Gerçeği arayan bir insan, öncelikle her şeyden gücü yettiğince kuşku duymalıdır. -Descartes |
|
||||||||||
|
Ayak uçlarına basarak, hızla koridoru geçti. Sokak kapısını açmadan önce “Acaba uyanan kimse var mı?” diye koridorun sonundaki odaya göz ucuyla baktı. Odada herhangi bir ışık görmeyince babasının uyanmadığını düşünerek kapıyı açtı. Sokak kapısını açtığında sigara ve içki ile ağırlaşmış parfüm kokusunun ağırlığı burun direğini sızlattı. Karşısında duran, kız kardeşi Gülfer’di. Bir an kardeşini tepeden tırnağa süzdü. İçinden “Allah’ım, bu benim kız kardeşim olamaz” diye geçirdi. Aklında ki düşünceyi hemen savuşturarak kız kardeşini eve aldı. Kardeşiyle birlikte kaldıkları odaya giderken yeniden anne ve babasının yatak odasının kapısının altında herhangi bir ışık olup olmadığını, ya da bir ses gelip gelmediğini anlamak için bir an durakladı. Nilüfer odanın kapısını kapatır kapatmaz, -Bu saatte nereden geliyorsun?... Ayrıca bu kılık, kıyafet, makyaj ne böyle?, diye kardeşini azarladı. Gülfer ablasının sorduğu soruya gayet ilgisiz ve vurdumduymaz bir sesle, - Amannn abla!.. Arkadaşlarla toplanmıştık. Koyu ve tatlı bir sohbete dalınca zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Bunda bu kadar kızacak ne var? diye cevapladı. Aslında Nilüfer kız kardeşinin nasıl bir toplantıya katıldığını çok iyi tahmin edebiliyor ama aklına gelenleri kız kardeşinin yapmayacağına kendisini inandırmaya çalışıyordu umarsızca. Kız kardeşi üstündeki allı pullu elbiseyi çıkarıp makyajını sildikten sonra yatağa girip hemen uykuya daldı. Bunu biraz da ablasının odanın içinde bir aşağı bir yukarı gidip gelmesini görmemek için yapmıştı. Nilüfer’in ise “Bu kızla ben ne yapacağım, annemlere nasıl anlatacağım?” diye düşünmekten beyni zonklamaya başladı. İlerleyen zamanla birlikte uykusuzluğa yenik düştü. Sabah geç uyanan Gülfer, mutfağa girdiğinde anne ve babasıyla karşılaştı. - Günaydın, diyerek masaya oturdu ve annesinin kendisi için toplamadığı kahvaltı sofrasına oturdu. Ekmeğine yağ sürerken annesinin kendisini süzen ve babasını işaret eden bakışlarıyla karşılaştı. Bir yandan annesinin bakışlarına gözleriyle cevap verirken bir yandan da başıyla babasını işaret ederek “Bana ne!..” dercesine omuz silkti. Hemen ardından, - Reçel çok güzel olmuş, ellerine sağlık anne, dedi İki lokmada elindeki ekmeği bitirdi. Babasının öfke dolu bakışlarını görmezden gelerek hızla sofradan kalktı. Üstünü giyip makyajını yapıp dışarı çıkmak üzere oda kapısına yöneldiği sırada, - Bu akşam eve gelmeden önce senin cep telefonunu çaldırırım, dedi ablasına ve kendisine cevap verme fırsatını vermeden odadan çıktı. Kısa bir süre sonra ise sokak kapısının sesi duyuldu. Nilüfer çaresiz, perişan ve yumrukları sıkılı bir şekilde torba gibi çöktü yatağa. Kendi kendine, - Off…off!… Ne yapacağım? Kız kardeşim ve ailemle nasıl başa çıkacağım?, diye mırıldandıktan sonra mutfağa gitti. Babasının çay bardağına yeniden çay doldurmakta olan annesine “engel olamadım,” dercesine bir bakış fırlattı. Babasının bakışlarıyla karşılaşmaktan ise özellikle kaçındı. O gece yine geç saatlere kadar Gülfer’in eve dönmesini bekledi. Cep telefonu çaldığında sabah olmasına az bir zaman kalmıştı. Kız kardeşini eve alan Nilüfer, odaya girdikten sonra, yatağa oturan kız kardeşinin önünde çömeldi, yüzünü avuçlarının arasına alarak, - Bu kadar geç saatte eve gelmen, dekolte giysiler giymen, makyaj yapman, üstüne sinmiş olan içki, sigara ve losyon kokusu beni çok rahatsız ediyor ve üzüyor, dedi. Kardeşinin kendisini dinleyip dinlemediğini anlamak için kısa bir süre sustuktan sonra, - Bak, babam her şeyin farkında, her gün sen evden gittikten sonra beni adeta sorguya çekiyor. Artık anneme ve babama söyleyecek yalan bulamıyorum. Ayrıca senin bu vurdum duymaz davranışların beni de çok üzüyor, diye konuşmasına devam etti. Ablasının babasını savunurcasına konuşmasına sinirlenen Gülfer, - Ne demek!.. Benim yaşım on sekizi çoktan geçti ve o bana karışamaz. Hem de hiç!.. Ayrıca bana bu evde en son laf söyleyecek kişi o’dur. Bir kaç yıl öncesine kadar eve para getirmiyorum diye beni herkesin içinde azarlamasını, arkadaşlarımla birlikteyken kolumdan tutup sürükleyerek dışarı çıkarmasını ve bana yaptığı pek çok şeyi daha unutmadım, derken sesi titremeye ve ağlamaya başladı. Nilüfer kardeşinin çaresizliğine dayanamayıp, yanına oturdu, - Tamam canım, sakin ol… Ama o da bizim babamız... Ne yapabiliriz ki?, dedi. Bu söz üzerine Gülfer ıslak, uykusuz ve yorgun gözleriyle ablasının yüzüne, sanki onu ilk defa görüyormuşçasına baktı. - Babamız ha?.. Senin baban olabilir ama o benim babam değil…O beni nasıl evladı olarak kabul etmiyorsa, ben de onu baba olarak kabul etmiyorum, dedi. Nilüfer kardeşini sakinleştirmeye çalışırken Gülfer hızla çantasını açtı ve çantasındaki paraların büyük bir kısmını ablasının yüzüne fırlattı. Sinirlerine hakim olamıyordu. Ablasının kendisini sakinleştirmek için söylediği sözleri ise hiç duymuyordu. Bir süre daha katıla katıla ağladı. Ablasının elini omzunda hissettiğinde ise eliyle itti, - Çek elini omzumdan, dokunma bana, diye bağırdı. Hemen ardından da, - Sana verdiğim parayı da babam olacak adama ver, dedi. Nilüfer cevabı için için bilmesine rağmen yine de kardeşine, -Niye?.., diye sormaktan kendini alamadı. Gülfer acı dolu bir sesle , - Niye olduğunu sen benden daha iyi biliyorsun. Babam para gördüğü anda başka bir insan olur. Hatırlamıyor musun, geçen yıl tekrar beni dövmeye başladığı günlerde, namustan dem vuran, babam dediğin kişiye birkaç defa para verdiğimde nasıl sesini kesti? Şimdi oturup da bana namusla ilgili nutuk çekmeye kalkışmasın, dedikten sonra yatağa yattı. Nilüfer ise yatağında kız kardeşinin hıçkıra hıçkıra ağlamasını dinlemekten başka bir şey yapamadı. Sabah erkenden kalkan Nilüfer hışımla mutfağa gitti. Babası da yeni uyanmıştı. Mutfak kapısında Nilüfer’i gördüğünde, kardeşinin eve dönüp dönmediğini soran gözlerle baktı. Nilüfer’in öfkesi ise, sorgulayan gözlerle kendisine bakan babasını görünce daha da arttı. Kardeşinin verdiği parayı babasına uzatırken, - Bunu Gülfer sana vermemi istedi. Ne zamandan beri değiştirmek istediğin mutfak dolaplarını ve seramikleri değiştirirsin, dedi. Babası, Nilüfer’in kendisine uzattığı parayı gözlerinin içi ışıldayarak aldı. Ablasından on beş dakika sonra uyanan ve mutfağa gelen Gülfer’in ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleri Nilüfer’in kalbini dağladı. O sabah, namus delisi olan babaları bütün bir kahvaltı boyunca, gülerek kız kardeşiyle konuştu, hatırını sordu. Böylece Gülfer’in eve geç gelmesi, kılık kıyafeti gibi sorun edilen konular bir süreliğine de olsa rafa kaldırılmış oldu. Çünkü Gülfer babasına rüşvet olarak verdiği yüklü para ile geçici bir süreliğine de olsa, onun sevgisini ve ilgisini satın almayı başarmıştı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Işın Çavdar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |