..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Güzellik her yerde karşılaşılan bir konuktur. -Goethe
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > Adsız




5 Mart 2010
Sonbahar  
Adsız
Gözlerimi kapatıp düşünüyorum. Şehrin üzerine çöken yoğun sis ve buluta rağmen şehri en tepeden izlemeye çalışıyorum. Yahya Kemal Beyatlı gibi “sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” diyemiyorum ama aklıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Bursa’da zaman” şiiri geliyor. Eski bir camii avlusunu arıyorum. Bu kadar camii arasında hangisi olabilir acaba? Ya küçük şadırvan. Hala su şakırdıyor mu acaba?


:AGCD:
Takvimler, yılı tüketen son sayfalara yaklaştıkça, hüzün veren sadece geçen günlerin, yılın son mevsime ait olması değil, ömrün son mevsim olmasıdır. Sonbahar yaşında olup sonbaharın verdiği hüznü yaşamamak mümkün değil. Cahit Sıtkı’ya kulak verip “yaş otuz beş yolun yarısı eder.” mısralarına sadık kalmak ya da “hayat kırkından sonra başlar” sözüne sadık kalıp sonbaharı bir ilkbahar gibi yaşamak, tamamen içinizde yaşattığınız çocuklarla ilgili bir şey.

Dökülen yapraklara her basışımda çıkan sesi bir nağmeye benzetmeyi bir kenara bırakıp öç alır gibi basarak, bu sonbaharın hayatımdaki sonbahara denk gelmesinin hıncını alıyor gibiyim.
Kışa doğru yol alırken, kışlık erzakını çoktan hazırlamış olan karıncanın taşımış olduğu huzur bende yok. Ağustosböceği gibi saz çalıp oynayamadığım için hayıflanmalı mıyım bilmiyorum ama, geçen ilkbahar ve yaz aylarını vermiş olduğu sevinç ve coşkuyu yaşayamamanın üzüntüsü var sadece. Kış ayında arkama dönüp baktığımda bir şey göremeyince ağustosböceği gibi pişmanlık duyacağım sadece.

Kış mevsiminin ne kadar süreceğini kimse bilemez lakin, göz kapamaya yakın ellerimi semaya açtığımda avucumda bir şey görememenin üzüntüsünü taşırken, ettiğim dua nasıl içten bir yakarışa dönüşecek, doğrusunu isterseniz kestirmek çok zor.

Sonbaharın gelmesi ile birlikte yaşanan telaşı seyretmeniz ne kadar mümkün oluyor bilmiyorum ama buradaki telaş görülmeye değer; Meyveler çoktan kaynatılıp konservelere konarak raflara dizildi bile. Yardımlaşarak yapılan salçanın kaynama aşaması her ne kadar zahmetli olsa da, bir araya toplanıp o coşkuyu küçüklü, büyüklü yaşamak seyre değer. Kaynayan salça kazanın etrafında en az yirmi çocuk, hepsinin elinde bir dilim ekmek, bir yandan yanan ateşin verdiği sıcaklıktan kaçmaya çalışıyorlar, diğer yandan salçalı ekmekten bir an önce yemenin sabırsızlığını yaşıyorlar.

Salçayı ekmeğine sürdürmeyi başaran çocuk, sonbaharın ılık rüzgarı eşliğinde bir kenara çekilir, kuş cıvıltısı gibi sesler çıkararak ekmeğini yemenin doyumsuz tadını almaya başlar.
Birazdan ağızlarının etrafı kıpkırmızı olacak ve birbirlerinin ağzına bakıp gülecekler.
Hani çocukluğu yaşamanın kuralları vardır ya. Düşüp dizlerini kanatmak, yaranın iyileşmesine izin vermeden oyun oynamak, tekrar düşüp aynı yeri tekrar kanatmak, düşerim diye korkmadan ağaç dalına çıkıp meyve yemek, ellerini yıkamadan sofraya oturmak gibi…İşte bunlardan biri de kaynayan salça kazanındaki salçadan bir dilim ekmeğe sürüp yemek.

Betonu yararak çıkmayı başaran sarmaşık fidanının, kısa sürede 3. kata ulaşmayı başardığını düşünüp ve incecik gövdesine rağmen döktüğü yaprağı görüp ciddiye almamak mümkün değil. Ve sabah olduğu zaman sokaktaki yeşilden başlayarak, sarının her tonunda olan hatta kırmızı yaprağın bile bulunduğu sokağın güzelliğini tahmin etmeniz mümkün değil, ancak görmeniz gerek.

Sonbahar, hazan mevsimi... Hüzün mevsimi… Son yılın son mevsimi… Ömrün son mevsimi…

Gözlerimi kapatıp düşünüyorum. Şehrin üzerine çöken yoğun sis ve buluta rağmen şehri en tepeden izlemeye çalışıyorum. Yahya Kemal Beyatlı gibi “sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” diyemiyorum ama aklıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Bursa’da zaman” şiiri geliyor. Eski bir camii avlusunu arıyorum. Bu kadar camii arasında hangisi olabilir acaba? Ya küçük şadırvan. Hala su şakırdıyor mu acaba?

Hangisi daha zor görüp yazmak mı? Yoksa düşünüp yazmak mı? Gözlerim kapalı şehri seyretmeye devam ediyorum. Yeşil Bursa’nın ne kadar yeşil kaldığı tartışmasını sonraya bırakıyorum. “takvimlerden haberin yok geçiyor yıllar” ne güzel bir şarkı. Ama bana hitap etmiyor. Çünkü benim takvimlerden de geçen yıllardan da haberim var.

En kenarı seçip şehre bakıyorum. Sarı, solgun renge rağmen Yeşil türbe uzaktan da olsa o kadar güzel görünüyor ki. Sarı ve yeşil renkler birbirlerine ne çok yakışıyorlar.
Ulu camii, mevsime uygun soluk rengine rağmen içi kışın sıcacık yazın ise serindir. İster serinlemek için, ister ısınmak için, ister birkaç dakikalık bir yöneliş için, her ne sebeple olursa olsun içeri girip o muhteşem güzelliği görmelisiniz.

İnsan gördüğünü daha kolay anlatırmış. Yeni yapılan çarşı ve yapılara rağmen ileride uzayıp giden hanların görüntüsü bir başka. Sanki tarihi taşıyor olmanın haklı gururunu yaşıyor gibiler.

Bankta oturan iki sevgili görüyorum. Havanın serin olmasının bahanesini yaşayıp birbirlerine sarılmış haldeler. Fuzuli’nin mısraları aklıma geliyor. Aşık-ı sadık menem mecnun’un ancak adı var. Ya da Mevlana’nın bir beytini düşünüyorum. “her şey maşuktur, aşık bir perdedir. yaşayan maşuktur. Aşık bir ölüdür”. Hangisi aşık, hangisi maşuk anlamaya çalışıyorum. Hangisi yaşıyor, hangisi ölüme doğru kendini atıyor acaba? Bir süre sonra hareketlerinden anlıyorum ki ne aşık var ortada ne de maşuk.

Trafik gürültüsüne rağmen gözlerimi tekrar kapatıyorum. Şu an da duymak istediğim tek şey kuş cıvıltıları. Bir okulun zili çalmaya başlıyor. İşte! kuş sesleri… Duyuyorum...

Zaman zaman “nefes alamıyorum” sözüme karşılık olarak “nefes almazsan yaşayamazsın” cevabı verildiğinde bunu nasıl izah edebilirim diye düşünmeyi bir kenara bırakıp ciğerime çektiğim temiz havayı anlatmaya başlıyorum. Hep güzeli anlatmak daha kolay olmuştur. Ben de kolay olanı seçiyorum.

Osmangazi ve Orhangazi türbelerini ziyaret edip bir sure okuyorum. Ve içimden fısıldayarak diyorum ki “bu güzel şehir için size teşekkür ederim”.

Dökülen yapraklara basarak yürümeye başlıyorum tekrar. Bir temizlik görevlisi yaprakları süpürüyor bir yandan. Yaprakları toplayıp havaya atmak istiyorum ama bana bakan insanların hakkımda düşündüklerini tahayyül bile edemeden bu düşüncemden vazgeçiyorum. Temizlik görevlisine “bu gün süpürme bırak biriksin biraz daha” diyorum. “görevim abla” diye cevap veriyor. Her canlının her mahlukatın bir görevi var. Çok haklı herkes görevini yapmalı.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yaşam kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gülüşün Aklımda Saklı Kaldı
Seni Hep Çok Çok Seveceğim...
Yalnız Kalmak İstiyorum
Konuşma Vaktim Gelmiş Hemen Yetişmeliyim
Sevgili Leyla
Bir Şeyin Yerine Diğerini Koy (Ama) Mak
Kış Mevsimimide Sen Anlat Bana
Seni Yine Hep Çok Çok Seveceğim
Kozada Bir Kelebek
Annem

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kelimeler Biriktirdim Sana İlmek İlmek D/okuman İçin
Ne Bilmek İstersin Ey Yar?
Hayalden Hilale
Aşkta Yarın Kimin Umurunda
Sevgili Günlük
Sinemde Bir Yaradır (Bu Şehir)
Sevgili Günlük
Küçük Not Büyük Hayal
Sevgili Günlük

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Seni Düşünürken [Şiir]
Aslında Ağlamayacaktım [Şiir]
Yanılıyor Muyum? [Şiir]
[Şiir]
Sessizce Veda Son Bölüm [Öykü]
Sessizce Veda 8. Bölüm [Öykü]
Sessizce Veda 7. Bölüm [Öykü]
Sevgilicilik Oyunu [Öykü]
Sessizce Veda 6. Bölüm [Öykü]
Sessizce Veda 3. Bölüm [Öykü]


Adsız kimdir?

Hiç bir özelliği olmayan, sıradan biriyim.

Etkilendiği Yazarlar:
Emile Zola, Beethoven, Mina Urgan, Necip Fazıl


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Adsız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.