Dünyaya geldiğinden, dünyada bulunduğundan, dünyadan gideceğinden hoşnut olan bir kimse görmedim. -Namık Kemal |
|
||||||||||
|
Oysa boş duvarlarla paylaşırdı kaygılarını, acılarını ama o kadar derindeydi ki bu acı ve öyle acısa da öyle ısıtıyordu ki bedeni paylaşmak istemiyordu. Saklıyordu bu masumiyeti, o içini sızlatan, yüreğini dolduran mutluluğu ve o mutluluğu gölgeleyen en karanlık sızıyı. Karma karışık olmuştu. Masun bir tebessümün ardından, tusunami gibi kabaran acı dalgalarda boğuluyordu yüzündeki masumiyet. Gülerken hüzünleniyor, hüzünleri mutluluğa dönüyordu. Bunaldı an be an nefes alışverişleri sanki ciğerini patlatacak gibi artmış alnında nokta nokta terler belirmişti. Baş ucundaki pencereyi açtı telaşla. Gecey dolduran havayı çekti içine. Ve geceyi dolduran kaygılar işledi bedenine o kaygılar yarının kaygıları olarak yansıdı gözlerinden. Kırk beşinde merhaba diyeceği Azraili otuz beşinde ağırlamak adına sigarasına uzandı yavaşça ve mum alevinde yakıp aydınlattı ölüm yolunun bir anını daha. Derin derin çekerek ciğerlerine dumanı öldürmeye çalıştı içindeki acıları, gecenin sessizliği derin öksürüklerle bozuldu. Utandı kendinden, insanlığına lanet okudu her nefeste. Yaratana, yarattığına ve yaratırken yazdığı kader fermanına ince küfürler savurdu odayı dolduran öksürük sesiyle karışık. Bedenini bu yükü kaldıracak gücü yoktu.” Neden…..” diye inledi kısık ve ona ait olmayan bir sesle. “ Neden ani bir kararın tutsağı oldum?” takıldı gözleri karanlığa. “ Bir insan yürümeyeceğini, paylaşamayacağını ya da yapamayacağını bile bile kendini ateşe atar mı? “ dedi sessizce, duvarlar bile duymadı bu soruyu.” Buldum derken kaybetmek neyin nesi peki?” Sigarasının izmariti ile bir sigara daha yaktı. “ ya gülerken ağlamak, ağlarken gülmek? Severken acılar içinde kaybolmak? Sayılı günlerde aşkı bulmak neyin nesi peki? Yüreğinin alevlenmesi ve bu alevin palazlanması yada sönmesinin senin cesaretine bağlı olması? Sönen umutları yakarak mı palazlanır sevdalar? Gözlerdeki ışıltıları karartarak mı sevda yaşar insanlar? Hele hele seven gerçekten seven bir yüreği kırarak mı kurulur bir yuva ve gözyaşlarıyla mı beslenir gelecek? Kelebekleri öldürerek mi güzelleşir kurulan dünya, gökyüzünün renklerini çalarak mı yaşanır bir ömür? Beynindeki soruların altında ezildi benliği, yaşadığına, yaşattıklarına ve yaşatacaklarına lanet okudu. Kendini veba mikrobu taşıyan bir lağım faresi gibi gördü. Utandı kendinden. Sarılmak istedi bir yüreğe sıkıca ve masumca uyumak istedi çocukça sarılarak sevgi dolu bir bedene, kokusunu içine çeke çeke yüreği sevda sevda atarak. Sızladı yüreği, nefes alamadı. “ Olmayacak” dedi. Neyin nasıl olmayacağını çözemeden.Sarıldı zehir çubuğuna ve dokundu müzik setinin düğmesine türkülerde aradı kendini, türkülerde aradı bu yaranın merhemini. Gecenin sessizliğini bozan melodiler sigara dumanına yapışıp doldururlarken karanlık odayı mum görevini tamamlamanın inancı ile teslim oldu karanlığa. Ay ışığı pencereden süzülürken en tatlı manalar yükseldi, her dizede titredi bedeni. Dişlerini sıkıp kocaman bir “KEŞKE” savurdu karanlığa. Seher yeli bekleyemedi sabahı esmeye başladı usulca keşkeleri yaşama döndürmek adına ve çınladı dizeler gecede. “ Acılar beni tez büyüttü Genç olmuşum bu dünyada ne fayda, Bana Veysel’in aşkı gerek Gün görmüşüm bu dünyada ne fayda “ “Acılar“ dedi hınçla ve ufaldı bedeni. Yaşattığı, yaşatacağı ve yaşayacağı türlü acılar geçmeye başladı gözlerinin önünden film kareleri gibi. Döktüğü gözyaşlarını, onun için dökülen gözyaşlarını ve dökülecek olan göz yaşlarını düşündü. Her damla koca bir okyanus olup çekti onu derinlere. Dayanamadı yüreği. İlk acıyı farkında bile olmadan yaşamıştı, babası kara toprağa düşerken. Sonra sonra anlamsız olayların ardından “ Neden Babam yok “ diye döktüğü gözyaşları geldi aklına. Hayatının kadınından dökülen gözyaşlarıyla sızladı bedeni,” ANAM” dedi sesi titreyerek. VE çevresine yaşattığı acılar, kayboluşlar ve savruluşlar. Kendi sahillerinde boğmuştu onca insanı. “ Ne lanet biriyim ben!...” dedi. O acıların orta yerinde büyümüştü içindeki çocuk.böyledir bizim sevdamız derken, sevdayı kirleten kapital, yarim yarim derken yarin keskin sözleri ve biten sevdalar ardından yaşanan kaçışlar, çırpınışlar ve ona destek çıkanlar. Üzüntülerini onun mutluluğu ile saran insanlar. Yetinmedi acılarını çalmak için mutlu olma şansı vermedi onlara hayatlarını çaldı.” Kaybedilen bir iş yeri, paramparça olan yaşamlar; suçlu omuydu? Değildi beklide ama yaşatmıştı işte bir kere. Ve o çocuk yüreği öyle büyümüştü ki geçmişte olduğu gibi bir kibrit çöpüyle gemileri yakamıyordu artık. Korkuyordu; cesareti kırılmış, öz güvenini yitirmiş bir hiçti aslında. Sızladı yüreği ve nisan yağmurları gibi ıslattı geceyi gözyaşları “ Neden” sorusunun gölgesinde. Büyümüştü ve kirlenmişti acılar girdabında. Oysa kara kaşlarla ferman yazıp, diyar diyar geziyordu zincirlerini kırıp; şimdi ise kendi zincirlerinde tutsak olmuştu. Nasıl bir günahın cezasıydı bu? Kafasını gökyüzüne çevirip; “ bu bedel neyin sebebi? Hangi günahın bedeli? Senin benden başka derdin yok mu? Diye haykırdı yüce Rab’le arasındaki tüm köprüleri kırarak. Oysa ona Veysel’in aşkı gerekliydi aldığı her nefeste. Çıkarsız, yalansız, karanlık bir dünyayı bile aydınlatan sistemin tüm kaygılarından uzak ve yalın. Öyle bir sevda olmalıydı ki bu kirlenmemeliydi sistemin kiri ile sistemin çarkı arasında ezilmemeliydi. Bir evin metre karesine sıkışmamalıydı, kıl çadırda paylaşmak dururken. Gösterişli eşyaların boğukluğuna sıkışmamalıydı, döşekler üzerinde kahkahaları paylaşmak varken. Bağlamanın bam telinden yükselen sesle huzur bulmalıydı yürekler. Paylaşılmalıydı yarin yanağından gayrı ne varsa ve paylaştıkça büyümeliydi yaşadığı dünya. Paylaşmanın verdiği onur yaşatmalıydı sevdayı. Veysel’in sadık yari gibi olmalıydı yürekler, kara toprak gibi karşılık beklemeden vermeliydi. “ Bunları yaşamadan güngörmüşsün NE FAYDA” dedi ve sarıldı sigarasına ve ateşledi çakmağını. Yanan alevde bir çift göz belirdi içi sızladı ve doldurdu ciğerlerini duman. Belki buldum derken kaybedeceği bir gül yüzlüydü yasaklı şehirde bunları yaşayacağı insan. Gözleri buğulandı, sızladı yüreği, karanlık gece bile kahroldu, ay ışığı rengini yitirdi zaman anlamsızlaştı. Köşeye sıkışmış adi bir yaratık gibi gördü kendini. Çaresiz, korkak ve yüreğinden geçenleri haykıramayan bir pislik. Kahroldu her nefeste köşeye sıkışmıştı. Keskin bir küfür savurdu öfkesini bastırmak adına. Kısıldı nefesi, sustu içi acıyarak ve sardı karanlığı saran ince saz yüreğini usulca…. “Seni kendime yakın buldum, Uzaklarda turna olsan ne fayda, Bana Nazım’ın aşkı gerek Yer bulmuşum mezarıma ne fayda” “SENİ” dedi usulca….”Sen “ dedi sesi titreyerek. Ve gözlerinin önünde beliren tatlı gülümseyişe öylece mahcup, utangaç baktı içi sızlayarak. Durgun bir koyun masumiyeti kapladı geceyi. Ve o koya geceleri misafir olan yakamozun dalgalara olan sevdası ısıttı yüreğini. Bir martı oldu canlandı yüreği kanadına sıkışmış sevdasıyla. Sevdanın rengini taşıyan bir bulut geçti yıldızların rengini çalarak ve yöneldi yasak şehre. O yasak şehirde bir insana tutundu yavaşça, yüreğine yakın bulmak adına. En yanlış zamanda bir turna semaha kalktı gökyüzünde, sözcükler düğümlendi boğazına, aradaki mesafeler yarınlar hiçe sayıldı, düşünülmedi uzak diyarlardaki hayatların nasıl birleşeceği. Bir yıldız ışıldadı gecede adı sevda olan, tutundu yürekler birbirine ve yaşadılar bu masalı uyanana dek ve yok saydılar yarını. Ve bu masalıda nokta koyacak kendisiydi yaşatacağı gibi. Kayboluşları, çaresizliği ve korkaklığıyla gökten iki elma düşecekti kafalara ve üçüncü elmayı bulamadan bitecekti bu masal.” Bu ne biçim çelişki böyle” dedi dişlerini sıkarak. İsyan savurdu geceye, doğan güneşe olan hasretiyle. Oysa ona Nazım’ın aşkı gerekliydi. Tahir ile Zühre’de bulmalıydı sevdayı. Nazım memleket diyerek teslim etti son nefesini, yedi tepeli şehirde bıraktı gonca güllerini ve yüzleri değil sesleri özledi yazısız çizgisiz resimlerle. Belki oda son nefesini verecekti yasaklı şehre hasret yüreğindeki sıcaklığın sahibinden uzak, o gülen yüzüne dokunamadan, kokusuyla ciğerlerini doldurmadan ve sıcaklığını duymadan toprağa düşmek.Bir mezar bulacaktı belki ama içine sığmayan keş keleriyle toprağa nasıl sığacaktı? Azrail’e mektup yazarcasına yaktı sigarasını. Çekti dumanını ömründen ömür çalarak. Döküldü yüreğindeki acıların göz yaşları, sonunu kendi hazırlamıştı, tıkanmıştı. Haykıramıyordu yüreğini “sussa NE FAYDA” sevse “ NE FAYDA” Veysel olamıyordu, Nazım olamıyordu umutlarını yeşertemiyordu bu tıkanışta yaşasa NE FAYDA. Sonunu bile bile başlıyordu NE FAYDA, Yaşadıklarının gölgesinden kurtulamıyordu, aydınlık olsa NE FAYDA. Acizleşmişti, tıkanmış kokuyordu işte oysa sevda yaşayanlar korkmazdı. Ferhat olamıyordu NE FAYDA. Onu bilinmezliğe götürecek gemiyi bir kibrit çöpü ile yakamıyordu NE FAYDA. Gökyüzünün rengi ona armağan olsa, güneş onun için doğsa NE FAYDA. Bu girdaptan kurtulamıyordu yaşasa NE FAYDA var olsa NE FAYDA. Odayı dolduran ince saz, ay ışığının altında kaybolurken yavaş yavaş; kahretti yaşadığına Kahretse NE FAYDA. Seviyorum dese NE FAYDA. Hak etmiyordu sevilmeyi, hak etmiyordu bu tutsaklık içinde aydınlığı ve hak etmiyordu bu yok oluşta umutları. Bedel ödüyordu bir bakıma, bir bakıma vefa borcu. Borcun başı da sonu da göz yaşıydı ödese NE FAYDA. Dayanamadı yüreği, beyni ve bedeni bu acılara. İçindeki derin sancıyı sayıklayarak uykuya daldı oturduğu koltukta “ NE FAYDA”. Doğan güneş avuçlarken yüzünü,gökyüzü onun için boyanmıştı yineve titredi bedeni içini dolduran bir sesle.” Günaydın, günaydın, günaydın, günaydın….” Ve kaldı az kaldı dedi içi sızlayarak. Ve umutları yeşerirken, acı sarmaşıklara takıldı ianaç. “ NE FAYDA “ dedi. “sevgine layık olamadıktan sonra, ben insan olsam NE FAYDA; hayvanlaşsan NE FAYDA…..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |