Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
DERGÂHTAKİ AYYAŞ Kendisini “ney”de Mevlevî, “mey”de Bektaşi olarak tanıtan Tevfik Kolaylı –nam-ı esas Neyzen Tevfik- aslen Bafralıdır. 24 Mart 1879’ da Bodrum’ da doğmuş, 5 yaşındayken babası ile gittiği bir kır kahvesinde, ömrü boyunca ona dostluk edecek olan ney ile tanışmıştır. Bu tanışma ile “bir tahtasının eksildiğini” söyleyen Tevfik, ilk ney derslerini Urlalı bir neyzen olan Berber Kazım’dan almıştır. Bu dönemde, ileride kendini sık sık tekrarlayacak olan sara nöbetlerinin de ilki gerçekleşmiştir. Yatılı olarak başladığı İzmir İdadisi’nden, hastalığı nedeniyle ayrılır. Ney’e duyduğu derin sevgi, onu İzmir Mevlevihanesi’ne sürükler. Burada, hicve dayalı üslubunu oluşturmasında önemli bir yer tutan Şair Eşref ile tanışır. 1898’de de Muktebes dergisinde ilk şiiri yayınlanır. Aynı yıl, babasının isteğiyle İstanbul’a gelir, Galata ve Yenikapı mevlevihanelerine yerleşir. İstanbul’a gelişi, Tevfik’in hayatında bir dönüm noktasıdır. Neye olan ilgisi burada pekişmiş, Tevfiklikten Neyzen Tevfikliğe geçmiştir. İstanbul mevlevihaneleri onu Mehmet Akif’e, Mehmet Akif ise onu devrin seçkin musiki ve edebiyat çevresine götürmüştür. Kural tanımazlığı, cüppe-şalvar yerine pantolon giymesi ve geceleri dergâhta kalmayışının eleştirilmesi üzerine Mevlevî Tarikatı’ndan ayrılıp Bektaşî Tarikatı’na bağlanmıştır. Sonrasında M. Akif’in desteğiyle Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiş; dost çevresine Ahmet Mithat Efendi, Tevfik Fikret, Halid Ziya, Tamburî Cemil ve Yunus Nadi gibi önemli isimleri katmıştır. Ney üflemedeki ustalığı ve sözünü esirgemezliği, tüm kurallarını reddetmiş olsa da, toplum tarafından tanınıp yaygın bir ün kazanmasını sağlamıştır. Neyzenliğinin yanı sıra ününü pekiştirmesini sağlayan, Neyzen’i Neyzen yapan bir diğer öğe de şiirleridir. Dil bakımından birbirlerinden çok farklı olan şiirlerinin bazıları ağır bir dil ile bazıları da sokak dili ile yazılmıştır. Şiirlerinde din-mezhep ayrımcılığını, yobazlığı, baskıyı, eşitsizliği, yapay batıcılığı, çıkarcı politikacıları eleştirmiş; eşitliği ve özgürlüğü savunmuştur. “Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler, Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus dediler. Künyeni almak için partiye ettim telefon, Bizdeki kayda göre, şimdi o meb’us dediler!” tarzındaki şiirleri ile –haklı olarak- Türk Edebiyatı’nın hiciv(yergi, taşlama) türünün Nef’i ve Eşref’ten sonraki en önemli şairi olarak anılmıştır. Ancak, halk tarafından daha çok bilinen şiirleri, taşlamalarının bol küfürlü olanlarıdır. Küfrü ve argoyu şiirlerinde sıkça kullanmasını eleştirenlere şu cevabı vermiştir: “Sövmek müsekkin-i âsabtır (sakinleştiricidir). Binaenaleyh, herkes için meşru bir haktır. Ben, bu hususta hiçbir hudut tanımam. Sevme hürriyeti olduğu gibi, sövme müsavatı da olmalı. Herkes, bi-kaderî imkan sövebilmelidir.” Şiirlerinde küfür ederken bile şiirselliği elden bırakmamış, düşüncelerine katılmadığı/anlam veremediği edebî, tarihî, efsanevî şahsiyetleri de küfürlerinden mahrum bırakmamıştır. Yaşamı boyunca “utanmama”yı savunmuş, “diğerlerinin” kendisine olan bakışlarını umursamamıştır. “Utanma! Utandıkça rahat yaşayamazsın. Görmüyor musun, ben kimseden utanıyor muyum? Başkaları benim halimden utansın!” diyerek, dış dünyanın görüşüne endeksli yaşamı tümüyle reddetmiştir. Kendisine Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde özel bir oda tahsis edilmiş, “kafasını dinlemek istediği zamanlarda” bu odaya çekilmiş olan Neyzen, meyhaneler ve sokaklardan beslenerek oluşturduğu görüşler ile dergâhlılığın getirmiş olduğu temel görüşleri sentezlemiş ve bir “hiç” olmuştur. O, hiççiliği ile hayatı, insanlığı, dünyayı tümden silmemiş, karşıtlıkların birbirlerini var ettiği düşüncesinin ortasında, “varlığın sarhoşluğu” vesilesiyle asıl “hiç”i bulmuştur. Boynunda eski yazıyla “HİÇ” yazan Neyzen’in derbederlikle geçmiş olan, söylenceleşen yaşamı 28 Ocak 1953’te son bulmuştur. Cenaze namazına önemli politikacılar, profesörler, kalburüstü sanat, edebiyat ve musiki camiası, öğrenciler, dergâh erenleri ile “esas dostlarım” dediği sokak çalgıcıları, esrarkeşler, sarhoşlar, serseriler katılmıştır. Beşiktaş Meydanı’nı dolduran bu çokrenkli uğurlama topluluğu, Neyzen’e yakışır bir vedalaşma gerçekleştirmişlerdir. Ardında şiir kitapları Hiç(1919) ve Azab-ı Mukaddes(1949)’ten başka, çeşitli saz semaileri ve taksimler bırakmış olan Neyzen, ülkedeki ilk gramofon ticaretini yapanlardan Hâfız Âşir Bey’in desteğiyle plak doldurma girişiminde bulunmuştur. Aşırı içkili olması nedeniyle güçlükle doldurulan plaklar, yüze yakın nüsha ile piyasaya sürülmüştür. BİR HİÇTEN KALANLAR -+-+ Hiçbir zaman düzenli bir geliri olmayan; esrarkeşler, yankesiciler ve hırsızlar arasında geçen günlerinin ömrünün en mutlu ve efsanevî günleri olduğunu söylemiş Neyzen Tevfik, bir dergiye “Ayık gezdiğimi bilmiyorum. Esasen hayatımda bir kez sarhoş oldum, o günden beri mahmurluk bozuyorum. 1914 Harbi’nin sonuna kadar 18868 okka(yaklaşık 22600 litre) rakı, 3–4 ton esrar içtim, bir o kadar da afyon yuttum. Fakat ondan sonrasını bilmiyorum!” açıklamasını yapmıştır. -+-+ Askerdeyken en büyük sıkıntısı içki yasağıdır Neyzen’in. Bir gün tuvalette gizli gizli içki içerken komutana yakalanır ve komutan, “Buldun mezeyi içersin tabi!” der. Neyzen Tevfik, hayatı boyunca cevap veremediği tek sözün bu olduğunu söylemiştir. -+-+ Alkolün zararları üzerine yapılan bir konferansta konuşmacı olan profesör, konuşmasının sonunda izleyicilere bir soru sorar: Eşeğin önüne bir tas su, bir tas da rakı koysak eşek hangisini içer? Dinleyiciler hep bir ağızdan “Suyu!” vermişler. Profesör “Peki niye?” diye sorunca, dinleyiciler arasında bulunan Neyzen kendisini tutamamış ve “Ne olacak, eşekliğinden.” cevabını vermiş. Ahmet Rasim, milletvekilliği döneminde bu hikâyeyi Mustafa Kemal’e anlatmış ve hikâyeyi çok beğenen Mustafa Kemal, bir akşam çiftliğinde dostlarıyla içerken biraz ötede dolanan köylü çocuğu yanına çağırmış. - Biz ne yapıyoruz? - Rakı içiyorsunuz. - Söyle bakalım, eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakı koysak eşek hangisini içer? - Rakıyı! Mustafa Kemal beraberindekilere dönmüş: - Aman sebebini sormayalım! -+-+ Yakın dostu olan meşhur doktor Mazhar Osman, içki içmemesi için Neyzen’e and içtirir. Ancak bir gün onu içki içerken yakalar. - Hani sen içki içmeyeceğine dair and içmiştin? Neyzen cevap verir: - Üstad, biz fakir adamız. Bulunca içki içeriz, bulamayınca and içeriz!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Serdar YILDIRIM, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |