Yaşamak için topu toplam altı haftam kalsaydı ne mi yapardım? Tuşlara daha hızlı basmaya bakardım. -Isaac Asimov |
|
||||||||||
|
Çok keyifli geçmesini istediğim yolculuğum hep sıkıntı içinde geçerdi. O yıllarda bir fuar bayramı vardı. Daha doğrusu İzmir Fuarı bayram gibiydi. 20 Ağustos-20 Eylül, tam bir ay, her yer fuar afişleriyle donatılır, gazeteler boy boy sanatçı resimleri yayınlar, radyolar sürekli reklâm yapardı. Tüm ünlü sanatçılar fuara gelir, Lunapark, Ekici Över, Akasyalar, Manolya gibi salonlarda şarkı türkü söylerler, gösteri yaparlardı. Biz de bir haftalığına teyzemde kalır, fuarın tadını çıkarırdık. Gez gez, ayaklarımıza karasular iner, dinlendirme makinelerine para atar, dinlenir, yine gezerdik. Köye dönünce de keyifler devam eder, ay boyunca fuardan alınan giysiler giyilir, yeni dönen arkadaşların anıları dinlenirdi. O yıllar otobüsler tek tük. En gözde ulaşım aracı tren. Benim sorunum da bilet ödemeden yolculuk yapmak zorunda bırakılmak. İlkokulu bitirip ortaokula kaydolduğum yıldı. Tren durağında komşumuz Şinasilerle karşılaştık . Köy durağı olduğundan bilet satışı yok, içerde alınıyor. Annelerimiz, onun ablası, benim iki ablam trene bindik. Annem, her harcamayı gık demeden yaptığı halde, sıra benim bilet parasına gelince “Zerre kadar çocuktan para mı alınırmış !” diye tutturuyor. Artık bana düşen görev, anneme bilet parası ödetmeden İzmir’e ayak basmak. Şinasi benden oldukça iriyarı olmasına karşın hiç bir sıkıntısı olmuyor. Trene bindiğimiz anda bir yerlere kayboluyor, son durakta “Peh!” der gibi ortaya çıkıveriyor. Biletmiş biletçiymiş, onun kapsama alanı dışında. Hiç tanışıklığı yok. Her yıl bilet savaşlarından utku ile ayrılmak için savaşmak bana düşüyor. O yıl da aynısı oldu. Ben trene bininceye kadar, o binmiş de saklanmış bile. Az sonra benim bilet savaşım başlayacak. Evden tembihliyim; biletçi “Kaç yaşındasın?” diye sorarsa, “Daha yedisini doldurmadım emmi” diyecem. … Biletçi geldi biletleri kesecek, annem “Üç kişi” dedi. Ablalarımı gösterdi. Sıra bana geldi: - Çocuğun bileti? Annem her zamanki gibi, saçlarımı okşadı: - Okula bu yıl başlayacak emmisi. Biletçi inanmadı ya, inanmış gibi yaptı: - Birazcık geç kalmış galiba? Ama annem de hazırlıklı: - Yook, dedi, biraz hızlı gelişti; böyle genç irisi oldu. On iki yaşındaki kavruk ben, yedi yaşına indirilince genç irisi, acar bir delikanlı oluverdim. Neyse, erkendi geçti, büyüktü küçüktü derken biletçiyi savuşturduk. Annem önemli bir zorluğu yenmenin kıvancı içinde; mutlu. … Bu arada annemin kılık kıyafeti de fuara uygun, dörtdörtlük. O yıl evliliğinin yirmi beşinci yılı. Yirmi beş yıl önce Kemeraltı’ndan yapılan düğün alışverişinden mantosu yine sırtında. Yılda bir kez giyildiği için hiç eskimiyor. Onlar yalnızca, fuara gidileceği zaman çıkıyor sandıktan. Mantosu, eşarbı; tören giysisi gibi. O yıllarda kentliler kentlerde, köylüler köylerde yaşardı. Annem, bunları giyinip kuşanmazsa, kentin kapısından içeri sokmayacaklar mı sanırdı bilmem? Bu giysilerin tek kusuru, yirmi dört yıl önce moda olma özelliğini yitirmiş olmalarıydı. Ama onun gözünde, özellikle mantosu, bir şaheserdi. Hatta bir keresinde kadının biri “Pek demodeymiş” dediydi de, övündü durduydu, mantosu çok beğenildi, diye. Şinasi’nin annesinin mantosu henüz on beş yıllık olduğu için, onun böyle sorunları yok. Anneme göre modaya yakın. Ablaların da sorunu yok. Son moda maksi etekli entarilerini daha evde giyiyorlar, düğün salonuna girer gibi, atıyorlar kendilerini sokağa. Hepsi de pek edalı. Bizde her zamanki gibi birer kısa pantolon… … Biz, dedim de, bizim Şinasi hâlâ ortalıkta yok. Nerelere saklandı ise bedava yolculuğun tadını çıkarıyor. Bu arada vagonun arka tarafından sık sık “Tak tak tak”, ardından da “Aç aç” nidaları duyuluyor. Seslerden hiç bir şey anlaşılmıyor. Tak takı anladık da bu aç aç da neyin nesi. Gerçi askerden yeni gelen bir abi buna benzer şeyler anlatmıştı ama burası da yeri değil ki… Biletçiyi savuşturmuştuk, diye rahatlamışken bu kez, bilet kontrolü başladı, dediler. Tek tek biletlere bakacak. Biletçi hoşgörülü idi ama bakalım bu öyle mi? Şinasi de hâlâ ortada yok. Ben kaplumbağa gibi başımı omuzlarımın arasına çektim, ilkokula yeni başlayacak küçük çocuk görünümü almaya çalışıyorum. Sonsuz heyecan içindeyim. Böyle durumlarda insanın kalbi küt küt atar ya, benimki iki sıra gidiyor. Biri pat pat sırası, öteki küt küt sırası. Arada şaşırıp pat küte dönüveriyor. Gerçekten de kuşkularım yersiz değilmiş. Denetçi de aynı sorgulamayı baştan başlattı: - Küçüğün bileti ? Okula gidiyor mu ? Ben ortaokula kaydolmanın heyecanı içindeyim ya, bileti mileti unutup hemen atıldım: - Or….dedim. Annem “ta” hecesinin çıkmasına fırsat vermeden ağzıma, “Lütfen susar mısın minik yavrum” la ”Kapa çeneni deyyus!” arası bir şaplak geçirdi; sanki benim dişler yerinden söküldü de, aday sıralamasında yerini beğenmemiş politikacılar gibi soldakiler sağa, sağdakiler sola geçti. Burun mu ? O bizden değil. Ya bir de o “ta” hecesi yaşama geçseydi ? … Şinasi, doğal olarak hâlâ ortalıkta yok. Vagonun arka tarafındaki gürültü devam ediyor. Aç aç sesleri gitgide yükseliyor. Denetçi benim biletsizliğimin çok üstünde durmadı, rahatladık. Sonra arkaya doğru ilerledi. Bir kaç dakika sonra, Şinasi’yi ensesinden yakalamış, yolculara göstere göstere: - Bu çocuk kimin? Tuvaleti içerden kilitlemiş, insanları altına çiş ettirmiş. Üstelik bileti de yok. Kaçak yolcu! Denetçi bağırdıkça bağırıyor. Hiç kimse de sesini çıkarmıyor. Annesi deneyimli. Tık yok… Nasılsa bağırıp bağırıp gidecek, diye, yüzünü dışarı çevirmiş, dağları seyredermiş gibi yapıyor. Ama denetçi kararlı: - Anası babası yoksa polise teslim edeceğim. Şinasi’nin annesi bu kez telaşlandı, ama sanki ben de tuvaleti içerden kilitleyip insanları altına çiş ettirmişim gibi, beni gösterdi: - Bunun da bileti yok. Niye benim çocuğumla uğraşıyorsun ? “Yandık, o denli sıkıntıyı çektikten sonra, bir de cezalı bilet parası ödeyeceğiz” derken, denetçi imdada yetişti: - Hanım hanım, küçüklerden zaten bilet alınmıyor. Senin oğlun bununla bir mi? Ben omuzlarımın arasından, küçücük başımla olanları izliyorum. Annem mutlu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |