"Bana ev hikayesinden söz açmayın. Artık benim oraya gideceğim yok!" Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
hız aşırı ve aşındırıyor ürpertiler yaşantımızı. ürperiyoruz. selemizde dengemizi bozan dertlerden önümüze çıkan umut heyelanlarından daha hızlı pedal çevirmemize neden olan seraplardan çıkmaza mı gidiyoruz düşüncesinden… bir şeylere inandığımız için hala yaşıyoruz. yaşatıldığımız için hala bir şeylere inanıyoruz tıpkı pazarda çürük karpuzları toplayan, balık artıklarını poşetine dolduran çocuğun, karpuzun çürümemiş bir tarafı olduğuna inandığı gibi. topladığı balık artıklarından, annesinin güzel bir tat çıkaracağına inandığı gibi bizler de inanıyoruz henüz başaramadık ama bir gün başaracağız. hüzün mevsimi terk ettiğin de gönül bahçemizi. rengarenk boyadığımız düşlerimizin sergisini açacağız bir mutlu sonlar galerisinde bizler mutluluk dilenenlerin avuçlarına sahip olamadıklarımızın listesini bırakarak mutlu olmalarını sağladık onların “neden benim” diye başlayan yokluklar musluk altına bırakılmış bir sabun gibi ortasından eritiyor insanı bu yüzden biz “çünkü benim” diye başlayan varlıklarımıza sığınıp avunmalıyız daha fazlasına gücümüz yeterse neden olmasın? neden? bu hayat yokluklarından varlık türetenlerin dirilişine şahit olmuştur. bu hayat yokluklarını yok sayanların gülüşüne şahit olmuştur bir gün beyaz bir güvercin konacak penceremize sağ ayağında ufak bir kağıt içinde yaşadıklarından artık azatsın notu sol ayağında bir anahtar ve gagalarıyla bir kapı çizecek önümüze. açıp geçeceğiz o kapıdan sonra kendimizden sonra dünümüzden,yarınımızdan. ve işte hepsi orada olacak kaybettiklerimiz aradıklarımız sustuklarımız haykırdıklarımız içinde düştüklerimiz dışında kaldıklarımız. mavilerimiz yeşillerimiz beyazlarımız… daha önceki yalancı gülüşlere hiç benzemeyen asil bir gülüş oturacak yerli yerinde yüzümüze gözümüze inen parlaklık tarifi mümkünsüz ufukları aydınlatacak işte o zaman yorgan altı acılarımızı ve geçmişe süpürdüğümüz kalp kırıklıklarımızı sarmalayıp çırpacağız bizim için esmeye hazır rüzgarın dudaklarına ama şimdi seferi gelmemiş yolcular bekleme salonunda otursak da zamanı içine tuz atılmış bir çay gibi içimiz acıyarak içsek de metanet bir mezar taşı gibi dik tutsa da hala bizi yinede çıkmalı dudaklarımızdan henüz kurumamış bir yaş elhamdülillah… Mustafa Durukan
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mustafa Durukan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |