Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
|
||||||||||
|
Sokaktaki hareketlilik canını acıtıyordu. Ölümü özlüyor, ölümün bir türlü gelmemesi, bir türlü ölememesi onu daha da isyan etmeye sürüklüyordu. Her gün kapısının önünden sarmaş dolaş geçen çifte baktı. Sokağın köşesinden dönüp kayboluncaya kadar izledi onları. Her gün olduğu gibi gözünden bir damla yaş süzüldü. Sonra topladı kendini, ağlamayacaktı. Söz vermişti kendi kendine ağlamayacaktı. Ne kadar uzun zaman olmuştu sokağa çıkıp kalabalığa karışmayalı. Oysa önceden öylemiydi. Ne kadar hareketli, ne kadar şatafatlı bir hayatı vardı. Sevilen, aranan bir oyuncuydu. Bütün televizyon kanalları, yapımcılar, cast ajanslar, sinema yönetmenleri hepsi peşinde koşardı. Hangi filmde veya hangi dizide oynarsa, oynasın mutlaka çok iyi gişe yapar, bütün reytingleri altüst ederdi. Çok başarılıydı, çok yakışıklıydı, çok zengindi, çok çapkındı. Etrafı sürekli tek bakışı için hayatını feda etmeye hazır kadınlarla çevriliydi. Ama gerçek aşkı özlüyordu. Gerçek aşkını hayatta tek sevdiği kadını düşlüyordu. Üniversitedeyken sıcacık gülüşüne vurulduğu siyah gözlü kızı hiç unutmadı. Her zaman ona ulaşamamış olmanın eksikliğini taşıdı kalbinde. Koltuğundan kalktı. Pencereye iyice yaklaştı. Pencereyi açtı. Yüzüne serin bir rüzgâr çarptı. Aşağıya baktı. “Buradan kendimi atsam.Anında ölebilsem. Sabah bütün gazetelerde birinci sayfada olurum Gazeteler “Korkunç bir trafik kazasında yüzünün yarısı tamamen yanan ve kolu kopan ünlü, başarılı oyuncu Ali Turhan çektiği acılara dayanamadı ve intihar etti. Kendini sekizinci kattaki evinin camından atan oyuncu anında can verdi.” Yazarlardı diye düşündü” Uzun süre dikildi açık pencerenin önünde. Öldükten sonra birkaç gün intiharını konuşacaklar, birkaç kişi acıyıp vah, vah diyecek, sonrada unutulup gidecekti. Tıpkı şimdi olduğu gibi Belki de yüzünün bu halini de fotoğraflarlardı. İşte buna dayanamazdı. İnsanlar onu yanık yüzüyle, ölü bedeniyle değil. Yakışıklılığıyla, herkesin beğendiği muhteşem gülümsemesiyle hatırlamalıydı. Pencereyi kapattı. İçeri girdi. Aynanın önünden geçerken yine başını çevirdi ve aynaya bakmadan geçti. Çok korkuyordu aynaya bakmaktan. Mutfağa gidip kendine içki hazırladı. Sürekli evde olunca vakit bir türlü geçmiyordu. Duvarlar üzerine, üzerine geliyordu. Uyuyamıyordu da. Ne zaman gözlerini kapatsa o cehennem dakikaları gözünün önüne geliyordu. Can sıkıntısından televizyonu açtı. Kanalları gezerken tesadüfen eski bir filmine denk geldi. Donup kalmıştı. Kendisini görmeyeli ne kadar uzun zaman olmuştu. Tıpkı bir yabancıyı seyreder gibi. Tıpkı hayranı olduğu bir sanatçıyı seyreder gibi seyretti kendisini. Elinde aylardır düşürmediği içki kadehi öylece kaldı televizyonun karşısında Sonra yaşadıkları geldi aklına, Üniversite yılları. Üniversiteyken her yemekte karşılıklı oturup hep göz göze geldiği ama bir türlü açılıp aşkını itiraf edemediği Füsun Uzun, siyah saçlı, kapkara gözlü, ipek tenli Füsun.“Ne kadar da güzeldi. Nasılda sımsıcak gülümserdi” diye geçirdi içinden. Sonar okul bittikten sonra tesadüfen tanıtlığı ajansın sahibi ve onu keşfetmesi. O pırıltılı, şatafatlı dünyaya adım atışı. Nasılda çok çalışırdı. Sabahlara kadar aç, yorgun, hep daha iyisini yapmaya kararlı. Nasılda hırsla çalışırdı. Daha ünlü, daha başarılı, daha yüksekte olabilmek için hırsla çalışır. Kimseyi ve hiçbir şey gözü görmez. Sadece çalışmak için ve hırsı için yaşardı. Etrafı nasılda dostum dediği insanlarla doluydu. Herkes onunla tanışabilmek, onun yanında olabilmek için sıraya girer. Ali Turhan’ın arkadaşlığını kaybetmemek için, onu gücendirmemek için o ne söylerse “Peki Dostum” derlerdi. “Çok severlerdi Ali Turhan’ı çok” dedi fısıldayarak. Peki, şimdi herkes nereye gitmişti. Etrafında ne can dostum dediği adamlar, ne ona âşık kadınlar, nede onun için canını vermeye hazır olanlar vardı. Nereye gitmişlerdi. Şimdi neden onu burada yapayalnız bırakmışlardı. Sonra o gece geldi aklına. Ne kadar unutmaya ve hatırlamamaya çalışsa da bir türlü unutamıyor. Hafızasından atamıyordu. O gece neredeyse günü ilk ışıklarına kadar eğlenmişler, sabahı etmişlerdi. Son model arabasıyla bardan çıkmış, bütün arkadaşlarını evlerine bırakmıştı. Mutluydu. Mütemadiyen gülümsüyordu. Çalışarak, çok çalışarak, hırsla, kendinden, kişiliğinden ödün vererek tırmandığı zirveyi seviyordu. Hiçbir eksikliği yoktu hayatında. Para, şan, şöhret, kadınla, cinsellik hepsi, hepsi vardı hayatında. Bir tek aşk yoktu. Heyecanlandıran, nefesini kesen bir aşk yoktu hayatında. Onun eksikliğini de başka şeylerle kapatıyordu. Hayatında aşkın eksikliğini başka şeylerle, şanla, şöhretle, parayla, lüks evler ve arabalarla kapattığını zannediyordu. O gece Ali Turhan bunları düşünerek son model lüks arabasını haddinden fazla hızlı kullanarak lüks evine varmaya çalışıyordu. O kadar çok içmişti, öyle çok yorgun ve uykusuzdu ki Tek istediği bir an önce eve gidip uyumaktı. Sonra şehrin göbeğindeki kırmızı ışıklarda durdu. Arabasına bir fahişe yaklaştı. Aslında böyle kadınlara camı açmaz, onlarla muhatap olmazdı ama bu kez açmıştı işte. Arabasına yaklaşan fahişe yıllardır hayalini kurduğu, okul yıllarından beri âşık olduğu, uzun siyah saçlarını, kapkara gözlerini unutamadığı Füsun’du. Göz göze gelince ikisi de tanıdı birbirini ve utançla titrediler. Füsun hiçbir şey söylemden uzaklaştı. Ali Turhan’da öyle.Gaza bastı ve hızla uzaklaştı oradan. Ama gözlerinin önünden Füsun gitmiyordu bir türlü. Pişmanlıklar doluydu. Cesaretsizliğine Sevdiği kadına aşkını itiraf edemeyişine, sırf hırsı yüzünden para, şan ve şöhrete kapılıp Füsun’a sahip çıkmadığı için çok pişmandı. Ağlamaya başladı. Tüm kaybettikleri için ağlıyordu. Arabasını o kadar hızlı kullanıyordu ki. Öylesine yorgun, mutsuz ve sarhoştu ki. Bir an için direksiyon hâkimiyetini kaybetti ve arabası uçurumdan aşağı yuvarlandı. Kazanın ilk anında bilici yerindeydi. Kurtulmak istedi fakat sıkışmıştı bir milim hareket edemiyordu. Arabasının arkası alev almaya başlamıştı. Çıkmaya çalışıyor ama çıkamıyordu bir türlü. Cep telefonundan 112 yi aradı ve ambulans çağırdı. Bu hatırladığı son şeydi. Gözünü açtığında bir hastane odasındaydı. Kendini bomboş hissediyordu. Kıpırdayamıyordu. Sonra yüzündeki sargıyı hissetti. Zorlukla konuşarak bir ayna istedi ama hemşireler vermediler. Kaç gün geçti ya da kaç ay saymadı Ali Turhan. Sayamadı. Sonra bir gün yüzündeki sargıları çıkarmaya geldiler. Öylesine uyuşmuştu ki bütün vücudu. Hissetmedi hiç bir şey. İçinde derin, boğuk ve soğuk bir acıdan başka hiçbir şey hissetmiyordu. Sargıları çıkardılar. Bir zamanlar onun hayranı olan genç hemşire acıyarak, iğrenerek ve korku dolu gözlerle baktı Ali Turhan’a Ali Turhan kolunu fark etti o an.Dirsekten aşağı olmayan kolunu. Tek elini yüzüne kapattı ve acıyla sarsıldı. “Ayna istiyorum, ayna verin bana” diye bağırmaya başladı. Bağırmasından korkan hemşirelerden birisi titrek ellerle bir ayna uzattı Ali Turhan’a Korkuyla baktı aynaya Ali Turhan ve bir kez daha acıyla titredi. Bu aynada gördüğü adam kendisimiydi. O anda bir sinir krizine tutuldu. Bağırmaya, bağıra, bağıra ağlamaya başladı. Kalkmak, buradan çıkmak, böyle yaşamaktansa ölmek istiyordu. Aynada yüzü tanınmayacak kadar yanmış bir adam vardı. Bu kendisi olmazdı. Ali Turhan gözyaşları içinde, her gün ağlayarak, her gün ölmediğine yüzlerce kez lanet ederek geçirdi hastanedeki günlerini. Hiç kimse ile konuşmadı. Birkaç kez ölmeyi demedi. Başaramadı. Her seferinde kurtardılar Ali Turhan’ı. Yaşattılar. Ali Turhan evine geldi ve kendisini evine kapattı. İlk günlerde birkaç gazeteci kapısını aşındırdı. Birkaç dostu görmeye, onunla konuşmaya çalıştı ama zamanla hepsi gitti. Unuttular Ali Turhan’ı. O’nu kendi dünyasında, kendi acılarıyla baş başa bıraktılar. Ali Turhan yaşadıklarını düşünürken gözlerinde kurumuş olan gözyaşları, elinde bitmiş olan içki kadehi öylece bakakaldı televizyona. Kendi oynadığı film bitmiş. Başka bir program başlamıştı. Gidip içki şişesini yanına aldı. Saatler boyunca içti, ağladı. Ağladı, içti. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Ali Turhan bardağında kalan son yudumu içti. Balkona çıktı. Tek elini balkon demirine dayadı. Üşüdüğünü hissetti. Sokak lambalarını seyretti. Caddeye baktı uzun, uzun. Yoldan tek tük geçen arabaların silik ışıkları gözünü aldı. Derin bir nefes aldı ve kendini sekizinci kattan aşağı bıraktı. Aşağıya düşerken tek düşündüğü Füsun’du. Sert bir şekilde yere çarptı ve anında öldü. Gece yarısında buldular cesedini ve hastaneye götürdüklerinde çoktan ölmüş olduğu öğrendiler. Sabah gazetelerde manşetten değil de üçüncü sayfada küçücük bir haberle yayımlandı ölüm haberi. “Ünlü oyuncu Ali Turhan intihar etti.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © SABRİYE NİŞANCI, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |