Kitabının bir kopyasını gönderdiğin için sağol. Onu okumakla hiç zaman yitirmeyeceğim. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Nereye gittiğimizi sorduğumda ‘Deniz olan bir yere …’ dedi, bu yanıt beni tatmin etmemişti… İstanbul’da da deniz vardı… Ve belli ki denize yüzmeye gitmiyorduk… Ne için gittiğimizi sorduğumda cevap vermedi ama kendi kendine mırıldandığını duydum sanki dikiz aynasıyla konuşuyordu; -‘Bir de babasının başını beklemeye gidiyoruz, olacak iş mi… üç kuruş için nice yol çekiyorum, kim bilir kendisi hangi… Ah Serkan ah…’ Hava sıcak, terliyorum ve yol çok uzun gelmeye başladı sanki cidden suda oynamak geliyor içimden şimdi, galiba yaklaştık… Kokuyu alabiliyorum, temiz deniz, süt mısırı, deniz topunun plastiğiyle karışmış şezlong kokusu… Birazda dondurma gibi sanki limonlu dondurma ve gazoz benim en sevdiğim iki şey, bir de annem var ama o beni pek önemsemiyor galiba artık… Radyoyu bile açmadı, kemer beni çok sıkıyor ama bir şey söylememek istiyorum… Annemin sinirli olduğu her halinden belli… Yolculuğa çıkacağımızı dün gece söyledi babam, önce annemle konuştular mutfakta sonra benim yanıma geldiler, ve babam bana da yolculuğa çıkacağımızı söyledi neresi olduğunu söylemedi ‘Tatile mi yani ?’ dedim ‘Hayır, iş için ‘ diye cevapladı elinde televizyon kumandası vardı ve durmadan sağ tarafa bakan oka basıp zaplıyordu. Şaşırmıştım, normalde annemin veya babamın bir işi olduğunda beni Gülsüm abla’ya (bakıcım, bana bakmak karşılığında annemin ona para verdiğini öğrendiğimden beri hoşlanmıyorum ondan ) bırakırlardı, şimdi neden bende gidiyordum anlayamamıştım… ‘ Sende geliyorsun değil mi ?’ dedim babama, şimdi bir spor programı bulmuştu ve bana bakmadı bile ‘Hayır kızım, benim başka işlerim var, annenle gideceksin…’ .Anneme baktım o zaman, yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu, işte o an yolculuk boyu sesimi çıkarmamam gerektiğini anlamıştım… Annem arabayı yavaşlatıp, etrafa bakındığında artık geldiğimizi anladım, ’ hangi sokaktı acaba bu mu bir sonraki mi?’ der gibi bakıyordu ve sonunda akıl edip ikinci sokaktan döndü ve durdu kocaman bir ağacın altına, annem kemerini çözmesini bekledikten sonra bende çözdüm, o kendini cehennem gibi olmuş arabadan attığında bende kapıyı açıp dışarı çıktım ve o kendine çeki düzen verirken ben etrafa baktım, kumsal hemen karşımdaydı ve etrafta birkaç katlı evler vardı ama bizim önünde durduğumuz yer tek katlı bir evdi, küçük bir evdi ve içinde bir bank ve susuzluktan solmuş birkaç çiçek de olan küçük bir bahçesi vardı… Evin denizle arasında sadece asfaltı eskimiş bir yol vardı, denizin önünde büyük büyük taşlar vardı ve denize ulaşmak için o taşların üzerinden atlamak yeterliydi, biraz daha ileriye doğru taşlar azalıyordu ve çakıl kum karışımına bırakıyordu yerini… Denizin kokusunu içime çektim, gözüme yolun sonundaki küçük bakkal ve deniz kenarına tezgâh açmış seyyar bir dondurmacı çarptı… Gülümsedim, limonlu dondurma ve gazoz geldi aklıma… İçeri girdim annem önden girdi, kapı açıktı galiba yaz sıcağında bulunan her delikten hava girmesi istenmişti, karanlık bir evdi… Öyle ki kapıdan geçer geçmez küçük bir girişle karşılaştık yerde iki çift erkek ayakkabısı vardı, eskimişlerdi, birinin laciverdi solmuş diğerinin siyahı tozdan fark edilmez olmuştu… Annem ayakkabılarını çıkarmadı, dolayısıyla bende çıkarmadım, bir koku aldım… Evet ,bu kokuyu hatırladım ,yaşlı insan kokusuydu bu… Girişin sağ tarafında mutfak vardı, bomboş ve özensiz gözüküyordu, küçük tüpün üstünde bir çaydanlıkta su kaynıyordu, ortada ve solda da kapılar vardı, soldaki kapının banyoya açıldığını görmesem de bilebiliyordum, annem soldaki kapıya yöneldi ve kapı bir salona açıldı… Küçük bir kanepe ve en küçük ekranından bir televizyon vardı, benim oyuncak bebeklerimin minyatür evlerindeki televizyonlara benzettim ve kendimi oyuncak bebeğim kadar kusursuz hissettim… Uzun sarı saçlar, pembe dudaklar, şirin elbiseler… Benim sahip olduğum ise, çilli bir surat kızıl saçlar ve büyük çerçeveli bir gözlük… Salonda bir odaya açılıyordu kendimi labirent bir evde gibi hissettim mütemadiyen kapılar… Ama öyle değildi burası oldukça sıradan bir yaşlı eviydi… Biran güçlü, şeytanın sesini çağrıştıran bir hırıltı duydum, hemen annemin eline sarıldım ama o önemsemedi… -‘Serap, Serap… Hikmet bey…’ diye seslendi odadakiler geldiğimizi anlasınlar diye ve hemen kapı açıldı, annemin Serap dediği kadın kapıyı açtı, elinde bir bez vardı ve ( o zamanlar yalnızda dizilerden duyduğum bir kelimeydi yalnızca ) aristokrat görüntüsünün altında alaycı bir gülümseme gördüm -‘Hoş geldiniz ‘ dedi Serap ‘ Serkan yok mu? ‘ O an çocukluk içgüdülerim mi yoksa babamla Serap denen kadının yüzlerinin benzerliğini fark ettiğimden mi ne Serap’ın benim halam olduğunu anladım… Annem ‘yok’ der gibi başını salladı. -‘Hikmet bey içerde mi? ‘ diye sordu, bu sefer annem -‘Evet, sizi bekliyordu’ … Annem odaya girdiğinde yine o korkunç hırıltıyı duyacağımı düşünüp korktum ama merakım korkumu yendi ve bende odaya girdim ama bundan önce Serap’ın gözleriyle karşılaştı benimkiler, gülümsüyordu ‘ Benim kızım olur musun sen, hadi seni eve götüreyim’ gibilerinden soğuk ve sıradan bir gülümsemeydi… Oda havasızdı ama cam da açık değildi, yatakta yatan evin sahibi olmalıydı ‘Dedem’ Bizi görünce kafasını kaldırdı adamcağız, onun ne kadar zorlandığını görebiliyordum… Ben ve annem yatağın ayakucunda mahkûm gibi beklerken, Serap dedemin yanına geçti ve elindeki ıslak bezi köşede duran leğendeki suda gezdirip elinde sıktıktan sonra adamcağızın alnına sürüyordu… ‘ Serkan yok mu? ‘ diye sordu, dedem, işte yine aynı hırıltı… Onun için bu konuşmanın başını kaldırmaktan bile zor olduğunu anladım ve ürktüm gerçekten ürktüm… Ve o an buraya gelmenin ‘işle’ ne alakası olduğunu düşündüm… Belli ki burada neler olduğunu kimseye sormadan anladığım zaman, gerçekten büyüyeceğim… Annem Hikmet bey’le yani dedemle konuştu biraz, sıradan cümlelerdi, annem hep yapardı bunu… Mesela sevmediği biri olursa bey, hanım derdi… Annem ondan nefret ediyor olmalıydı… Annem, halam ve dedem ruhsuzca konuşurken ben hem odadaki konuşmaları dinliyordum hem denize, esir dalgalara ve üzerinde uçuşan gardiyan martılara bakıyordum, bu dalgalar nedense bana karşımda duran dedemi anımsattı, galiba dedem de annemin ve halamın yanında kendini bu dalgalar gibi hissediyordu… -‘Serkan nasıl, gelmeyecek mi o ?’ dedi Serap -‘Çok işi var, ah bilseniz, koşturuyor gelmeyi çok istedi ama… Ya Salih Bey o nerelerde?’ -’Salih biraz rahatsız!Dedi net ve keskin bir ses tonuyla ve elindeki ıslak bezi yatağın yanındaki komodine bırakıp dedeme döndü ‘ biz biraz dışarı çıkalım sende biraz dinlen, birazdan Hayrünisa hanımda gelir ‘ dedi ve saatine baktı ‘ zaten artık gelmesi gerekiyor, Allah’ım bu insanlar, kadın yarım kilo balık almaya gitti bir saattir yok…Çalıştığın yeri sömürmek böyle bir şey olsa gerek ‘ belli ki Hayrünisa dedemin bakıcısıydı ve o balık almaya gittiğinden beri dedemle ilgilenmek halama fazla gelmişti… _’Balık mı, neden?’ diye sordu annem, belli ki şaşırmıştı yoksa insanların özel hayatlarına inmek ayrıntıları öğrenmek hoşuna gitmezdi… Halam ve annem odadan çıkmak için yavaşça hareket ederlerken; _’Amaaaan ‘ dedi Serap halam ve tüm hoşnutsuzluğunu suratında toplayıp kısık sesle ‘Bizimki aşerdi…’ dedi Annem gözleriyle ‘hadi ‘ mesajı verdi bana odadan onlarla birlikte çıkmamın gerektiğini anladım, ama ben dedemin yanında durmak ve martılara bakmak istiyordum… Benim gelmek istemediğimi anlayan halam; -‘ Bırak, burada dursun çocuk ‘ dedi kinayeli bir ses tonuyla, dizilerdeki kötü kadınlar gibi çıkmıştım zaten ve emindim anneme göz kırpmıştı bunu söylerken bu şu anlama geliyordu; -‘Bırak çocuk gelmesin, senle özel olarak konuşalım ‘ Ve çıktılar odadan… Dedem hemen başını bana çevirdi ben denizin büyüsünden ancak onun sesiyle uyandım; -‘Kızım, adını hep deniz koymak istedim biliyor musun ama annen istemedi’ -‘Gerçekten mi?’ Şimdiye kadar hiç ismim hakkında düşünmemiştim ve o an ismimin DENİZ olmasını ne kadar istediğimi anladım ve içten içe büyük bir öfke duydum… -‘Tabii ya, gözlerini görür görmez dedim hem de DENİZ diye ve şimdi anlıyorum ki sende bunu isterdin, geldiğinden beri denizi seyrediyorsun…’ Biraz şaşırmakla beraber utanmıştım da o kadar belli oluyor muydu denize baktığım... -‘Evet’ dedim zorla ‘ Sen neden orada yatıyorsun?’ dedim… Aslında biliyordum, hasta olmalıydı ama yine de sordum -‘Yakında bir yolculuğa çıkacağım, o yüzden ‘ dedi ve ekledi ‘ Dinlenmem gerek, yolculuk beni yoracak… Denizin üzerinde gezeceğim yıllarca, of inan çok heyecanlıyım ‘ -‘Bende gelebilir miyim?’ dedim, sesim o kadar garip çıkmıştı ki ve o kadar kontrolsüz, annemden öğrendiklerimin tersi yani… -‘Hayır’ dedi ‘sen daha çok küçüksün ‘ Bende ruj sürmek istediğimde ya da bir cep telefonumun olmasını istediğimde annem de böyle derdi ‘daha çok küçüksün’ demek ki dedemde ruj sürülen bir yerlere gidiyordu, bu düşüncemi dedeme de söylediğimde güldü. -‘Vallaha orada da ruj var mı bilmiyorum ama olmasa iyi olur çünkü ben doğallıktan hoşlanırım…’ bende gülümsedim, biraz önceki halinden eser yoktu dedemin… Annemler buradayken ruh gibi duruyordu oysa şimdi yaşıtımmış gibiydi… Sessizlik… -‘Neden gidiyorsun oraya, kim var orada?’ diye sordum elimde az önce saçlarımdan kurtulup fırlayan tokamla oynuyordum ve ikimizde konuşurken birbirimize bakıyor, sustuğumuzda denizi izliyorduk… Penceredeki tül perde kenara doğru çekilmişti belli ki dedem denizi seyretmek istiyordu... -‘Karım ‘ dedi ve duraksadı ‘ah’ çeker gibi nefes aldı ve devam etti ‘ senin babaannen var orada… 20 yıl önce gitti, şimdi denizde beni bekliyor…O gidince bende deniz gören bir yerde yaşamak istedim kızım, buraya taşındım, bütün eşyalarımı sattım sadece babaannenin eşyalarını getirdim yanımda o olmadan hiçbir şeyin önemi yok ya birkaç hatıra işte…60 yaşından sonra balıkçı oldum…’ gülümsedi; ama hiç mutlu olunca yapılan gülümsemeler gibi değildi bu ‘ hep onu aradım denizlerde, attığım her ağda ondan bir iz bekledim ama gelmedi, şimdi yanına gidiyorum kaç yıldır o orada ben burada onunla birbirimizi bekliyoruz, işte artık sırası geldi..İnan çok sevinçliyim gideceğime…’ -‘Neden daha önce gitmedin madem o gelmiyor ve nerede olduğunu biliyorsun?’ -‘Aslında… Aslında yanlış gemiye binmekten korktum… Beni beklerken çok sıkılmamıştır umarım, eğer yakın gözlüğünü bulabildiyse ya kitap okuyordur ya da dantel işliyordur…’ dedi acıklı acıklı ve gözleri komodinin, dolabın ve yatağın başlığının üstünde duran dantel örtülere kaydı, ağlayacak sandım ama ağlamadı gülümsedi… Gideceğinden mutluydu belli ki… O hala anlamadığımı sansa da ben ÖLÜM den bahsettiğini anlamıştım, gülümsedim, karşılık verdi; -‘Sana Deniz diyebilir miyim, kızım?’ dedi öyle garip bakıyordu ki, ben de annemle babam kavga ederlerken onlara böyle bakıyorum ‘lütfen susun ‘ der gibi… Dedem ekledi ‘ Annen yokken, baş başayken?’ Gülümsemem bütün yüzüme dağıldı ‘ tabii ki, dedeciğim, peki ben, ben size ne diyeceğim?’ -‘Bilmem, sen bilirsin ‘ dedi biraz düşündükten sonra ‘Sevdiğin herhangi bir şey mesela?’ -‘Ozamaaaaann ‘ işte bulmuştum sevinçle doldu yanaklarım ‘DONDURMA GAZOZ olsun’ dedim… _’Olsun’ … ‘Deniz’ _’Anlaştık, dondurma gazoz…’ Dedeme biraz annemlere bakacağımı söyleyip çıktım odadan, salonu da geçtim bahçedeki bankta oturduklarını gördüm kapıdan ve onlara belli etmeden kapıya daha çok yaklaşıp kamuflaj olup dinlemeye başladım… Aklıma odadan çıkarken halamın göz kırpışı geldi ve daha büyük bir şevkle dinlemeye başladım… Bir ellerinde çay bardakları sohbet ediyorlardı… -‘Aslında bir an önce işlemlere başlansa …’ dedi annem -‘Keşke’ diye cevapladı halam ‘ Ama biliyorsun o daha hayattayken onun rızası olmadan böyle bir şey yapamayız, ama az kaldı gibi…’ -‘ Diğer evi de sattığına göre bankada iyi parası var, bide bu ev… Keşke hemen…’ Ne kadar acımasız olurlarsa olsun ‘keşke hemen ölse’ diyemediler en azından onun evinin bahçesinde onun parasını beklerken değil… -’Ne o eliniz darda mı yoksa Serkan çok çalışıyor demiştin biraz önce ‘ -‘Ne çalışması Serap ya, çalıştığı filan yok, ne kazanıyorsa aynı şekilde yediriyor birilerine… Bugün de önemli işi filan yok, sorumluluktan tapu işlerinden imza atmaktan bankalarda gezinmekten, babasını görmekten korktu da o yüzden beni sürükledi buraya… Böyle şeyler görümceye anlatılmaz ama eğer kızım olmasa bir dakika daha durmazdım Serkan’la… Ve bu gidişle çok da uzamayacak bu evlilik… Hele bir bu iş bitsin, eve dönünce karşıma alıp konuşacağım artık…’ dedi gözleri batan güneşin ışıltısıyla kısık kısık bakıyordu ‘ya siz Salih’le barıştınız mı?’ Halam bir kahkaha patlattı; -‘Ne barışması iki yıldır ayrı yaşıyoruz dava var haftaya, aslında yeni biri var ‘ dedi umutla bakan şımarık gözlerle ‘şu iş hemencecik bitseydi, bir de yüklü bir nafaka üstüne yeni adamın eli de armut toplamıyor herhalde… Yıllarca insanların ağız kokusunu çekiyorum, şimdi ben rahatlayacağım’ -‘Yaa, ayrılmanıza mı üzüldüm desem yoksa diğerine mi sevinsem şaşırdım ama aslında sevindim… Hayatını yaşa işte en güzeli…’ dedi, öyle rahat konuşuyorlardı ki dünyanın döndüğü eksen jetonla çalışıyor gibi paradan başka düşündükleri yoktu… -‘Ben şirketten 3 gün izin aldım hemen dönsem çok iyi olacak ya, hele bide daha da uzarsa boşuna gelmiş oluruz bu kadar yolu… Aman temmuzun ortasında da yer ayırtmıştım bir otelden, bir daha yer bulamıyorum yoksa gerçi Serkan’ın yine işi çıkar ama kızı alıp giderim artık ne yapayım… Bugün de buraya kadar getirmek zorunda kaldım, bu kadar işin içinde ayak bağı… Bakıcısı olacak Gülsüm hanım nişanlanıyormuş, telaşları varmış zaten büyük ihtimal bir daha çocuk bakmayacakmış …bide bakıcı derdi var…’ diye devam etti annem…Şimdiye kadar hep benden saklanan şeylerdi galiba bugün annemin söylediği her şey…Ama Gülsüm ablayı bir daha görmeyeceğim için sevindim,dedim ya artık sevmiyorum onu… Halam sigarasından bir fırt çekip anneme döndü; -‘Desene bakıcı kadın iyi yere kapak atmış, benim gibi?’ dedi dumanı ileri fırlatarak ve bir kahkaha daha attı, sigara ve çaydan çatallaşmış sesiyle bir kargayı andıran bir şekilde güldü… O an ilk defa bir şeylerin farkına varıyordum ve nefretle tanışıyordum, her ne kadar denizin kokusu içime huzur doldursa da sigara dumanını duyumsadıkça sıkılıyor, daralıyordum… -‘Dede, sence biz neden geldik buraya, yani annemle ben…’ dedim dedemin yanına döndüğümde, annemi ve halamı dinlemeyi bıraktım çünkü gerçekten tiksinmiştim, belki halamın ter kokan vücudu yüzünden beklide sigara dumanı yüzünden; -‘Bilmem’ -‘Seni uğurlamak için olabilir mi?’ -‘Sanmam, daha çok ardımda bıraktıklarımı toplamak için olabilir, eğer sen gittiğinde senden çok sahip olduklarından bahsediyorlarsa bil ki…’ durdu, devam etmedi neyden bahsettiğini çok iyi anlamıştım… Büyükler ne derdi ‘PARA, PARA, PARA’ O an dedemin de büyük olduğunu hatta diğerlerinden bile büyük olduğunu düşündüm ve kendi sorumun cevabını kendim verdim; ‘Galiba insan yaşlandıkça çocuklaşıyor…’ -‘Annem seni sevmiyor dede… Galiba babam da öyle, babam hiç kimseyi sevmiyor aslında… Annemi de öyle, galiba babam sekreteriyle evlenecek… Halam Salih enişteyle ayrılacakmış, yeni bir sevgilisi varmış, o da seni sevmiyor… Ama ben çok sevdim seni dondurma gazoz’ dedim kısık bir sesle, nasıl söyleyebilmiştim böyle bir şeyi galiba dışarıda duyduklarımın öcünü alıyordum, oysa annem her zaman ‘bazı şeyleri bilsen de bilmiyormuş gibi yapmalısın’ der, ama yalan söylediğim zaman kızar… -‘Bende seni çok sevdim Denizim… Hem o dediklerinin hepsini biliyorum, ha, istedikleri kadar saklasınlar… Hem sen onları bırak da söyle bakalım dışarıda dondurmacı var mı?’ Dedemin yanına uzanmıştım, dedem bu soruyu sorunca kalktım yerimden camdan baktım, evet, orada duruyordu, biz gelirken gördüğümde durduğu yerdeydi hala… -‘Evet’ dedim sevinçle bunun devamında ne geleceğini tahmin edebiliyordum... -‘Peki’ dedi ‘i’ yi uzatarak ‘ bakkalın nerede olduğunu biliyor musun? -‘Evet, az ileride, yolun sonunda ‘ dedim artık ne geleceğini çok iyi biliyordum -‘Oraya gidebilir misin ?’ dedi bu sefer de -‘Tabii’ dedim _’O zaman şu dolabı aç, en sonda duran kahverengi cebin içindeki bütün parayı al, istediğin kadar dondurma ve gazoz al gel kalan parayı da cebine koy, kimseye verme, annene bile… Bundan sonra istediğin kadar gazoz içebilirsin o parayla Denizciğim Ya da bir deniz topu alırsın belki kim bilir…’ zorlukla konuştuğunu fark etmiştim, hastalanıyordu… Dolabı açıp, ceketin cebine bakarken, öksürdüğünü işittim; -’Pencereyi kapatayım mı? ‘ dedim ona dönüp -‘Hayır, sakın…’ dedi… Deniz kokusu ona hayat veriyor olmalıydı… Dediğini yaptım, ceketin cebine elimi attım, burada çok ama çok para vardı, galiba ev alınırdı bu parayla… Ne derler büyükler ‘toparla para mı?’ yok yok ‘tomarla para’ vardı burada; -‘Ama dondurma gazoz, burada çok para var ?’ dedim, şaşkındım gerçekten… -‘ Eh napalım sende büyük bir deniz topu alırsın…’ dedi ve güldü ben parayı cebime sıkıştırmaya başaramadım yanımda içinde birkaç oyuncak ve okuma kitabı bulunan çantama koydum çantamı da güvenli bir yere, dedemin yanına bıraktım ve çıktım odadan… Anneme görünmeden gitsem iyi olurdu, yoksa izin vermezdi… Girişe vardığımda herkesin mutfakta olduğunu hissettim, başka bir kadının sesi de vardı; -‘Kusura bakmayın lütfen, torunum düşmüş kafasını yarmış bir uğrayıp bakmak istedim…’ Galiba bu dondurma gazozun bakıcısı Hayrünisa hanım’dı… -‘Nasıl iyi miymiş bari torun…’ dedi halam -‘İyi Allahtan, korkuttu afacan hepimizi…’ diye cevapladı gölgesinden ve sesinden kadının şişko biri olduğunu anladım… ‘Evde fırın filan yok, mecburen yağda kızartacağım balığı, tüpün üzerinde…’ -‘Aman bişi olmaz ‘ dedi annem ‘ bu yaştan sonra fark etmez’ -‘Hani doktor yağlı yemesin dedi ya o yüzden ‘ dedi Hayrünisa, annemin ve teyzemin umurunda bile olmamıştı bu uyarı… Hatta içlerinden ne geçirdiklerini duyabiliyordum; ‘daha iyi ya’ Bahçeye çıktım, önce gazozları almaya gittim bakkala ki dondurmaları önce alıp da eritmeyeyim… Elimde bir kasa gazozu taşıyamayacağımı anlayan bakkal taşıması için çırağı da yolladı benimle, o gazozları aldı bende tam beş topluk iki tane dondurma aldım, adamcağız sevindi… İki top limon, bir top vanilya, bir top çikolata ve bir top çilekli… Çırak gazozları kapının önüne bırakıp gitti, dışardan gelen seslerimizi duyan halam dışarı çıkmış bana bakıyordu; -‘Dedem istedi’ diye açıkladım o sormadan Şaşırdı belli ki yardım etmek istedi, izin vermedim… Sesimi duyan annemde dışarı çıktı, bana kızgın gözlerle baktı, halamın önüne bir şey demedi ama başka zaman olsa ne yapacağını çok iyi biliyorum… Bu sefer annemin bakışları beni korkutmadı, hem de hiç, galiba artık büyüyordum ve annemin o kadarda güçlü olmadığını öğrenmiştim… Ben kasayı ve dondurmaları içeri dedemin yanına taşımaya çalışırken dondurmalar eriyor, suları ellerime akıyordu, çikolatalı toplardan biri yere düştü annemin kızgın sesi kulaklarımda çınladı, abartılı bir kızgınlık ve kınamayla ismimi söyledi kafamı bile kaldırmadım… Her zaman böyle bağırdığında hazır ola geçen çocuk şimdi onu dinlemiyordu, annem çok şaşırmış olmalı... Elimdekileri taşıyamadığımı düşünen halam ve annem yardım etmeye yeltendiler tekrar ama kabul etmedim yine… O sırada kapıda dondurma gazoz yani dedem göründü, sırtına bir battaniye almıştı, ayaktayken ne kadar da güçlü ve zarif görünüyordu… Annem ve halam hiçbir şey söylemediler sadece, şaşkınlıklarını belli eden birkaç kısa ses çıkardılar sonra mutfağa geri döndüler… Dedem bahçedeki bankı gösterdi; -‘Şurada oturup yiyelim dondurmalarımızı ve içelim gazozlarımızı…’ dedi, titrediğini görebiliyordum, zorlukla hareket edebiliyordu… Galiba artık… Neyse banka oturduk yan yana ben ona sokuldum iyice, üşümüş olduğunu görebiliyordum ve ısınsın istiyordum… Keşke dondurmaları iki top alsaydım, çünkü annem ‘dondurma yersen hastalanırsın’ derdi her zaman Dondurmalarımızı yerken o kadar mutlu gözüküyordu ki dedem, sürekli Sessiz Gemi dediği şarkıyı mırıldanıyordu… İki şişe gazoz içmişti bense üç… O kadar huzurlu hissediyordum ki kendimi galiba dedemde öyleydi… İçimde bir şeyler dans ediyordu. -‘Dondurma gazoz, hiç korkmuyor musun?’ -‘Neden?’ -‘Ya gemi batarsa?’ Güldü hem de çok, sonra cevapladı; —Biliyorum TITANIC bile battı ama inan bu gemi batmaz…’ -‘Peki ‘ dedim Bu yolculuk işine kendimi öyle çok kaptırmıştım ki, ölümden bahsettiğimizi bile unutmuştum -‘Ne zaman döneceksin peki?’ Sol elini kaldırdı zorlukla, hırıltılar çıkıyordu boğazından -‘Bir daha dönmeyeceğim Denizim…’ dedi, gözleri mi yaşarmıştı yoksa yavaş yavaş kararan havada ben mi yanlış görmüştüm bilmiyorum… Az sonra dedeme bir tabak balık getirdiler, yağ içinde yüzüyordu balıklar… Dedem birkaç lokma aldı balıktan; -‘Neden bugün balık yemeyi o kadar çok istedin ki, nasıl olsa denizde olacaksın orada da yersin…’ -‘Doğru’ dedi yüzüme bakıp sonra ellerini ovuşturdu; -‘Hadi içeri girelim…’ Kalan gazoz şişelerini orada bırakıp içeri girdik. O akşam dedem erken yatmak istedi ve yatağına uzanıp gözlerini kapatmadan önce sol gözünü kırptı bende ona karşılık verdim, sonra uyumaya başladı… Anlamıştım, gemi bu gece gelecekti… Annemle ben salondaki küçük kanepede yattık, halam ise Hayrünisa Hanımın evinden getirdiği yer yatağında yattı… Ben hiç uyumadım hep geminin düdüğünü duymayı bekledim, dedemin elinde çantası bana veda etmeye gelmesini onu gemiye bindirmeyi ve arkasından su dökmeyi çok isterdim ama olmadı sabaha karşı uyumuşum, rüyamda beyazlar giymişti dedem, elinde bir olta vardı ve ‘hoşça kal’ dedi ve dalgalara karıştı görüntüsü bense ağlıyordum, gitme diye… Sabah Hayrünisa teyze uyandırdı beni; -‘Hadi küçük kız, seninle biraz gezeceğiz’ dedi ve kucakladı küçük bedenimi, ayakkabılarımı giydirdi, dedemin odasından çantamı da aldı o çantamı almaya girdiğinde içeri baktım, dedemin karnı inip çıkmıyordu… Annem ve halam fısır fısır bir şeyler tartışıyorlardı mutfakta… Galiba bugün de bana bakacaktı Hayrünisa Hanım, onlar dedemin cesedini satarlarken ben hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi eğlendirilmeye çalışılacaktım, dışarı çıktık… Hayrünisa teyze elimden sıkıca tuttu, biz çıkarken birileri eve doğru ilerliyorlardı, Hayrünisa teyze adamları anneme ve halama yollayıp yürümeye koyuldu benle birlikte… Bahçede dün dedemle oturduğumuz banka baktım, gazoz kasası yerde duruyordu ama dünden artan gazoz şişeleri yoktu, galiba yolda susamaktan korkmuştu dondurma gazoz… Yürüdük, sahil boyu… denizi kokladım ve el salladım uzakta gördüğüm bir gemiye… Ve karar verdim, bir gün büyüdüğümde ismimi değiştireceğim ‘DENİZ’ olacağım… Ve galiba dede, dün yediğim dondurmanın da gazozun da tadını asla unutmayacağım…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alper Turan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |