Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Filiz yüksek okulun terzilik bölümünü bitirmişti. O, şehirde doğmuştu ancak ara sıra tüm aile aynı şehirde olan annesinin köyüne giderlerdi. Hatta liseyi bitirdiği sene sınava hazırlanırken altı ay köyde dedesinin yanında kaldı. Anneannesi iki yıl önce şekere bağlı böbrek yetmezliğinden ölmüştü. Dedesi yalnızdı ve Filizin dört tane daha kardeşi vardı. O da daha rahat ders çalışabilmek için gelmişti buraya. Hem dedesine yemek pişiriyor ara sıra temizlik yapıyor hem de derslerine çalışıyordu. Dedesi cömert adamdı onu harçlıksız bırakmazdı. Dedesiyle araları yalnız oldukları zamanlar iyiydi ama kalabalıklaşınca ev dedesi biraz huysuzlanır ve gürültü yapan torunlarına bağırırdı. Annesi tam yedi kardeşti. Akrabaları ara sıra ziyarete gelirdi dedesini. Dedesi gündüzleri köy odasına gider. Öğleyin yemeğe gelir, bazı günler tekrar gider, akşamüstü tekrar gelirdi. Akşamları yalnızken ve dedesi trt1 den haber izlemediği zamanlar çay içerken ona annesinin küçüklüğüyle ve diğerleriyle ilgili, kendi gençliği ile ilgili anılar anlatırdı. Bazen güler oynarlardı bazen de birlikte hüzünlenirlerdi. Zaten babası onu dersaneye gönderecek durumda değildi, zaten oda çok idealist biri değildi. Biraz isteyerek, biraz kabullenerek yaşıyordu bu şekilde. İleriye yönelik hedefleri yoktu. Hırslı biri değildi. Aksine uyumlu, sessiz ve çekingendi. Gündüzleri evde yalnızdı. Haftada bir-iki gün büyük teyzesine giderdi. Kendi yaşıtı iki teyze kızıyla konuşurlar, birlikte zaman geçirirlerdi. O evde biri daha vardı. Teyze oğlu Selim ya da Selim ağabeyleri. Selim köyde yetişmiş ve ortaokuldan sonra bir meslek sahibi olmak için sanayide işe girmişti. Cılız vücudu ilk zamanlar biraz zor alışmıştı bu işe ancak şimdilerde aranan ustalardan biriydi. Yaşıtları arasından saygı ve dürüstlüğüyle parmakla gösterilirdi. Askerden yeni gelmesine rağmen ustabaşı olarak işe başlamıştı. Çok çekingen ve çok kibar biriydi. O kadar ki sever fakat söyleyemezdi. Öylede oldu. Bir pazar günü Filiz ev halkının bağa elma toplamaya gittiğinden habersiz teyzesinin evine geldi. Kapının önünde durdu. Nedendir bilinmez içini çekti, başını yere eydi. Biraz böyle bekledikten sonra başını kaldırdı ve sağ elinin iki parmağıyla kapıya vurdu. Biraz sonra Selim kapıyı açtı. Kapıda Filizi görünce şaşırmıştı. İçeri buyur etti. İçeri girip eski sedire oturduktan sonra teyzesini sordu. Selim onun tam karşısındaki sandalyeye oturmuştu. Onların bağda olduklarını söyledi. Sessizlik içindeydi ev ikisi de susmuş oturmuşlardı. Bir ara Selim tüm cesaretini topladı ve Filizin gözlerinin içine baktı. Filiz, Selimin kendine baktığını fark etmişti. Başını kaldırdı bir an baktı ve gözlerini kaçırdı. Selimin zaten az olan cesareti iyiden iyiye kırıldı. Filiz gitmek için ayağa kalktı. Selim peşinden yolcu etmek için gitti. Tam kapıdan çıkarken Filiz diye seslendi. Filiz diye başlayan ve sevgi cümlesi olan binlerce şey söyleyebilirdi. Mesela Filiz; seni seviyorum, ne olur bir saniye sonra git de biraz daha göreyim güzel yüzünü, ne olur kaçırma güzel gözlerini, sen bir sanat eserisin, hayatımın anlamısın… Ama o bunlardan hiç birini söylemedi. Cümlesi sevgi cümlesi değil bilgi cümlesi oldu. Annemler saat üç gibi gelirler dedi. Filiz sağol dedikten sonra arkasını dönüp gitti. Selim dönüp bakar mı diye biraz kapıda bekledi, ardından kapıyı kapatıp cama koştu ve gözden kayboluncaya kadar izledi onu. Ama hiç bakmamıştı arkasına, bu durum Selimin sevgisini ve acısını biraz daha arttırdı ama umudunu azalttı. Ve Selim korkularıyla yaşamaya devam etti. Filiz’e bir daha bu kadar hiç yaklaşamadı. Ta ki… Esra hukuk fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiydi. Okulu doğup büyüdüğü yerden ve ailesinden çok uzakta Ankara’daydı. Ailesinin tek çocuğuydu. Hem annesinin hem de babasının göz bebeği idi. Tek olması sebebiyle iyi bir çocukluk geçirmişti. Kendine güvenen, çok aktif ve cesaretli biriydi. Hukuk fakültesini babası gibi avukat olmak için seçmişti. Babası İzmir’in en tanınmış avukatlarından biriydi. Annesi ise sahibi olduğu kolejin müdürlüğünü yapıyordu. Esra zeki biriydi. Bir vakıf üniversitesine gitmek varken çalışıp devlet üniversitesini kazanmıştı. Derslerine düzenli olarak devam ederdi. Tek başına kaldığı evine ara sıra arkadaşlarını davet ederdi. Akşamları ara sıra arkadaşlarıyla bir yerlere eğlenmeye giderlerdi. İnsanları sever ve kim olursa olsun saygı gösterirdi. Bakımlı ve güzel biriydi. Bulunduğu ortamlarda erkeklerin ilgisi ona yönlenirdi. Oda kendine göre doğru erkeği bulabilmek ve gerçek sevgiyi tadabilmek için ara sıra erkelerle yakın arkadaşlık kurardı. Ahmet de onlardan biriydi. Aynı fakültede okuyorlardı. Kantinin çok kalabalık olduğu öğle saatlerinde Ahmet öğle yemeği için bir şeyler almıştı ve elinde bir tepsi ile Esra’nın tek başına oturduğu masasının yanına geldi ve boş olan sandalyeye oturmak için izin istedi. Esra evet manasında başını salladı. Ahmet oturduktan sonra kendini tanıttı ve yemeğini yemeye başladı. Ahmet onun sağında oturuyordu. Oda Ahmet‘in tam karşısındaydı. Biraz sonra Esra masaya doğru döndü ve masanın üzerinde duran telefonunu çantasına koydu, çantanın içini karıştırıp bir şeyler aradı. Biraz karıştırdıktan sonra yüzünde bulamamanın ifadesi belirdi. Kafasını kaldırdı ve Ahmet ile göz göze geldi. Ona ne aradığını sordu. Not defterini aradığını ve bulduğunu söyledi ve ayağa kalktı, çantasını sol koluna taktı ve hiçbir şey söylemeden çıkışa doğru yürümeye başladı. Biraz sonra dönüp baktığında Ahmet yemeye devam ediyordu. Esra o an Ahmet’i fark etti ve yürümeye devam etti. Daha sonra ikisinin de üyesi olduğu fakülte öğrenci topluluklarının birinde tekrar karşılaştılar ve tanıştılar. Ahmet Dış İlişkilerde dördüncü sınıfı okuyordu. Derslerine devam etmeye uğraşıyordu ancak okulun bu sene bitmeyeceği kesindi. Evli bir ablası vardı. Bu yaşına gelmesine rağmen yinede evin en küçüğü o idi. Memur anne ve babasının gönderdiği para ile geçinmek zordu. O da akşamları bir kafe de gitar çalışıyordu. İki senedir çalıştığı bu yerden aldığı para babasının gönderdiği paranın nerdeyse iki katıydı. Üç arkadaşı ile beraber tutukları evde birlikte kalıyorlardı. Çok yakışıklı değildi fakat popüler biriydi. İnsanlarla ilişkileri iyiydi. Kızlar ona göre basit varlıklardı. Genelde kısa süreli ilişkiler kurardı. Kendini gerçekten sevmişte olsa onları hayal kırıklığına uğratmaktan çekinmezdi. Fakat Esra farklıydı. Sanki ona ulaşmak için kocaman duvarları aşmak gerekiyordu. Ama Ahmet bir türlü bu duvarları aşıp Esra’ya ulaşamıyordu. Ara sıra öğrenci topluluğunda karşılaşıyorlardı ancak Ahmet fazla yaklaşamıyordu ya da Esra buna izin vermiyordu. Bu durum Ahmet için tam bir saplantıya dönüşme noktasına geldiği anda Esra daha fazla dayanamıyor ve Ahmet’in kendisine yaklaşmasına izin veriyordu. Ahmet onu gitar çaldığı kafe ye davet etti. O akşam sahneye çımasına on dakika kala Esra yanında iki arkadaşıyla geldi. Onlarla biraz ilgilendikten sonra sahneye çıktı ve bir saat boyunca çalmaya devam etti. Ara verdiğinde Esra’nın yanına geldi ve biraz sohbet ettiler. Ama hala bir şeyler vardı. Ahmet anlamakta güçlük çekiyordu. Tam sahneye çıkmak üzereyken Esra gitmek için izin istedi. Ahmet yanılmadığını anladı. Yinede biraz şaşırmıştı. Fakat bu şaşkınlığını belli etmedi. Onlara kapıya kadar eşlik etti. O günden sonra Esra ulaşılması imkansız biri gibi gelmeye başladı. Esra için Ahmet ise gizemini kaybetmişti. Daha sonraki görüşmelerinde değişen pek fazla bir şey olmadı. Kampüsün içinde bir bahar günü çiçekleri yeni açmış kalınca bir ağacın yanında, topraktan uçlarını yeni çıkarmış olan çimlerin üzerinde otururken. Ahmet derin derin Esra’nın gözlerine baktı. Elini tuttu ve kalp atışları hızlandı. Gözleri kızarmış gibiydi ve hafif nemlenmişti. Esra sanki onun ellerinden bu kalp atışlarını hissediyordu. Ve biliyordu bu güne kadar kimse onu bu kadar sevmemişti. Oda derin bakışlarına karşılık verdi. Ahmet onun gözlerinin içinde kayboluyordu. Esra da kendinde kaybolan bu gözlerin içinde kayboluyordu. Esra o an gerçek sevgiyi tattı. Uzun süre durdular öylece. Ahmet Esra’ya hayran, Esra Ahmet’in sevgisine hayran. Fakat zaman her şeyi eskitip yıpratan bir şeydi. İlişkileri bu dozda bir süre devam etti ancak sonunda onları ayıran yine Esra’nın korkuları oldu. Esra’yı bu şekilde davranmaya iten korkularıydı. Elbette uzun zaman o bunun farkına varamadı. Ta ki bu korkularını yeninceye kadar. Esra bu sevgiye hayran olmuş ancak ulaşmanın tatmini ile kendini soğumuş zannediyordu. Onun bu halinin tam tersi Ahmet’e olmuştu. Kendinden uzaklaşan Esra her geçen gün daha ulaşılmaz, imkansız, kusursuz ve hayal oldu. Bu sevgisinin hiçbir zaman bitmeyeceğini ve onsuz yaşayamayacağını düşünmeye başlıyordu. Esra ise kendisi için bu sevginin ne anlam ifade ettiğini henüz anlamamıştı. Yıllar sonra Esra böyle davrandığı için pişman olacak ve Ahmet ile beraber olmak isteyecekti ama…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Pink Floyd, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |