Bilim şaşkınlıkla başlar. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
"Hop hemşerim karşıdan geç, yasak hemşerim!" "Dur lan kime diyorum, hoop yasak lan" "Görmüyon mu karakol, gözün mü kör senin hayvan herif." Bekçinin bağırmasıyla insanlar yangından kaçarcasına hemen uzaklaşıyordu. Semt halkının çoğunluğu bu kuralı biliyordu... İkaz edilenler büyük ihtimalle bu semtin yabancısı olmalıydı... Bunu düşünürken gevrek gevrek gülüyordu bekçibaşı Kemal.Az sonra karakoldan çıkan bir polis bekçinin yanına geldi.Polis memuru telaşlıydı... "Kemal benim acil bir işim çıktı, sana zahmet bir paket sigara da ben vereyim, benim yerime de nöbeti tut." Alnındaki teri koluyla silerken saatine bakarken kısa bir süre düşündü. "Yok valla olmaz Hasan, üç kişinin yerine nöbet tuttum. Ayaklarımın dermanı kesildi, komiserim de dedi, nöbet bitince gel diye." Polis memuru kızgınlıkla bekçiden tüfeği devralırken sitem ederek konuştu: "Geçen gün altı kişinin yerine tuttun bir şey olmadı da şimdi mi zoruna gidiyor. Marlboroları toplarken güzel oluyor dimi." Polis memuru söylenirken bekçi umursamadan karakola girdi.Sinirlendi bekçibaşı.. "Deyyuslar, dünkü çocukları polis yapıyorlar, bizi de eşek yerine koyuyorlar. Senin de vereceğin sigaranın da namussuz herif." Komiserin makam odasının kapısını çaldığında düşüncelerinden sıyrıldı. Komiser Hamdi iki eli ensesinde olduğu halde koltuğunda yaylanırken daire çiziyordu. Tavanda asılı duran lambada dönen koca bir kara sineği izleyen komiser bekçiye bakmadan sordu: "Kemal bu sinek beni uyuz etti. Yahu bunların ömrü kaç gün sürüyor. Haftalardır bu sinek oda da dönüp duruyor." Bekçibaşı da gözlerini tavana dikti. İkisi kısa bir süre hiç konuşmadan dönen sineği izledi. "Komiserim bu namussuzlar hep ürer, biri ölür gider, öbürü gelir. Zannederim aynı sinek değildir." "Haklısın Kemal, orasını hiç düşünmedim. Az önce ne oldu biliyor musun, bir tane çatlak karı telefon açtı. Neymiş kocası onu dövüyormuş, şikayetçiymiş falan filan...Galiba karının şeyi kaşınıyordu, her neyse. Ama fena bozdum onu. Ulan sen nasıl kadınsın dedim... İnsan kocasını şikayet eder mi. Burası devletin karakolu. İşimiz gücümüz yok, bir de karı koca kavgalarını mı ayıracağız. Müsibet kadın dedim. Gelirsem asıl ben seni öyle bir döverim ki aklın başına gelir. Git kaynanana şikayet et lan cadaloz dedim. Kadın anında telefonu kapattı biliyor musun." "Çok iyi yapmışsınız komiserim. Millette ahlak, utanma kalmamış...İnsan kocasını hiç şikayet eder mi... Kesin eminim, karının mutlaka kaşıntısı vardı., komserim..." Gözlerini tavandan indiren komiser gülümsedi. "Neyse sineği de karıyı da siktir et. Kemal biz işimize bakalım. İyi nöbeti devretmişsin. Hava kararmak üzere sabaha daha çok var. Sen çarşıya alışverişe çık Kemal. Esnafa selamımı söyle. Güzel bir köfte yap, salatayı da hazırla. Yoğurdu unutma da bu gece bir şişe rakıyı devirelim." "Derhal çıkıyorum komiserim. Sarmısakta koyiyim isterseniz köfteye daha lezzetli oluyor. Sonra iyi gider rakıyla. Yine de arzunuz bilir.." Ayaklarını masanın üstüne attıktan sonra başını salladı. "Biraz kokuyor ama haklısın, tansiyonu düşürür bu sarmısak mereti. İkimiz de yaşlandık Kemal, göbek de maşallah davul gibi olmuş, sağlığa dikkat etmek lazım." Komiserin söyledikleri bekçiyi biraz güldürdü. Bekçi zorlayarakta olsa sahtelikle gülmesini arttırdı. "Kendi göbeğini görmüyor, benimkini neredeyse ikiye katlamış, ne buluyorsa yutuyor tövbe estağfurullah" diye düşündü. "Çok haklısın komiserim, inşallah Ramazanda eritirim." "Hadi fazla traş etme Kemal işine bak. Sen çık Suata da söyle yanıma gelsin." Son cümleler biraz sertti. Bazen gülen komiser bir anda asık bir surata bürünüyordu. Bekçi ciddi bir selam vererek odadan çıktı. Yaz mevsiminin ilk günleri olmasına rağmen, akşam karanlığı dahi insanı bunaltıyordu. Bekçibaşını gören bir kahvehane garsonu hemen dışarı çıktı. El sıkışırken küçük bir miktar parayı aldı. Gören oldu mu diye çevresini kontrol ederken komiserin selamını iletti. Bİr kaç kahvehane daha dolaştıktan sonra sırasıyla bazı manavlara, kasaplara, bakkallara girdi. Yapmacık, babacan gülüş tarzını sürdürürken komiser Hamdi'nin selamını esnaflara sıklıkla hatırlatıyordu. Buna rağmen bir çok yerden de eli boş çıktı. Sonunda elinde iki poşetle karakolun önüne geldi. Az önce nöbeti devralan polisin sert bakışlarıyla karşılaştı. Poşetleri gören nöbetçi polis kin ve nefretle bekçiye tekrar baktı. Bekçi bozuntuya vermeden içeri girdi. Komiserin odasına girdiğinde bir tartışmaya istemeden şahit oluyordu. "Suat bu kahvecileri çok şımarttınız, sabahtan akşama kadar kumar oynatıyorlar, üç kuruş istediğimizde onu bile çok görüyorlar. Ben anlamam arkadaş, her kahveci adam gibi haftalığını verecek. Vermeyenin kahvesini basın, oyun alın, zabıt tutun, kapatın kardeşim." "Ama komiserim ben de söylüyorum devriyelere dinleyen yok ki. Benim ne kabahatim var." "Bir daha söyle, işini doğru dürüst yapmayanı akşama kadar nöbete dikerim. Söyleyin kahvecilere kumarın vergisini biz tahsil ediyoruz. Kalın kafaları bunu da mı almıyor. Sen çık bakayım." Kıpkırmızı bir suratla odadan çıkan memur nöbet tutan polis gibi bekçiye ve elindeki poşete kızgınlıkla baktı. Bekçi bazı esnafları şikayet ederken, mal verenleri vermeyenleri isim isim söyledi. Komiser başını sallarken farkında olmadan küfür de ediyordu. "Demek rakıyı kurtaramadın, pekala nezarethanede kimler var?" "Yaşı tutmayan bir hırsız çocuk var. Kuruyemişçiyi soymuş. İki tane de şüpheli şahıs var komiserim." "Poşetleri mutfağa koy. Nezarethaneyi aç da şu puştlara bir bakayım." Odadan hızlı adımlarla çıktı. Karanlık nezarethanenin, mazgal deliğinden süzülen ışıkla yerde oturan üç kişiyi gördü. Anahtarı çevirerek kapıyı açtı. Bekçi adamlara gülüyordu. Üçü de şaşkınlıkla korku içerisinde baktı. "İyi akşamlar beyler, Allah rahatlık versin. Bir arzunuz, bir isteğiniz var mıydı acaba." Bekçinin samimi, güven dolu sözleriyle çocuk hırsız titreyerek konuştu: "Abi çok sıkıştım, tuvalete gidebilir miyim." Bekçinin gülen yüzü bir anda karardı. Öfkeyle bağırdığında nezarethane adeta çınladı. "Çabuk ulaaaaan yavşaklarrrr, hemen esas duruşa geçin komiserim geliyor." Üçü de panikle ayağa kalktı. Esas duruşa geçti. Komiser dev cüssesiyle nezarethanenin kapısında dikildi. Kemerini, göbeğinin seviyesine çekerken üç zanlıya dikkatle baktı. Bu arada eliyle aletini düzeltiyordu. "Suçunuz ne ulan sizin." Otuzlu yaşlarda görünen iki adam heyecanla, aynı anda cevap vermeye çalıştı: "Komiserim biz iki arkadaş Topçular da, tekstil atölyesinde çalışıyoruz. İş çıkışı ekip otosu bizi sokakta aldı. Kimliklerimiz yokmuş. İş yerimizin telefonu burada, inanmıyorsanız arayın. Bizim bir suçumuz yok." Komiser firmayı tanıdı. Az da olsa vicdanı sızladı. İki tane zavallı işçiyi boş yere almışlardı. İstese sabaha kadar bu iki adamı tutardı. "Üstünüzde ne kadar para var." Sessizlik oldu. Bir tanesi cevap verdi: "Benim yok komiserim." Sanki gök gürlemişti. Komiserin bağırması ile son konuşana vurması bir saniye bile sürmedi. Dev pençeyi yiyen kısa boylu, zayıf işçi boylu boyuna yere uzandı. "Paranız yok he. Ulan burası hayır kurumu mu ibneler. Parasız ne işiniz var ulan karakolda." Diğer işçi panik halinde elini cebine sokarak bir miktar para çıkardı. "Benim var abi, yeni avans almıştım, elli liram var" dedi güçlükle titreyerek. Komiser Hamdi bir anda yumuşadı. Ses tonu daha da yumuşaktı. "Güzel, çok güzel.. Sen hemen koşar adım karşı büfeden bir büyük rakı al. Kemal sonra bu ikisini bırak gitsin. Senin suçun neydi?" Hırsız çocuk korkudan altına işiyecekti. Öyle bir titriyordu ki dişleri birbirine vuruyordu, konuşamıyordu. "Konuşsana ulan, dilin yok mu senin" "Abi evden kaçmıştım, bir daha yapmayacağım, karnım açtı, sadece camı kırıp bir karton sigara aldım. Ekmek kuran çarpsın bir daha yapmayacağım." "Demek hırsızsın. Seninle gece görüşeceğiz. Geceye hazırlan, kapat kapıyı Kemal, ben odamdayım." Nezarethane kapısı kapandığında yalnız kalan hırsız çocuk yere diz çökerek ağlamaya başladı. Bekçi başı işçiden rakıyı aldıktan sonra, ikisini de serbest bıraktı. Köfteyi yoğururken sevdiği bir türküyü söylüyordu. "Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece, gündüz gece, vay vay vay" Komiser Hamdi hayretle ona bakıyordu. Bu sineğin niyeti neydi acaba. Kasten mi bu lambanın etrafında dönüyordu. Eski görev yerleri daha da güzeldi. Allahın belası bu ilçeye nasıl da düşmüştü. Tayin torpil yaparak Beyoğlu ilçesine kapağı atmıştı. Atmıştı atmasına da, fazla yediği rüşvetler dikkati çekmişti. Para, hayat, Beyoğlu ilçesindeydi. Şikayetler onu İstanbulun en sürgün yeri olan Eyüp ilçesine fırlattı. Kapı çalındığında eski anılarından çıktı. Bekçibaşı huzursuzdu. İki kolunu sıvamıştı. İki elinde de kıyma, maydonoz artıkları vardı. "Komiserim ekip yine adam getirdi ne yapalım." "Allah kahretsin, bir rahat oturamayacağız şurada, kim yahu bu ekibin şefi." Bekçibaşı sırıttı. "Komiserim meslekte yeniler. Kolejliler, ondan çok çalışıyorlar." Kızgınlıkla başını salladı. "Çalışsınlar, çalışsınlar. İlerde göreceğim ben onların meslek aşkını. Puştlar.. Çağırın şu ekibin şefini." Bir polis içeri girer girmez selam verdi. "İyi akşamlar komiserim, kimliği olmayan bir şüpheli şahıs ile parkta esrar içen bir kişiyi aldık. Üzerinde de yarım plaka esrar çıktı." Ekip şefi raporunu verirken, komiser ona nefretle bakıyordu. "Tamam tamam, teslim yazısını Suattan al. Unutmadan söyliyeyim, kendinizi fazla yormayın, bu memleketi sizin ekip kurtarmayacak herhalde, anladın mı." Ekip şefi şaşkınlıkla selam vererek tekrar odadan çıktı. Gece yarısına doğru karakol sessizliğe büründü. Bir odada bekçibaşı Kemal, komiser Hamdi vardı. Masa üzerinde kirli tabaklar, son kalan rakı kadehleri varken, ikili koyu bir muhabbete dalmıştı. Diğer bir odada ise iki masada bekçiler, polisler, kağıt oynuyordu. Yazıcı polis memurunun daktilo sesinden başka ses duyulmuyordu. Karanlık nezarethanede ise hırsız çocuk ve iki adam gergin bir halde düşünüyordu: "Ah ulan ah, ne eşeklik be. Ne işin var parkta, böyle kerizlemesine yakalanırsın işte." Kısa boylu zayıf, esmer adamın konuşmasını diğerleri sessizce dinliyordu. Uzun boylu, pala bıyıklı olan şüpheli şahıs sordu: "Senin suçun ne birader" "Esrar abi esrar. Bir müşteri parkta bekliyordum. Beklerken dayanamadım bir tek kağıtlı içeyim dedim. Birden zarbolar ensemde dikilse mi. Ulan kurnazız diye geçiniyoruz bir de.. Sarıgölde bana İstavrit Yaşar derler. Herkes tanır beni sayın abim. Duyanlar bu eşekliğime amma da gülecek. Karizmayı çizdirdik abicim, çizdirdik." "Benim de kimliğim yok diye aldılar, ne zaman bırakırlar biliyor musun" "Sabah bırakırlar abicim, başka da bir şey olmaz. Ben nasıl yırtacağım onu düşünüyorum. Yine paspas gibi ezecekler. Adalet mi bu, ah ulan ah Yaşar dayağı ye de aklın başına gelsin şerefsiz.." Bir köşede, gazete kağıdı üstünde oturan hırsız çocuk iki adamın konuşmasını korkuyla dinliyordu. "Şey, abi, beni ne zaman bırakırlar" Yaşar hayretle baktı. "Senin suçun ne koçum?" "Şey, abi evden kaçmıştım, kuruyemişçinin camını kırmıştım." "Eee sonra" "Bir karton sigara aldım." "Koçum hırsızsın işte, utanmana gerek yok. Esrar satmak istersen beni ara çıktığında. Ne bırakmasından bahsediyon. Paketsin, cezaevi yolcususun. Sorguya aldılar mı seni." "Yok abi komiser dedi ki gece görüşeceğiz." "Ezicekler oğlum, iş isteyecekler senden. Yaşın da tutmuyordur senin. Ama farketmez, tutsa ne olur; tutmasa ne olur." Çocuğun kalbi şiddetle atıyordu. Ağzı burnu iyice kurudu. Şüpheli şahıs da korkmuştu. Yaşar saatine tekrar baktı. "Yandık aga saat bir, üçe doğru bizi alırlar. Ah ulan Yaşar senin ben ecdadını..." Endişe, korku, nezarethanenin sidik kokusu, rutubet, nem, sıcaklık üç adamı da gittikçe boğuyordu. Zaman, dakikalar, saatler işkence gibiydi. Komiser Hamdi saatine bakarken koltuğuna oturmuştu. Tavana, lambaya, sineğe bir kez daha baktı. İnatçı yaratık oradaydı. Odaya bir polis memuru girdi. "Komiserim dükkanı soyulan kuruyemişçi geldi, sizinle görüşmek istiyor.." "İfadesini vermiş ya daha ne istiyor, çabuk gelsin, ne karın ağrısı varmış bakalım." Altmış yaşlarında, gözlüklü, zayıf bir adamı içeri aldılar. El pençe esas duruşta olduğu halde, sanki şikayetçi değil de bir sanık gibi titriyordu. "İyi geceler komiserim rahatsız ettim. Düşündüm de siz de uygun görürseniz sigarayı çalan kişiden davacı olmayacağım." Şok geçiren komiser Hamdi adamı azarladı: "Neee, hem şikayetçi oluyorsun; hem de şikayetini geri alıyorsun, söyle bana neden" "Komiserim çocuk buralıymış, araya tanıdıklar girdi. Yaşı da tutmuyormuş, bir cahillik yapmış işte. Babası annesi rica etti. Üstelik bu semtin eski insanları, kırılan camın, sigaranın parasını ödediler." "Kes, yeter, bana bak efendi, sen burayı bakkal dükkanı mı zannettin. Yılanın başını küçükken ezicen ki ilerde seni sokmasın. Bu bir.. İkincisi de karakolu oyalamaktan, işlenen suçu örtbas etmekten dolayı hakkında işlem yaparım haberin olsun. Çabuk dışarı çık." Yaşlı adam korkudan titriyordu. "Özür dilerim komiserim, siz bilirsiniz." Karakolun karşı kaldırımında, bir kadın ile erkek bekliyordu. İhtiyar ağır adımlarla yanlarına gitti. Sesi de titreyerek çıktı. "Kusura bakmayın, elimden geleni yaptım. Olmadı, çok üzgünüm." Arkasını dönerek yürüdü. Kadının gözünden yaşlar süzülüyordu. Nezarethaneye doğru yaklaşan ayak sesleri, üçünün de tüylerini diken diken etti. Dönen anahtar sesi ile paslıu kapı açıldı. Sarhoş gözleri gülüyordu. Bekçibaşının yanında iki genç polis vardı. "Hayırlı akşamlar rahatsız olmayın, keyfinize bakın. Misafir umduğunu değil de bulduğunu yermiş. Hırsız bey lütfen teşrif eder misiniz iki lafın belini kıralım." Kapıyı kapattılar. Tuvaletin yanında duran başka bir kapıyı açtılar. Karakolun bodrum katına inen merdivenleri, düşük voltlu bir ampül aydınlatıyordu. Çocuk bayılmak üzereydi. Hırsız çocuk önde, bekçibaşı ve iki polis merdivenlerden indi. Hırsız titrerken, etrafına da dehşet dolu gözlerle bakıyordu. Duvarda kancalar, kayışlı sopalar, siyah bir makine, yanında çevirme kolu, kablolar, çeşitli kalınlıklarda sopalar, su hortumu gibi çeşitli aletler vardı. Yerde ise eski çürümüş kan lekeleri görünüyordu. "Bana bak aslanım şimdi nereleri soydun, başka suç ortakların var mı, çevrende bildiğin bu işi yapanları, hepsini bize efendice anlat. Ne bizi üz, ne de biz seni üzelim tamam mı koçum." Hırsız çocuk ağlıyordu.Yalvardı.. -- Abi ekmek kuran çarpsın ben hırsız değilim. Hayatımda ilk kez sigara çaldım, karnım açtı. Yemin ediyorum başka bir şey yapmadım-- Bekçibaşı falaka sopasını aldı. İki polise nasıl tutulduğunu gösterdi. Yalvarmalara karşılık üçü de gülümsüyordu. "Çorabını çıkar, yere otur, ayaklarını kaldır." Falaka sopasını ayağına taktılar. İki polis falaka sopasının ucunu tutarken bekçibaşı jopu eline aldı. "Son kez söylüyorum konuş." Aynı yeminler, aynı yalvarmalar arasında jopu indirdi. "Konuş ulan konuş, nereleri soydun. Yenimahallede ki tekel bayisini sen mi soydun?" Hırsız çocuğun feryatları, küçük sorgu odasında yankılanırken jop peşpeşe yankılanıyordu. "Ah tamam abi" dediğinde bekçibaşı durdu. "Pazardan portakal çalmıştım, okul kantininde gazozları ve bisküvileri bir sınıf arkadaşımla birlikte çalmıştık." "Onlar ufak işler, başka, başkalarını anlat. Konuş ulan konuş." Bekçibaşı artık bilinçsizce vuruyordu. Karısından şüpheleniyordu. Sorunu vardı... Vurdu... Köydeki tarlasına abisi el koymuştu.... Vurdu... "Konuş ulan, konuş." Oğlu da bunun gibi evden kaçıyordu. Belki o da onun gibi hırsızlık yapıyordu.... Vurdu... Çocuk bayılmak üzereydi ki polislerden biri bekçiyi uyardı. "Tamam görmüyorsun birşey olsaydı söylerdi, başımız derde girmesin." Ayağa kaldırdılar. Çocuğu aklına geldiğinden olacak ki biraz duruldu. Bir elini çocuğun omuzuna koydu. "Bak evladım benim de senin yaşında bir oğlum var. Kusura bakma o puşt aklıma geldi, biraz fazla vurdum. Ama sana şunu söyliyeyim, asıl büyüdükten sonra beni anlayacaksın. Sen de ilerde baba olacaksın. Diyeceksin ki iyi ki bekçi baba beni dövdü de aklım başıma geldi. Nedir ulan o yaptıkların. Yok sigara çaldım, yok gazozmuş, portakalmış.. Evladım madem bu işleri yapacaksın büyük oyna. Banka soy, kuyumcu soy.. Soy ki kendini kurtar. Buraya geldin mi de sana paşalar gibi hürmet ederiz. Bize de faydan olur, üç beşte biz nasipleniriz. Olur mu koçum, dediğim gibi büyük işler yap, büyük oyna.. Tamam mı koçum. Bu bekçi babanın nasihatleri de kulağına küpe olsun. Hadi ayakkabılarını giy. Geçmiş olsun..." Hırsız çocuk şaşkınlıkla, korkuyla, gözleri patlamış bir şekilde dinliyordu. "Tamam bekçi baba tamam dediğini unutmayacağım, söz veriyorum." ---- Haziran 1991 ---
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |