyen genç kadının şivesinden uzun süredir yurt dışında olduğunu anladı adam. O da uzun yıllar yurt dışında okumuş, mastır yapmıştı. Bir an o yılları özlediğini düşündü. Bu şaşkın ve yorgun genç kadını daha da fazla sıkıştırmak gelmedi içinden gelen bir yakınlık hissi ile. Yüzünde hafif bir gülümseme ile genç kadına “ tamam, beklerim” demek istedi. Bu yüz ifadesi ile birlikte oldukça rahatlayan genç kadın sırtını hiçte rahat olmayan ahşap sandalyeye dayadı. Ve derin bir nefes aldı. Denizden gelen esinti ile sırtına yapışan gömleğinin terden sırılsıklam olduğunu fark etti. Ama oldukça rahatlamıştı. Bu küçük Anadolu kasabasında, geldiği uzun yoldan sonra aradığını da bulmuş ve yıllardır süren arayışı sonunda bitmişti. Ama asıl bundan sonrası zor olacak gibi gözüküyordu. Karşısında sert, kibirli, kendine fazlası ile güvenen ihtiyar keçi duruyordu. Nasılsa biraz zaman kazanmıştı, bunun tadını çıkarırcasına gelen limonatanın tadına da vararak bir dikişte içti.
“ Harika, bir tanede daha içebilir miyim ?” dedikten sonra adam çırağı takip etti, göz göze geldikleri anda eliyle bir tane daha işareti yaptı. Çırak koşarak ocağın altındaki buzdolabından ustasını yıllardır özenle hazırlayıp müşterilerine ikram ettiği o meşhur limonatasında bir bardak daha aldı ve bayan hızlı adımlarla getirdi, masaya bıraktı.
“ Yalnız yavaş için oldukça soğuktur limonata, rahatsız eder.” Dedi.
Genç kadın adamın bu konuşmaları ile daha da rahatlamış bir şekilde,
“ Tamam, teşekkür ederim” deyip hafif bir gülümseme ile adama baktı.
Hiç konuşmadan geçen kısa bir sessizlikten sonra genç kadın,
“İsminizi nereden bildiğimi, neden sizi aradığımı merak ediyorsunuz biliyorum. Öncelikle kendimi size tanıtayım. Adım Sinemis. Buradaki tanıdıklarım Sinem der. Uzun yıllardır İngiltere’deyim. Uluslararası İlişkileri bitirdim ve mastır yaptım. Üniversitede kalmayı tercih ettim Öğretim Görevlisi olarak çalışıyorum. Sizinle aynı bölüm mezunuyuz. Ama dediğim gibi ben Üniversitede kalmayı tercih ettim sizden farklı olarak” dedi gülümseyerek.
Adam, tüm bu detayları nereden bildiğini merak ettiği halde genç kadının sözünü hiç kesmeden sabırla dinlemeye devam etti ama şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Yıllar sonra genç bir bayan sığındığı bu küçük köye gelmiş ve hayatı ile ilgili detayları yavaş yavaş yüzüne okuyordu. Tanımadığı, hayatı boyunca hiç görmediği ismini bile duymadığı bu genç kadının kim olduğunun merakı kendisini daha da bilinmeze sürüklüyordu. Konuşmasına devam etti genç kadın limonatasında bir yudum daha alarak.
“ Aslında yılda bir kez geliyordum, o da tatillerde. Bir hafta kalıp dönüyordum. Ama bu sefer tatilimi sizi bulmak ve tanışmak için kullanıyorum.”
“ Peki, sizin yaşınızdaki biri beni nereden tanıyabilir, ben yıllardır bu küçük köyden dışarı bile çıkmadım ve sonra beni nasıl buldunuz” dedi. Adamın kafasında o kadar soru vardı ki hangisini soracağını bilemiyordu. Kimdi, nerden tanıyordu onu, bu kadar detayı kimden öğrenmişti ve en önemlisi yıllardır burada olmasına rağmen onu nasıl bulmuştu.
“ Biliyorum merak ediyorsunuz, aklınızdaki tüm soruları tek tek cevaplayacağım, ama öncelikle benim kalacak bir yer bulmam lazım, yardımcı olur musunuz? Diyen genç kadın bardağındaki son yudumu da aldı ve adamın yüzüne sempatik bir tavırla gülmeye başladı.
Sabah kalktığında hiçbir amacı olmayan bir güne başlamış, ne yapacağını bilemeden iş aramış, o saate kadar her gün yaptıklarını tekrarlamıştı. Ama hayatında hiç hesap etmediği bir anda karşısına sempatik güzel, alımlı bir genç kadın çıkmıştı. Biraz korku biraz merak içindeydi. Korkusu, düzeninin bozulacak olması idi. Merakı ise kimdi bu?
“ Bakın sizi burada otellere yerleştirebilirim, bu köyün pansiyonları da oldukça rahattır, oralarda da yer bulabiliriz. Ama mademki beni bu kadar yakından tanıyor ve beni o kadar uzun yollardan aramaya ve bulmaya gelmişsiniz o zaman benim misafirim olun. Evim oldukça büyüktür. Tek başına yaşayan birisiyim. Geniş ve rahatça sohbet edebiliriz. Siz anlatmak istediklerinizi anlatır bende merakımı yenerim. Anladığım kadarıyla zamanınız var, hem de tatil yapma düşüncesindesiniz. Yanılıyor muyum?” dedi adam.
“ Sizi rahatsız etmeyeyim” dedi yarı istekli bir şekilde.
“ Buyurun gidelim” dedi adam.
Beraberce kalktılar. Genç kadın bavulunun çekme kolundan tutarak tekerlekli bavula peşi sıra yürütmeye başladı. Adam kahvehaneciye doğru bakıp hesapları ne yapman gerektiğini biliyorsun dercesine kafası ile selam verdi ve taş kahvehanenin önünden yukarı doğru yürümeye başladılar beraberce. Hafif bir rampa ile köyün yukarısına doğru yol almaya başladılar. Genç kadın içinden dilerim ki ev çok uzak değildir diye geçiriyordu. Adam ise bu genç ve güzel bayanı hangi odada misafir etsem diye düşünerek yürüdüler bir müddet. Bavulun tekerlekleri Arnavut kaldırımı taşlarının arasında zıplaya zıplaya giderken seyyar satıcıların bile abrasını çıkarmadığı gürültüyü çıkarıyordu. Kahvehanede ise meraklı bakışlar bir müddet arkalarında bakmış kim bu genç kadın diye kendi aralarında konuşmuşlardı. Farklı farklı yorumlar çıkmıştı. Ta ki kahvehanecinin “kesin” demesine kadar.
“Kimse kim, size ne yahu. Adam anlatmak isterse öğrenirsiniz ne dedikodu yapıyorsunuz, yakışıyor mu size. Önünüzdeki çayları için.” Diyerek kısa bir fırça atmıştı orada bulunanlara.
Bu arada ikisi evin beyaz kireçle boyalı, yüksek duvarlarının önüne gelmişlerdi. Duvarlardan aşağı sarkan sardunyalara bayılmıştı genç kadın. Bahçenin içine Demir kapıyı açarak adım attılar. Geniş bir avlu karşılamıştı onları. Taş döşeli yerler tertemiz, bakımlı bir bahçeye sahipti bu evin tek başına yaşayan yalnız bir adama ait olduğuna bir an inanmak istemedi genç kadın.
Yüksek, işlemeli ahşap kapının açılması ile birlikte bu eski yapının içinden kendini rahatlatan bir serinlik geldi genç kadının yüzüne doğru. Bekâr orta yaşlı bir adamın evine girerken hiç bu kadar temiz bir evle karşılaşacağını tahmin etmemişti. Her yer düzenli, tertipli idi. Kendi evi bile bu kadar tertipli değildi genç kadının. İçinden herhalde bir sevgilisi veya bir yardımcısı vardır diye düşünürken adam,
“ evin yatak odaları yukarıda, ben yalnız yaşadığım için bu zaman kadar hiç kalan olmadı, dilerim rahat edersiniz” dedikten sonra ikinci kata dönerek çıkan merdivenlere yöneldi adam, genç kadında peşinden. Evin içindeki serinlikle birlikte bu ahşap evde oldukça rahatlamıştı. Hiç bu zaman kadar böyle bir yerde kalmadığını düşünürken merdivenleri çıkmışlardı. Merdivenin hemen başındaki odanın büyük ve işlemeli kapısını gıcırtı ile açtı adam ve geri çekildi.
“Buyurun burada rahat edeceğinizi düşünüyorum. Geniş ve rahat bir odadır” dedi. Genç kadın bavulu ile adamın kendisine yol vermesi ile odanın içine girdi. Biraz yürüdü odanın ortasına geldiğinde harikulade deniz manzarasını gördü pencereden. Farkında olmadan çıkardığı ince bir çığlıkla pencereye yöneldi.
“Muazzam, ben böyle bir manzara görmedim” diyebildi sadece. Odanın balkonunun kapısını açtı ve balkona çıktı. Derin bir nefes aldı. Denizden gelen kokuyu içine çekti. Bahçedeki çiçekleri seyrederken Muhlis Bey’in sesi ile irkildi birden.
“ Siz yerleşin, duş alıp rahatlamak isterseniz şu kapının arkasında banyo var” dedi odadaki kapalı olan kapıyı göstererek.
“ Ben aşağı iniyorum, işiniz bitince gelirsiniz” dedi ve yavaşça kapıyı çekerek çıktı.



Bekri Babanın salaş meyhanesinde akşama gelecek müşterilerin hazırlığı devam ediyordu. Masalar hazırlanmaya başlamış, yemekler pişiyordu. Mezeleri ile ünlü Bekri Baba hazırlanan mezeleri kontrol ediyor bir yandan, bir yandan da akşama gelecek sevgili dostunun balığını hazırlıyordu. Derken telefonun sesini duydu. Siyah, çevirmeli telefonu eline aldı Rum şivesi ile
“ Alo, buyurun” dedi.
Karşısında dostu, arkadaşı, sırdaşı Muhlis Bey’in sesini duyunca bir an şaşırdı. Muhlis Bey bu zamana kadar hiç telefon açmamıştı.
“ Hayırdır, bir terslik yok değil mi?” dedikten sonra,
“ Yok, yok bir şey. Akşama uzaklardan gelen bir misafirim var, uzun bir gece olacak sen bana iki kişilik sakin bir yer hazırla. Benim balığı da ona göre yaparsın” dedi.
Rahatlayan Bekri,
“ Tabi, ne demek, olmuş bil” deyip telefonu kapattı. Ama şaşkındı. Yıllardır tanırdı Muhlis Bey’i hiç misafiri gelmemişti. Hatta daha dün akşam beraber oturmuşlar bahsetmemişti kendisine. Bir merak sardı Bekri’yi. Hayırdır inşallah dedi içinden. Dilerim bir terslik yoktur diyerek işinin başına döndü, meyhanedeki çocuklara fırça atarak.
“Ulan hala öğrenemediniz bre bir masa kurmasını” deyip kendisi işe el attı.



Muhlis Bey, evinin içinde bu zaman kadar yalnız yaşadığı için her şeyi tek kişilikti. Eksiklerinin olup olmadığını kontrol ediyordu. Mutfaktaki eski buzdolabını açıp içindekileri kontrol etti. Eksikleri bir kâğıda not etti. Mutfak tezgâhını açtı, o zaman kadar hiç kullanmadığı tabakları şöyle bir sudan geçerdi. Bardakları kontrol etti. Her şeyin tamam olduğuna kanaat getirdikten sonra mutfak kapısından balkona doğru çıktı ve bir sigara yaktı. Kafasının içindeki cevaplanması gereken sorularla birlikte misafirini beklemeye başladı.
Genç kadın, bavulunu boşaltmış, ahşap dolaplara yerleştirmişti. Daha sonra duşunu almış ve geniş, pirinç yatağa uzanmış dinlenmeye geçmişti. Bu arada Muhlis Bey’e anlatacaklarını kafasında toparlamaya çalışıyordu. Uzun geçen bu yolun yorgunluğu kolay kolay geçmeyecek gibiydi. Tüm bunları düşünürken kendine geçmiş ve tatlı bir uykuya dalmıştı. Dışarıdaki kuşların ve doğanın sesini rüyasında dinliyordu. Çok uzun zamandır hiç bu kadar kendisini rahat hissetmemişti. İlk kez tanıştığı bu adamın evinde bu kadar rahat edeceğini hiç düşünmemişti. Tatlı uykusu devam ederken birden uyandı. Adamın kendisini beklediği aklına geldi ve suçluluk duygusu ile acele ile yattığı o rahat yataktan kalktı. Saate bir baktı ki akşam olmuş. Büyük bir hızla elbiselerini yerleştirdiği dolaptan üzerine bir şeyler giymeye başladı. Bu arada Muhsin Bey, akşam yemeği için her zaman ki gibi yine özenle giyinmiş, büyük bir sabırla evin balkonunda sürpriz misafirini bekliyordu. Akşamları onun için çok özeldi. Bekri’nin meyhanesine giderken özenle giyinirdi. Genç kadın, merdivenlerden indiğinde Muhlis Bey’i göremedi bir an. Açık olan mutfak kapısında kafasını uzattığında balkonda oturan adamı gördü. Ve fazla ses çıkarmadan oraya doğru yürüdü. Bu arada mutfaktaki tertip ve düzen gözden kaçmıyordu. Birkaç adımda balkonun eşiğine gelmişti.
“Kusura bakmayın lütfen, çok yorulmuşum, öylece uyuya kalmışım, sizi de çok beklettim değil mi?” dedi.
Muhlis Bey,
“ Önemli değil. Rahat edebildiniz umarım”
“ Evet, teşekkür ederim anlayışınıza”
“ O zaman buyurun gidelim, acıkmışsınızdır. Buranın havası insanı acıktırır. Yemek yerken anlatacaklarınızı anlatırsınız. Karşılıklı öğrenmek istediklerimizi öğreniriz.”
“ Ama ben böyle spor giyindim, siz gayet şıksınız, üstüme daha uygun bir şeyler giyeyim öyle çıkalım”
“ Nasıl rahat edecekseniz öyle giyinin. Gideceğimiz yer oldukça rahat bir mekân. Hatta böyle daha fazla rahat edersiniz. Bakmayın eski alışkanlık benim ki. Siz gençler bu şekilde daha rahat edersiniz.” Dedi.
Karşısındaki adamın kararlılığı ile sesini çıkarmadı. Sadece,
“ Tamam, o zaman” diyebildi.



Köyün turist kalabalığının içinden yapılan bir yürüyüşten sonra Bekri’nin yerine yaklaştılar. Bu saatlerde köyün meydanı hıncahınç dolduğu için yürümek büyük bir dertti. Köy meydanı boyunca köylülerin açmış oldukları küçük dükkânlarda el sanatı hediyelikler, mahalli tatlılar, börekler akla gelmeyen birçok şey satılırdı. Bu nedenle bu saatler kalabalıktı. Kalabalığı yararak içinden geçtiler. Ve Bekri Baba’nın Meyhanesinin önüne geldiler. Akşamları denizin kenarına masalar atıldığı için manzaralı bir yer bulmak hep sıkıntı olurdu. Bu nedenle birçok müşteri boşalacak masa beklerdi. Meşhur Bekri’nin mezelerini rakı ile şenlendirmek için müşteriler sıraya girerlerdi. Ama Sinemis şanslı idi. Masaları önceden ayrılmış ve en güzel manzaralı yer seçilmişti. Muhlis Bey’in geldiğini gören garsonlar büyük bir saygı ile Muhlis Bey’i restorandın kapısında karşılamışlar ve masasına doğru yol göstermişlerdi. Bu ilgi karşısında genç kadın şaşırmıştı. Oturacakları masaya geldiklerinde Muhlis Bey büyük bir incelikle genç bayanın oturması için sandalyeyi masadan ayırmış ve genç bayanın oturmasını beklemişti. Genç kadın bu nazik davranış karşısında sadece teşekkür edebilmişti yüzü kızararak. Muhlis Bey masanın etrafında dönerek genç kadını karşına oturup,
“ Hoş geldiniz tekrar” dedikten sonra bu mekânı kısaca genç kadına tanıttı.
“ Burada oldukça seviliyorsunuz ve saygı görüyorsunuz, ne güzel”
“ Uzun yıllardır buradayım genç bayan. Onlar benim artık dostlarım, arkadaşlarım, her şeyim. Sevgilerine hep sevgiyle karşılık verdim. Onlardan biri olmaya çalıştım, onlarda beni içlerine kabul ettiler. Ama geçmişimden hiçbir şey bilmediler. Beni buradaki ben olarak bildiler. Geçmişimi hiç sormadılar, sorgulamadılar. Bu nedenle burada hep rahat ettim, hiç ayrılmadım.
Evet, Burası bir meyhane gördüğünüz gibi. Hem de oldukça ünlü bir yerdir. Bekri’nin mezeleri için ta Yunanistan’dan buraya günü birliğine gelirler. Yasaklanana kadar Bekri rakısını da kendisi yaparmış, müşterilerine vermek için. Hala kendi içeceği kadar yapıyor. Bu akşamda belki bize ikram eder soteden.
Balığı ben seçtim kusura bakmazsanız eğer.”
“ Siz buranın adetlerini daha iyi bilirsiniz, ama bu zamana kadar hiç rakı içmedim onu söyleyeyim”
“ Bu konuda içiniz rahat olsun, Bekri bizim için her şeyi ayarlar, biz sohbetimize başlayalım, nedir konu, beni neden ve niçin aradınız ve buldunuz, kimsiniz?”
Adam artık göstermemeye çalıştığı merakını sözlere dökerek beyan etmişti. Bilinmezlik akşama kadar içini kemirmişti.
Masanın düzenlenmesini kadim dostu Bekri üstlenmişti. Bu arada gelip giderken bir iki laf da duyarım beklentisi içinde. Meşhur mezeler masanın üstüne süslemeye başlamış her biri ayrı bir güzellikte ve tatta, yenmeyi bekliyordu. Bekri her zaman ki ustalığını döktürmüştü. Egenin o eşsiz zeytinyağlı harika tatları masanın üzerinde duruyordu. Genç kadın bu zamana kadar ilk kez böyle mezeler görüyordu. Küçük, beyaz kâselerin içinde duran mezeler masanın üstünde sanat tablosu edası ile yayılmıştı. Bir müddet sonra Bekri kendi yaptığı ev yapımı rakısını da karafakide masaya bıraktıktan sonra bir şeyler duyamamanın üzüntüsü ile uzaklaştı. Muhlis Bey büyük bir zevk ile ince rakı bardaklarına rakıları doldurdu. Bu işten büyük bir zevk aldığı yüzündeki ifadeden belli idi. Servis tamamlanmıştı, genç kadının gözlerinin içine bakarak,
“ Şerefinize” deyip rakı bardağını kaldırdı. Karşısındaki genç bayanda onun yaptığı gibi bardağını eline aldı, hafif bir çınlama sesi ile rakılardan birer yudum alındıktan sonra Muhlis Bey,
“Buyurun hanımefendi şimdi sizi dinliyorum” dedi.
“ Muhlis Bey, öncelikle beni bu şekilde ağırladığınız için çok teşekkür ederim. Ben böyle bir misafirperverlik beklemiyordum. Sizin hakkınızda duyduğum inatçı, ters, aksi adam laflarına hiç uymuyorsunuz. Açıkçası tedirgin bir şekilde geldiğim bu küçük köyde bu zamana kadar geçirdiğim en güzel zamanları yaşıyorum.
Buraya geldiğimden bu yana nereden başlasam diye çok uzun düşündüm. Hatta buraya gelmeden önce bile bu aklımdan çıkmayan bir soru oldu benim için.
Ben ve ailem bahsettiğim gibi uzun yıllardır yurtdışındayız.
Sizi bulmak inanın ki hiç kolay olmadı. Tüm tanıdığım arkadaşlarımı bu iş için seferber ettim. İzinizi son çalıştığınız şirkete kadar izledim. Bu şirketin İngiliz menşeli olması bazı bilgilere ulaşmamamda kolaylık sağladı.
Geçirmiş olduğunuz o talihsiz kazada kaybettiklerinizi duyunca sizi bulma arzum daha da arttı.”
Muhlis Bey içtiği rakının ve karşısındaki bu hoş genç kadının, kendisini geçmişi götürmesi ile eski günlerine döndü birden, o günleri hatırladı. Rakısından bir yudum aldı. Uzun zamandır hatırlamadığı hep unutmaya çalıştığı anıları tazelendi ve duygulandı.
“ Evet, çok talihsiz bir kazaydı, benim dalgınlığımla olan. Bu nedenle kendimi cezalandırmaya karar verdim. Aslında benim de onlarla olmam gerekiyordu. Ama kendimde hiçbir zaman bu cesareti bulamadım. Kazadan sonra her şeyi geride bıraktığım o gece aracımla sonuna kadar bunu denemeye çalıştım ama olmadı.”
“ Yaptığım araştırmada size çarpan aracın sürücüsünün oldukça alkollü olduğu sonraki tespitlerden çıkmış ama”
“ Ne fark eder ki, sevdiklerim gittikten sonra. Onları çıkacağımız geziye ben zorlamıştım. Belki hiç olmayacaktı bu kaza. Bu nedenle hep kendimi suçluyorum. Kızım yaşamış olsaydı sen yaşlarda olacaktı.” dedi gözleri sulanmış bir şekilde. Ama yaş düşmedi gözlerinden. Gözyaşlarını içine akıttığı belli idi adamın yıllardır.
Hafif bir gülümseme geldi genç kadını yüzüne, kabullenir ve onaylarcasına. Sözlerine devam etti.
“ Bu kazayı duyduktan sonra ve kaybettiğiniz değerleri öğrendikten sonra sizi bulma arzusu bende daha da alevlendi. Ve inatla, kararlılıkla devam ettim bu arayışa. Bir gün elime geçen bir gazete kupürü ile azalan ümitlerim birden arttı. Resim ve isim karşılaştırmaları yaptım, benziyordunuz ama yazıda isminiz yoktu. Eski resimlerinizden benzetmeye çalıştım. Bu bölgede çalışan arkadaşlarımın şirket temsilcilerini yönlendirdim. Ve en sonunda doğruluğunu teyit ettikten sonra iznimle birleştirerek yola çıktım. Benim için uzun ve zahmetli olan bu yolun sonuna yaklaşırken sizi bulacağımın heyecanı ile kendimi burada buldum. Bu güzel Ege koyunda.”
Adam hala kim olduğunu öğrenememenin sıkıntısı ile dikkatlice genç kadını dinliyordu, tüm merakına rağmen sözünü kesmeden. Bu arada rakılar bardaklarda dibine yaklaşıyor, yumuşak içimiyle su gibi gidiyordu. İlk kez rakı içen Sinemis bile neredeyse Muhlis Bey’le aynı gidiyordu.
Muhlis Bey,
“ Yalnız biraz yavaş için alışkın değilsiniz, çarpmasın” diye ikaz etti genç kadını birkaç sefer. Gülümsedi her seferinde genç kadın, zafer sarhoşluğu ile. Uzun yıllardır peşinde olduğu adamı bulmuş olmanın sevinci ile.
“ Benim ailem yıllardır değdim gibi yurt dışında. Babam İngiliz annem Türk, çok mutlu, uyumlu bir aile yaşantımız oldu. Çocukluk yıllarım babam ve annem ile huzur içinde geçti. Oxford’u bitirdim çok iyi bir derece ile. Uluslararası İlişkiler Bölümünde kalarak mastır yaptım. Daha sonra orada öğretim görevlisi olarak çalıştım. Sevgili annem beni şirketlerde çalışmam için çok uğraştı, birçok teklif geldi ama annemin değil kendi tercihimi seçtim. Babam benim tercihlerime hiç karışmadı, beni hep kendi ayaklarımın üstünde durmayı öğretti. Yaz aylarında tatilden tatile Türkiye’ye geldik. Türkçemi burada daha da geliştirdim. Tatilde edindiğim arkadaşlarımla Türkiye’deki bağımı hiç koparmadım. Güzel ve sağlam arkadaşlarım oldu. Bazen onlar İngiltere’ye geldi, boşluklarımda ben geldim. Yaşantımız bu şekilde devam ederken annemin o melun hastalığını öğrendik. Zaman içinde gün be gün erimeye başladı, her türlü çare denendi, dünyanın birçok yerinden bilgiler aldık. Yaşamını uzatabildiğimiz kadar uzatmaya çalıştık.
Bir gün beni yanına çağırdı hasta yatağında iken. Babam yanı başında oturmuş beni bekliyorlardı.
Sinemis, dedi kelimeleri ağzında yuvarlayarak. Babanla uzun uzun düşündük. Birazdan sana anlatacaklarımızı söyleyip söylememek arasında gittik geldik. Ama baban bunu öğrenmenin senin en doğal hakkın olduğunu söyledi. Ve bunu sana söylemeye karar verdik. Bundan sonra söyleyeceklerimi hiç kesmeden dinleyeceksin. Belki bunlar benim son sözlerim olacak. Bunu ancak Tanrı bilir. Ama bunları öğrendikten sonra şunu hiçbir zaman unutma ki, biz hep senin iyiliğin için ve senin güzel bir hayat sürmen için uğraştık. Johann’ı çok sevdim. Beni hiç üzmedi, hep sevdi. Ona yüklediğim bu sırrı yıllarca benimle paylaştı. Seni çok sevdi. Beni sevdiğinden bile çok. Hatta bazen kıskandım bile.

Genç kadın bunları anlatırken gözyaşlarına hâkim olamıyor, gözlerinden akan yaşların bile farkına varmadan sözlerine devam ediyordu.

Evet, sevgili kızım, üniversitede okuduğum yıllardı. Türkiye’den bin bir güçlüklerle bu ülkeye gelmiş üniversiteye devam ediyorduk. Benimle birlikte birçok Türk arkadaşımda burada idi. Ailemin mali durumun iyi olması nedeniyle diğer arkadaşlarıma göre biraz daha rahattım. Ama içlerinde biri vardı ki herkesten çok sıkıntı içinde okuyordu. Ona geçen yıllar içinde âşık oldum. Birbirimizi çok sevdik. Ortak ev tuttuk. Aynı okulda aynı bölümde okuduk. Beraber part-time birçok işyerinde çalıştık. Harçlığımızı beraber çıkardık. Hayatımın en güzel yılları idi belki de.

Muhlis Bey’in o yıllar geldi aklına, ama bir türlü bağ kuramıyordu,
“Bende orada okudum” diyebildi sadece.
Genç Kadın gülümsedi sözünün kesilmesine rağmen kaldığı yerden kesmeden devam etti.

“ Ancak ailem hep karşı çıktı. Onlar okulumu bitirip bir an önce yurda dönmemi ve hayatımı kurmamı istiyorlardı. Herhangi bir beraberliğe hep karşı çıktılar. Babam ülkenin önde gelen gazetecilerindendi, bağlantıları çok kuvvetliydi” diye sözlerine devam ederken genç kadın Muhlis Bey birden kimden bahsettiğini anladı. Omuzları düştü, tüyleri diken diken oldu. Sadece ağzından “Tülay” diye fısıltı halinde bir kelime çıktı. Yüzündeki üzüntü ve hasret rahatlıkla okunuyordu. Masayı uzaktan takip eden Bekri bir şeyler olduğunu fark etti ve oturduğu yerden kalkarak kadim dostunu masasına yaklaştı. Adamın yüzü bembeyaz olmuştu. Bekri adamın kulağına doğru eğilerek,
“ İyi misin, bir şey ister misin?” diye sordu. Muhlis Bey’in ağzından sadece
“ Yok, iyiyim sen şu suyu değiştir soğuk bir su getir bana. Yemeği beklet, bu akşam çok uzun sürecek Bekri” diyebildi kısık bir sesle. Ve bir bardak buz gibi suyu bir dikişte içti. Genç kadını sözlerine devam etmesini beklemeye başladı. Bekri
“Küçük hanım siz bir şey ister misiniz?” diye sordu zaman kazanmak için. Genç kadın,
“Hayır, teşekkür ederim her şey çok güzel” dedi yaşlı gözlerle Bekri’ye bakarak. Bekri kafasında bin bir soru ile masadan uzaklaştı ve dostunun isteği soğuk suyu masaya bırakmak için masaya tekrar geri döndü ve gitti.
“ Evet, annemin adı Tülay, Muhlis Bey. İzin verirseniz kaldığım yerden devam edeyim mi? Diyerek onay istedi adamdan. Eskiye, yıllar öncesine dönen Muhlis Bey sadece kafasını oynatabildi genç kadının karşısında.
“ Bu kuvvetli bağlantılar, uzun süren inatlaşmalar sonucunda beni çok sevdiğim adamdan uzaklaştırdı. Okulun son yıllı idi. O da burada benim gibi kalıp çalışmak istiyordu. Türkiye’de zorluklarla okumuş bir ailenin oğlu olarak buraya bursla gelmişti. Çalıştığımız yerlerde sadece evimizin kirasını çıkarabiliyorduk. İnadı yüzünden benim paramı kullanmaya hiç yanaşmadı. Tek kavga sebebimiz buydu beraberliğimiz boyunca. Evet, okulun bitmesi ile o ülkesine dönmeden çalışmak istiyordu. Beraberce kuracağımız yuvamızın hayallerini kuruyorduk. Ancak babam buna müsaade etmedi. Önce sevdiğim adamın bursunu kestirdi, daha sonra çevresini kullanarak hayatım boyunca en çok sevdiğim adamı bu ülkeden göndermeyi başardı. Sınır dışı ettirdi, çalıştığı yerde kaçak çalıştığını ispat ettirerek. Bende onun peşinden gitmek istedim. Ayrıldığımız gün İngiliz Polisi onu benden götürürken sadece bana ‘Seni Çok Seviyorum, inşallah bir gün’ diyebildi. Ağzını kapattılar ve onu sınır dışı ettiler. Ben babamla birlikte orada kaldım. Kaçmaya çalıştım başaramadım. Babam gazetenin İngiltere temsilciliğine başladı, Türkiye’deki kariyerini en üst seviyede bırakarak. Sonra ailemin geri kalanı da geldi.”
Muhlis Bey, genç kadının ağzından çıkan her kelime ile biraz daha geçmişe gidiyor, o yılların verdiği tüm acıyı yüreğinde hissederek yaşıyordu. Genç kadından izin istedi, lavaboya gitmek için. Ağırca masadan kalktı. Yılların tüm yükü omzuna binmişti. Sanki omuzlarında dünyayı taşıyordu. Yavaş ve kısa adımlarla lavaboya yöneldi. Bekri yanına geldi, bir isteği olup olmadığını yineledi ve dostuna,
“ İyi görünmüyorsun, istersen seni eve götüreyim.” Dedi.
Muhlis Bey,
“ Sağ ol Bekri iyiyim. Yılların muhasebesini yapıyoruz” dedi.
“Kim bu genç Bayan Muhlis Bey? Seni bu kadar yıpratan, üzen!”
“ Çok eskilerden bir ziyaretçi Bekri. Ben de tam ne olduğunu bilmiyorum. Ama öğreneceğiz. Müsadenle bir lavaboya geçeyim.” Diyebildi adam.
Muhlis Bey lavaboya girdi, kapıyı arkasında kilitledi. Yıllarca önce ilk kaybettiği aşkı için uzun süredir akmayan gözlerinden yaşları akıttı. Kaybettiği yılları düşündü. Sonra ikinci aşkını bulduğu günler kendisine teselli oldu ama Tülay’ı hayatı boyunca hiç unutmadı. Eşine ondan hiç bahsetmedi. Kendi içinde, kendi kendine yaşadı yıllarca aşkını. Ta ki bir genç kadın gelip yaşadıklarını yüzüne vurana kadar. Hatıraları ve gönlündeki sevgisini düşünerek bir müddet lavaboda bekledi. Yüzünü yıkadı rahatlamak için. Lavabonun kapısını açmak istemedi. Keşke hep burada kalsam diye bir düşünce geçti içinden, acaba daha neler duyacaktı bu genç kadından. Korkuyordu bunan sonrası için. Kaybettiği küçük kızı geldi gözelinin önüne. İçi kıyıldı, bir şeyler akıyordu içinde kendisine acı veren ama durduramıyordu bir türlü. Bu durumda lavabodan dışarı çıktı. Geldiği gibi ağır ve yorgun bir halde masaya döndü.
“ Kusura bakma, anlattıkların beni yıllar önceye götürdü. Sevdiğimi kaybetmenin acısını bir kez daha yaşattın bana” diyerek sitemli sözler etti genç kadına.
“Ben buraya sizi üzmeye, kırmaya, acı çektirmeye gelmedim. Bana yüklenmiş, ölüme yaklaşan bir kadının son isteğini yerine getirmek için karşınızdayım. Bunları duyduğumda bende şok yaşadım. Annemim ilk kez babamı sevdiğini düşünerek geçirdim yıllarca. Onlar benim idollerimdi. Onlar gibi olmak istedim sevdiğim adamla. Hiç acı çektiklerini düşünmek istemedim, düşünmedim de. Çünkü onlar hep mutluydular. Hep mutlu kalacaklardı benim gözümde, o güne kadar, yaşadıklarını öğreninceye kadar. Ama Muhlis Bey, daha anlatacaklarım bitmedi.” Dedi genç kadın ve anlatmaya devam etti.
“ Ben hayata devam etmek istemiyordum. Bana ailemin çizmiş olduğu hayatı da yaşamak istemiyordum. Ama yapacak bir şeyimde yoktu, gençtim onlara karşı koyamadım. Kendimi aşkıma ihanet etmiş hissettim yıllarca. Okulda kaldım. Johann’la okul yıllarından tanışıyorduk. Beni sevdiğim adamın gitmesinden sonra hiç yalnız bırakmadı. Çok iyi iki dost olduk. Johann’ın bana âşık olduğunu bir müddet sonra öğrendim. Aradan geçen zaman için Johann’ın verdiği destekle yaşam sevincime tekrar kavuştum. Ancak gerçek sevgimi hiç unutmadım. Bunu Johann’da biliyordu. Beni bu şekilde kabul etti. Onun bana karşı olan sevgisine saygımdan, gerçek sevgimi hep içime gömdüm, ama onu hiçbir zaman unutmadım. Kalbimin en derin yerinde sakladım yıllarca. Artık bu sırla ölmeden önce bunu seninle paylaşmak, hayatımın tek ve en büyük aşkını sana Johann’ında izni ile anlatmak istedim. Onu bulmanı, kim olduğunu anlatmanı yaşadıklarımı ve anlattıklarımı onunla paylaşmanı istiyorum. Aşkımıza hiçbir zaman ihanet etmediğimi anlatmanı istiyorum. Bu senden son arzum ve isteğim. Eğer ben yaşarken bulursan onu son bir kez de görmek isterim sevdiğim adamı. Benim için onu bul, eğer ölmüş olursam ona olan sevgimin hiçbir zaman bitmediğini söyle ve benim için öp onu. .
Anneme söz verdiğim gibi hiç bıkmadan annemin son günlerine kadar aradım durdum. Ama annem hayatta iken sizi ona götürmek kısmet olmadı.”
Dedikten sonra kendini sıkarak tuttuğu gözyaşları boşalırcasına göz pınarlarından akmaya başladı. O güzel deniz mavisi gözleri bir fırtına sonrası gibiydi. Kıpkırmızı olmuştu. Genç kadın içinde dinmek bilmeyen fırtınaları dindirmeye çalışıyordu.
Rahatlamıştı.
Omuzlarına binen bu ağır yük sırtından inmiş rahatlamıştı. Artık her şeyi anlatmış, iç huzuruna ermişti. Annesine verdiği sözü tutmuş bir şekilde eski yaşantısına dönebilirdi. Ama anlatmaya devam etti genç kadın,
“ Annem bizlerden ayrıldıktan sonra bir müddet aramayı bıraktım, ümidimi yitirmiştim. Ancak İstanbul’dan bir akşamüzeri gelen telefon her şeyi değiştirdi. En değerli varlığıma verdiğim sözü tutamamanın vicdan azabını çekerken gelen bu telefon size karşı bir şeyler hissetmemi sağladı. Gelen haberde geçirdiğiniz kaza sonrasında yaşadıklarınızı öğrenmiştim. Bunlar beni çok etkiledi. Ve en üst sevideyken tüm kariyeriniz bırakıp gitmeniz beni daha da etkiledi. Yalnızlığınızı ve yaşadıklarınızı, annemim yaşadıklarını sizinle paylaşmak istedim. Bu dünyada siz annemden bana kalan en önemli hatıra, bende sizin için, annemin size bıraktığı hatıra olarak karşınızda duruyorum.” Dedi ve sözlerini tamamladı, Muhlis Bey’in gözlerinin içine bakarak.
Muhlis Bey, duydukları karşısında şaşkındı. Kaybettiği yılları ve aşkını düşünüyordu. Dudaklarının arasından çıkmak isteyen o kadar söz vardı ama hiç birisi çıkmıyordu. Genç kadın taşıdığı bu ağır yükü artık Muhlis Bey’in yorgun omuzlarına yüklemişti. Bu yorgun beden bunu taşıyabilir miydi bilmiyordu.
Kaybettiği kızının bu yaşlarda olacağını düşünüyordu, boş boş genç kadının derin mavi gözlerinin içine bakarken. Bir müddet bu şekilde geçti hiç konuşmadan. Muhlis Bey, kendini toparlamak istedi, oturduğu yerden dik bir oturuşa geçmeye çalıştı. Belli belirsiz bazı kelimeler döküldü ağzından,
“Eğer izin verirsen biraz yürümek istiyorum, tüm bu duyduklarımdan sonra kendime gelmem lazım. Beni yanlış anlama ama bunlar ben yaştaki birisi için hiç de kolay değil. Kendi içimde kopan fırtınaları öncelikle dindirmem lazım.” Dedi. Genç kadın karşısında yalvaran bakışlarla duran o inatçı, kendini beğenmiş, kişinin gidip, onun yerine yardıma muhtaç kendi içinde kendini dinlemeye çalışan adamı görünce hiç duraksamadan tabiî ki dedi.
“Ama bende sizinle yürümek koşuluyla.”
Kafasını sadece olur anlamında sallaya bildi adam.
Oturdukları masadan kalktılar. Bekri şaşkın gözlerle onları seyrederken, yıllardır ilk kez Muhlis Bey’in balığını yemeden kalkması onu daha da tedirgin etti.
“Yok, yok kesin bir terslik var bu akşam”. Hiç dostunu böyle görmemişti. Koşar adımlarla Muhlis Bey’in yanına geldi.
“Beyim balığınız yemediniz daha.”
“Bu akşam böyle olsun Bekri, kusura bakma, birilerine ikram et benim yerime”
“ Ederim etmesine de seni hiç iyi görmedim”
“ İyi olucam Bekri, merak etme, biraz yürümem lazım”
“Geleyim mi seninle”
“ Yok, benim yol arkadaşım var bu akşam sağ ol” dedikten sonra ağır aksak yanındaki genç misafiri ile oradan uzaklaştı.
Bekri ile birlikte deniz kenarına doğru yürürlerdi her akşam. Hem açılmak, hem de yediklerini midesine iyice yerleştirmek için. Ama bu akşam farklı idi. Hem de çok farklı.
Bekri, arkalarında bir müddet baktı, oturduğu yere dönüp tezgâh altında gizlice içtiği rakısını bir dikişte içti. Bir daha doldurdu, arkadaşının üzüntüsüne kendince ortak oluyordu. Garsonları çağırdı.
“Beni bu akşam mahcup etmeyin işlerin gerisi sizindir. Biraz kafayı çekip yatmaya gideceğim, gerekli işleri halledin” dedi.



Orta yaşlı adam, şirin Ege köyünün kordon boyunca yürüyüşüne yanındaki genç bayanla devam etti. Şık giyimli, başında fötr şapkası, elinde hiç bitmeyen, bittikçe yeniden yakılan sigarası ile zar zor adımlar atıyordu. Kafasını içindeki düşünleri bir bir topluyor, geçen yılları düşünüyor, kaybettiği kızı ve eşini aklına geliyordu. Gözünün önünde onların siluetlerini görüyordu. Daha sonra İngiltere’de bıraktığı, bırakmak zorunda kaldığı sevgilisi, aşkı, hayatı Tülay’ı gördü çok uzaklarda. Denizin gökyüzü ile kesiştiği yerde, ufuk çizgisinde. Göklerdeki meleklerdi artık onlar. Çok uzaktan gelen bu genç kadın unuttuğu her detayı yeniden hatırlatmıştı adama. Adamın hayatına 30’lu yaşlarına girmiş bir genç kadın olarak gelmişti. Ne kadar çok soracağı soru vardı annesi hakkında. Kendi kendine gülümsedi.
“her şeyi sormalıyım” dedi bir fısıltı ile.
Genç kadın,
“Bir şey mi” dediniz deyi mırıldandı bir an. Muhlis Bey duymazlıktan geldi.
Yürüdükleri mesafede adamın her akşam geçerken selam vermeyi eksi etmediği, hal hatır sorduğu esnaf Muhlis Bey’in peşinden şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Hem de yanında yürüyen bir genç bayanla birlikte. Herkes,
“ Allah, Allah, hayırdır inşallah” diyerek işine geri dönüyordu.
Uzun bir yürüyüşten sonra, temiz ve sert esen rüzgârla içtikleri el yapımı Bekri’nin rakısı etkisini kaybetmişti. Her ikisi de daha dinç ve kendin de idi. Ay denizin siluetini yanmıştı. Denizin üstünde beşik misali bir dalga vardı. Denizden dağlara doğru esen hafif rüzgârın verdiği mis gibi deniz koksusu burunlarından girip ciğerlerine işliyordu. Farkına varmadan köyden oldukça uzaklaşmışlardı. Tatil köylerinin uzak ışıkları artık iyice yaklaşmıştı. Muhlis Bey birden bir e olduğu yerde mıh gibi durdu.
“Bana onu en baştan yaşadıklarını, yaptıklarınızı, her şeyi anlatır mısın,” diye sordu.
Dimdik.
Kararlılıkla.
Genç kadına doğru döndü, kollarını açtı, gözlerinden akan yaşlarla
“ Bana her şeyi anlat” dedi.
O mıh gibi duran adam, sıcak kora atılmış gibi eridi. Yılların verdiği özelimi giderecekti. Kızın yanaklarından tuttu iki eli ile özlemle kokusunu için çeke çeke öptü. Genç kadında annesinin kokusunu aradı.

Uzun bir müddet öylece sarıldı Muhlis Bey genç kadına, o geceki ay ışının altında.



Yeni hayatlarına o gece ki ay ışığının verdiği aydınlık ile devam edeceklerdi artık…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Halilo
Keman Kutusu
Biricik
Bir Tüy Düşecek Ellerine


CANER TEK kimdir?

Hayatın penceresinden farklı bir bakış ile kelimelere dökülerek yazılan deneme ve öyküler.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © CANER TEK, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.