Bir klasik herkesin okumuş olmayı istediği ancak kimsenin okumayı istemediği eserdir. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Karşıdan gelen dakikalardır beklediğim, içindeki yolcuların ruh hallerinin sirayet ettiği ilk bakışta anlaşılan, yılların değil durakların sayısının gün geçtikçe artmasıyla yıpranan, herkesin gözünde sıla özlemi esintileri hissettiren, değerli dostum tren… Hızlı adımlarla ilerliyorum bu yol arkadaşıma doğru. Kalabalıkların derin sessizliğini, çıkardığı ray sesi ve düdüğüyle bozmaya çalışırken tren, yolcularına “Susmayın konuşun, merak etmeyin ben susarım şimdi, ama ne olur konuşun. Çok uzun zaman oldu ki sıcak iki kelime duymayalı.”der gibi, bir an yavaşlar ve tekrar hızlanır. Yakalarından tutup da hesap sorar gibi gidecekleri yere kadar silkeler de silkeler misafirlerini. Oturduğum yerde trenin, kalabalığı dalga misali bir sağa bir sola sallaması, çok ilgimi çekiyordu camdan yansıyan görüntüsüyle. Maltepe istasyonunda yolcu sayısı bir hayli artıyordu. Yanımda yorgunluğunu, kapanan gözlerinden anladığım bir bayan bulunuyordu. Ayakta ve bana oldukça yakın bir mesafeye yerleşen ve daha yeni trenin misafir ettiği, sarışın görünmek veya genç ve alımlı olabilmek için saçını boyatmış, aşağı yukarı 50-55 yaşlarında, biraz kilolu, yüzünü itina ile temizlemiş ama hayatın getirmiş olduğu çizgilerin varlığıyla dekolte kıyafet parçası giyinmiş bir bayan… Küçükken annemin tatlı sesiyle “oğlum yolculuk yaparken yaşlılara,çocuklu bayanlara, sakatlara ve bakıp da içinden yardım etme hissine kapıldığın kişilere öncülük tanı yada oturuyorsan yer ver. Unutma! bu senin insanlık vazifendir.”sözleri kulaklarımda çınlaya çınlaya kalkıp “buyurun oturun hanımefendi, ben ayakta gidebilirim” dedim. Kadın memnun biraz da şaşkın bir ifade ile “teşekkür ederim ama hiç gerek yoktu” derken ona biçilen hakiki elbisenin yarıdan fazlasının tamamlandığının farkında değil ya da değişen hayat şartlarının(!)(biz buna insanların, insanlık değerlerine sahip çıkamaması diyelim)etkisiyle fazla değil 10 yıl öncesinde yazmaya gerek duymadığımız ama şimdi insanların el attığı her ulaşım aracında vazgeçilmez bir unsur olan “yaşlılara, çocuklu bayanlara, sakatlara ve gazilere yer veriniz.” tabelasına bakınca, kadının ruh halini anlar gibi oldum ve üzerime çöken büyük bir halsizlik ile kalktığım koltuğa yaslandım. İçim, ezik, mahzun ve utangaç duygularla kala kaldı. Bu ruh haliyle , orta kapıya yaslanmış, telefon kulaklığıyla konuşurken ses tonunu ayarlayamayan, neredeyse bağıra bağıra konuşan ve sinirli olduğu işitmek zorunda kaldığım kelimelerden anlaşılan bir bayana gözüm ilişti.Üzüntüsünü taktığı 90’lı yılların vazgeçilmez gözlüğü ile göstermemeye çalışan, siyah boydan elbise ve alttan giymiş olduğu beyaz bir badi ile dikkat çeken “kızım, ne alakası var… annen olduğumu unutma… Sen 15, ben 45 yaşındayım tabi ben bilicem… Anneanneni neden bana karşı kışkırtıyorsun?.. Beni çok kırdın kızım yazıklar olsun sana!..” diyor ve elindeki mendil ile gözyaşlarını siliyordu. Bu şahit olduklarım, belki toplum olarak gündelik kanıksadığımız hadiseler… Ama hiç de iyi şeyler değil. Neler oluyor bu memleket insanına böyle! Yurdumuz insanını bu hale getiren ne? Kültürel ve manevi değerlerimizin günbegün kaybedilmesi mi? Yoksa Hayat şartları mı(?) hangisi anlamak istiyorum. Biri çıkıp bu yozlaşmaya dur demeli diye düşündüm donuk ve mat bakışlarla. Ama çaresizdim. Acaba kaç kişi toplumumuzu sömüren bu sinsi hastalıkların farkında? … Ne olur ses verin … Kim bu yıkıma göz yumabilir ki bilemiyorum. Yada bu adam neden bahsediyor diyip, bunlar sıradan şeyler düşüncesinde umursamazlık gösterebilirsiniz yüreğiniz el veriyorsa…Herkesin yöntemi, elindeki imkanı, becerileri, zevkleri ve sayamadığım bir çok şeyi farklı olabilir ama ortak bir derdimiz olmalı O da Toplumsal Yozlaşmaya dur demek. Kendimi sabırsızca, yavaşlayan trenden dışarı attım. Elimi ağır ağır kaldırarak dostum trene el salladım. Bana “bir daha görüşelim, benim duygularıma tercüman ol yine” der gibiydi. O her zaman olduğu gibi bir daha ki sefere kadar Haydarpaşa’daki mekanından, denizi,martıları ve vapurları seyrederken bizlere bilerek yada bilmeden hayat dersi vermeye devam edecekti…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Taş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |