..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > Mehmet Önder




6 Kasım 2009
Zerdaliyi Kim Dikmiş  
Mehmet Önder
Avukatın sermayesi çene; ama sende biraz sermaye sıkıntısı var. Çoluk çocuk biz yardımcı olmasak, duruşmalarda gıkın çıkmayacak.


:BACG:
      ZERDALİYİ KİM DİKMİŞ


      Beş on dakika oturdu oturmadı :

      - Senin burası da imamevinden aş , ölü gözünden yaş. Kahveciye borcun mu var ? Hadi çaylar benden olsun.

      - !!!

      Benden çay söylemek dışında karşılık alamayınca yeni arayışlara girdi. Sıradan, raflara göz attı. Hatta, süzdü :

      - Hepsini okudun mu ?

      - Eh, gerektikçe okunuyor.

      Yüzünün sol yanıyla sinsice gülümsedi.

      - Ne oldu ? dedim.

      - Bana , pek okumuşsun gibi gelmedi de.

      - Nedenmiş o ?

      - Avukatın sermayesi çene; ama sende biraz sermaye sıkıntısı var. Çoluk çocuk biz yardımcı olmasak duruşmalarda gıkın çıkmayacak. Bizim tarafta kimse yokmuş gibi.

- Sürekli konuşmam mı gerekiyor. ?

      - Değil de, bir zerdaliyi kimin diktiğini söyletemedin beş aydır.

     …


      İsmail bey sürekli saldırıda. Aslında amacını da anlıyorum. Beni, beş aydır ve de beş duruşma öncesinden beri ödemediği avukatlık ücretiyle “Birader sen hallet, ben haftaya geleceğim” deyip ödettiği keşif masrafını isteyemeyeceğim kıvama getirmeye çalışıyor. Ben ekonomiden dem vurup sıkıntıdan bahsettikçe , o zerdaliyi soruyor.

      Dava tapu iptali ve tescil. Büyük olasılıkla bir saat sonraki duruşmada karara çıkacak. Tarlası, meyvası , otu çöpü hepsi İsmail Bey’in. Ama avukatlık ücreti , masraf ? O zor. Bir ara baktım pantolonunun sağ cebi şişkince. Bu güzel, öyle ya o da insan ; şimdi “Bayağı gecikti, özür dilerim. Buyur paranı. Bu da benim için yaptığın keşif masrafı” der, bu iş biter. İhtimal cebindeki şişkinlik de o paranın şişkinliğidir diye umuyorum.

Ama ne gezer, elini cebine attı, bir tomar bez çıkardı. Bu bir mendil , daha doğrusu eskilerin yağlık dediği türden ; büyükçesi. Eğildi , burnundan metalik bir ses çıkardı. Yeniden cebine koydu. Bütün umutlar suya düştü. Bu şişkinlikten yağlık çıkarsa , öteki cebinden taş çatlasa mentollü mendil çıkar. Başka bir şey çıkmaz.

     …

      Daha önce kaç kez yaşadık benzerlerini. İlk duruşmadan önce para getirecek, akşamdan annesi öldü. Akşam annesi ölmüş adamdan avukatlık ücreti istemek de ayıp olur. Hem de akşam ölen anasını sabahın ayazında defnedip , dokuzdaki duruşmaya yetişebilen bir fedakar evlattan… Tabii ki , yerden göğe kadar haklı. En geç ikinci duruşma öncesi ödeyeceğini de söylerse hele.

      Dünyanın bin bir türlü hali var derler ya , ne iş yaptı ne sattıysa İsmail Bey’in bir köy muhtarlığında yüklüce alacağı varmış. Şanssızlık ; paraların dağıtılacağından bir gün önce binada yangın çıkmış. Bütün evrak kül olmuş. Ödemeler askıda. Ne denebilir şimdi; ikinci duruşmadan önce de ödeme yok.

      İsmail bey üçüncü duruşmadan önce erkenden gelmiş. Büronun kapısında karşıladı beni. “Yok” dedi, “Bu şans denen şey bende yok” . “Ne oldu ?” dedim.

- Benim , dedi, büyük oğlan Hollanda’da çalışır. İşi iyi, kazancı güzel. Ondan istedim.

     Oluyor galibe. Meraktan sözünü kestim :

- Gönderdi mi ?

- Ne göndermesi ! Orada Yumurta Bayramı diye bir bayram varmış, dini bayrammış. Resmi tatil, diye bütün bankalar kapalı mı sana ? Para işi yattı. Bende şans mı var kardeşim ?

      İçimden “Estağfurullah o onur tümüyle bize ait ” desem de, söylenecek bir şey yok.

     Her duruşma öncesi umutla beklenir ya ; bekliyoruz . Dördüncü duruşma öncesi yine geldi. Bu kez babasına tren çarpmış. Günlerce hastanelerde koşuşturmaktan perişan olmuş. Cenazeyi daha dün alabilmiş. Ne elde kalmış ne avuçta.

     Tabii insanlık hali. Hem tiren bu kolay mı ?

     Aslında ben, keşif günü için çok umutluydum. Keşif masrafları ile ücreti getirir , diye . O da olmadı. Asıl şanssız olan benim dedim ya, keşiften bir gün önce kötüleşen annesini özel doktora götürmüş. “Kolay mı özel doktora gitmek ?“ dedi. “Sigortasız , Bağ-Kur’suz”. Değil de , ilk duruşmadan bir gün önce ölen annesi bu kez dirilip “Oğlum İsmail , ben dirildim. Haydi beni özel doktora götür. Paran yoksa , avukata vereceğin parayı kullan. Onlar herkesten çuvalla para kazanıyor. Senden almazsa batacak değil ya “ demiştir. Eh bu da evlat ya, kıramamıştır anacağızını.
     

     Her şeye alışığım da, İsmail Bey’in sağda solda “Avukatın parasını ben vermiyor muyum ? İster duruşmaya sokarım, ister adliye binasının önünde davalıyı dövdürürüm ?” diye konuşması çok ağırıma gitti.

     …

     Neyse , paradan puldan umudu kestik , bari duruşmayı kaçırmayayım, deyip adliyenin yolunu tuttum. O önden , ben arkadan. Yanımdan gidemiyor ; çünkü , ev ahalisi yetişmiş kapıda bekliyormuş. Sağımda karısı, solumda kızı, her duruşmaya gidişimizde yaptıkları gibi, eğilip eğilip yüzüme üflüyorlar. Bir ara “İsmail , bey al şunları başımdan” demeye yeltendim ; döndü bir de o üfürdü. Sabahtan beri ağzının içinde takırdattığı nane şekerinin kokusu üç metre öteden genzime kadar dayandı.

     Üfürüle üfürüle adliye binasına girdik. Ama orada da rahat yok. Üçü birden baro odasının karşısına dikildiler. İçlerinden okuyorlar, gözlerini yumup daireler çize çize üzerime üflüyorlar. Bereket versin meslekdaşlardan durumu fark eden yok. Ama bu anlaşılmayacak demek de değil. Önlem almalıyım. Yanlarına gittim, nefeslerini boşa harcamamalarını , bana okuyup üflemelerinin karara etkisi olmadığını , asıl hakime üflemesi gerektiğini ; hatta hakime gönderilen üfürüklerin temyiz aşamasında Yargıtay üyeleri üzerinde de etkisi bulunduğunu söyledim.

     İsmail bey , “Temyiz hakimlerine de etkili olduğu garanti mi ? “ dedi. “Yüzde doksandokuz oranında” dedim. Birden yüzü aydınlandı, rahatladı     

Sözleri duyan ve ailenin de gerçek reisi olduğu kanısı uyandıran karısı İsmail Bey’in kulağına , fısıltıyla “ Doğru olabilir. Bununla vakit kaybetmeyelim, gidelim yılanın başını kendi elimizle ezelim” dedi . Kızına da bir , haydi gel işareti yaptı , soluğu duruşma salonunda aldılar. Arkadaki seyirci sırasından hakimin yüzüne karşı yine daireler çize çize , üflemeye başladılar.


     Duruşma saati gelince içeri girdim. Zaten içerde olan bizimkiler bir ön sıraya geçti. İsmail bey en yakınıma , karısı onun yanına , kızı da anasının yanına oturdu.

      Ama sorunlar bitmiyor. Hakim, bayanların davada taraf olmadığını anlayıp biraz yüksek sesle, arka sıraya geçmelerini söyleyince , üçü birden dönüp yüzüme baktılar :. “Hayır. Onlar bizden. Burada oturacaklar” dememi beklediler. Benden ses çıkmayınca. “Seni rezil seni” anlamında yüzüme bakıp, homurdanarak arka sıraya geçtiler.


     İsmail bey bir ara , her duruşmada yaptığı gibi , cebinden bir kağıt çıkardı. Bana uzatıp “Bunu hakime ver” işareti yaptı. Ben de kaşlarımı kaldırıp “Olmaz”, başımla da “Koy onu cebine” işareti yapınca sinirlendi. Efelenir gibi başını uzattı :

- Ver dedim sana. Şimdi davayı kaybedeceksin de, ele güne rezil edeceksin beni
Karısı da arkadan destek veriyor :

- Beceriksiz, daha kağıt vermeyi bilmiyor.

Kızı boş durur mu ? O da babasına yükleniyor.

- Anam sana “Bu herifi tutmayalım, bunda avukat kılığı yok” demedi mi ha , demedi mi ?

     İsmail bey her duruşma öncesi , duruşma sırasında elime tutuşturmak üzere , bir şeyler karalayıp getiriyor. Olur olmaz her şeyi de yazıyor. Genellikle, birinci paragrafta davalının ne denli aşağılık, onursuz biri olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor ; ikinci paragrafta sülalesinin ne denli ahlaksız , hırsız, uğursuz olduğunu somut örneklerle ortaya koyuyor ; yazının serim , düğüm bölümlerini böyle oluşturduktan sonra, çözüm bölümünü de mutlaka ”O zerdaliyi sen mi diktin ulan ..zevenk” özdeyişi ile sonlandırıyor.

          …

     Arka sıraya geçen karısı ile kızının her an bir şeyleri kurtaracakmış gibi tetik duruşları, ani ve çeyrek , yarım hop oturup hop kalkışları salondakilere tebessüm ettirse de , ister istemez dikkatleri dağıtıyordu.

     Yine bir ara ; arkadakiler söylenmeye devam ettiğinden olacak hakim “Dışarı çıkın !” dedi. Çıkmayınca da mübaşire “Çıkar şunları dışarı !” diye uyardı. Tabii olayın suçlusu belli : Ben. Üçü bir ağızdan “En sonunda dışarı da attırdın ha ?” diye söylenirken kadınla kız İsmail Bey’e :

“ Biz sana öteki avukatı tutalım , dedik. Bunda hayırlı göz yok , bu adam davayı satar, dedik. Dinletemedik dinletemediik” nidalarıyla , bağıra çağıra dışarı çıktılar.

     
     …


     Artık dava bitirilecek. Hakim taraflara son kez dava ile ilgili diyeceklerini sordu. İsmail bey bunu duydu ya , söz sırası da gelmişken, bana “Zerdaliyi kim dikmiş onu sor , haydi onu sor ” diye bastırmaya başladı . Hakim zerdali sözcüğünü duyunca “Bir daha zerdali dersen seni de dışarı atarım” diye uyardı. Bizimki zorunlu olarak sustu.

     Karar davanın kabulüne. Dışarı çıktım ki, yerde biri uzanmış yatıyor. Kalemden kolonya bulmuşlar, ayıltmaya çalışıyorlar. Yüzüne baktım , İsmail bey’in karısı . Kızı , hem anasının bileklerini ovuyor, hem de “Biz yandık, biz mahvolduk” diye söyleniyor. “Ne bağırıyorsun davayı kazandık ya” dedim.

- Zerdaliyi o mu dikmiş ? O uğursuz mu dikmiş ? dedi.

Ne farkeder, davayı kazandık. Tarla da sizin, zerdali de sizin derken , İsmail bey :

- Peki o namussuza “Zerdaliyi İsmail dikti” dedirtebildin mi ?

- Hayır ama.

- Sen hangi davayı kazandın o zaman ?

Ben yanıt ararken kadın da iyileşip ayağa kalktı. Üçü birden :

- Davayı kaybeden avukata para yok !






Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.



Mehmet Önder kimdir?

30. 11. 1959'da İzmir'in Bayındır ilçesine bağlı Furunlu Köyü'nde doğdum. İlkokulu köyde, lortaokulu Çırpı Mustafa Adanır Ortaokulu'da okudum. Bayındır Lisesi'nde bir dönem okuduysam da devam edemedim. Sonra radyo tamirciliği başta olmak üzere birçok işte çalıştım. Ege Tıp Fakültesi'nde memur olarak işe başladım. Buradaki on bir yıla yakın çalışmam süresinde önce İzmir Namık Kemal Akşam Lisesi'ni, ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim. İlk Beş yılını İzmr merkezde, kalanını Bayındır'da olmak üzere yirmi iki yıla yakın bir süredir serbest avukatlık yapmaktayım. Evliyim, Alp Deniz adında sekizinci sınıf öğrencisi bir oğlum var.

Etkilendiği Yazarlar:
Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.