Seviyorum, öyleyse varım. -Unamuno |
|
||||||||||
|
M. Altan: Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? A. Yazıcı:Dünya vatandaşı. Hassas merhamet terazisinde kendini biraz rahvan hayata salmış, bir öküz kadar tarlada çalışmış, bir bebek gibi geceleri kimseye gönül ve vicdan borçsuz uyuyabilmiş, tesadüfen televizyonda iş yaparak hayatını kazandığı için herkesin tanıdığı ama herkes gibi yaşayan bir kadın. M. Altan: Dünyada Başarı Kazanmanın İki Yolu Vardır: Kendi Aklından Faydalanmak, Başkalarının Akılsızlığından Faydalanmak. BRUYERE Başarıya giden yol da hangi levhayı takip etmeliyiz desem? A. Yazıcı: Düşünürlerin söyledikleri özlü sözler de günümüzde uygun düşmeyebiliyor. Damlaya damlaya göl olmadığı gibi, emeksiz başarı da var… Önemli olan KALICI başarı veya kendini ilerleterek büyüyen başarı bence. Yani “ben oldum” deyip bir matematik formülüne imza atmak ve orada oturmak değil… Onun da ötesi için hiç ölmeyecekmiş gibi çalışarak azmini diri tutmaktır. Bruyere sevenler bana kızacak ama devir akılsızların da akılsızlıklarını paraya çevirdiği ve akıllıları alt edebildiği bir çağ. Örnek verdirtmeyin papaz olmayayım medyayla… Takip edilecek yol çağın küçük fırsatlarını görebilmek ve üzerinde azimle durmak o kadar. M. Altan: “İlimsiz şiir, harcı ve hesabı olmayan duvar gibidir.” Fuzuli Şiir, duvarlarını en sıkı temellerle örmek için ilim ile çıktığı yolda önce hangi sırrı bilmelidir? A. Yazıcı: Kendinin tek olmadığını, egosunun dingin kalamadığı durumların diğer âdemoğullarında da yaşanan bir durum olduğunu bilmesi gerekir. Bunun için tevazu,tevazu için de diğer sosyal konumların bilgisi gerekir. Diğer kişilikler arasında yegâne olmadığını, yaşanılan ne varsa duyguya satıra dökülürken evrensel bilinçle harmanlanması gerektiğini “BİLGİ” sayesinde kavrar yazan kişi… Değilse, milyarlarca şair arasında (!) “birkaç” ın arasına girmez,okunmaz, duygulandıramaz herkesi… M. Altan: Sizce şairin ilk işi nedir? A. Yazıcı: Şairin ilk işi yaşamaktır. İkinci işi ise başkalarının çıkaramadığı antenlerini (siz deyin 6 ncı his ben diyeyim duyu ötesi algı) devreye sokmasıdır… M. Altan: Şair kelimelerin kökünü söktükçe şiirin derinliğinde bir kulaç olur… Kelimelerin köküne ulaşamayan şairler ise ancak bir gölde kulaçlarını yoran yüzücüdür… Bazı şairler neden şiirin özüne inip kulaçlarını okyanusta büyütmek yerine bir gölde minik kulaçlarını zamana sadece kayıp yorgunluklar olarak sunarlar? A. Yazıcı:Onlara şair dememeli? Öyle değil mi..Madem şair, şiirin derinliğine alır sizi gezdirir ve serin algılara düşersiniz. Yüzdüremiyorsa ŞAİR demeyin.. :) Şiir yazan kişi demeli. Çoğu kişi hayat onları kırınca, bir yerlerden içlerinin kirlendiğini düşününce bunu sayfaya dökerek iyileşirler…. Hatıra defteri tutmak gibi… Bunlara da satır satır alt alta toplayarak yazılan iç döküşlere şiir denilmez.Yorgunluklarını satırda dinlendirirler o kadar. Şiir sanatsal bir akışı olan, sözcüklerin avam halleriyle dizelenmediği genel bütünlüğünde anı hissettiren ve okuyanı düşündüren bir edebiyat türü. Diğerleri düz metindir kanımca. Ben üstat değilim söyleyeceklerim bundan ibaret. M. Altan: Düş ile düşünmek arasındaki ayrımı nasıl yapabiliriz? A. Yazıcı: Düşte el freni yoktur. Düşünürken akıl, bilgi deposundaki anlamlara ters gelen yerlerde durur baştan bahaneler veya yollar sentezler. Düş hayadir hayallerde de renk ve konu sınırı koktur. Herkes kendi kahramanını ve olayları istediği gibi yönlendirir. M. Altan: Karşınızda genç bir şair var… Yetenekli ama birikimi yok… Ona vereceğiniz öğütler neler olabilirdi şiiri geleceğine aktarabilmek adına… A. Yazıcı:Onun anlatım tarzına en yakın gelen bir şairin tüm kitaplarını alıp okumasını öğütlerdim. Okundukça akıl şiir adına kurgu kayıtları yapar, yetenek devreye girdiğinde ve duyguları onu ilham perisi ile yola ittiğinde biriktirdiğini kendi mayasıyla mayalar… M. Altan: Türk şiirinin içinde bazı safralar var… Türk şiirine en büyük zarar sizce hangileridir? A. Yazıcı: Benim bu konuda ahkâm kesmeye yetkim yok.Ama olgun devrime geldiğimde belki bu konuda ben de atıp tutabilirim. M. Altan: “Meşhur bir filozofa: - Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz? diye sorulduğunda: - Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş. “ En büyük hazinemiz aklımız… Ve çocuğumuz aklımızı kullanmak yerine ve düşünme gücünü ruhumuzla birleştirip önce manevi anlamda zenginleşmek yerine onuru erdemi bir yere bırakıp hazır bir yaşamı tembel ve basmakalıp bir yaşamı nasıl yüklüyoruz ruhumuza? A. Yazıcı: Bu eğilmek konusunu ben çok başka algılıyorum. Eğilmek küçük düşmek demek değildir. Özür dilemek kötü insan olmak demek küçülmek demek değildir… Eğilmek her zaman KÖTÜ bir anlam yüklenemez! Mesela Hz Mevlana’nın huzuruna bir rahip gelmiş konuşacakları varmış. Mevlana yerinden kalkıp onu eğilerek selamlamış. Konuşmuşlar gitmiş. Yanındakiler neden onun önünde eğildiniz ayağa kalktınız, o eğilseydi demişler Mevlana “ben bu tevazu denilen hoşgörü dolu hazineyi ona bırakır mıydım demiş…” Evlatlara gelince, siz istediğiniz kadar onu erdemle donatmak eğitmek, iyiyi kötüyü işaret etmek için ebeveyn olarak debelenin. Esas eğitici ve ona meyiller gösteren sosyal yaşamın kendidir. Televizyondur, memlekette otobüste beraber yol gittiği vatandaştır. Her nesil bir sonrakilere (gençlere) çok basmakalıp düşündüklerini, değer bilmediklerini söylemiş..Muhtemelen size de aileniz dedi, onlara da kendi büyükleri…Çağ değiştikçe kavramlar da değişiyor ve özünü,mayasını iyi tuttuğunuz bir birey sizin bildiğiniz kalıp yöntemlerle değil kendi çağının uygun kurallarına göre edep belirleyip onunla yürüyor. Basmakalıp yaşamı reklâmlar da tv de etraftaki tüm ünlü (!) zengin olmuş okumamış ama itibar gören insanlar da ruhlara yüklüyor! Endişelenmeyin! M.Ö 6.yy dan beri tabletlerde yazı biz de diyoruz ama nesil kendini çağa uydurup erdemli de kalmayı becerebiliyor. M. Altan: Hayat lügatinden birkaç kelime ve tanım alsak sizden? A. Yazıcı: Mutasavvıf olmaya çalıştığımdan beri, bunca medeniyet kirliliğine “karşı” ve “içinde”, birçok cümle girdi hayat lügatime ama en çok sevdiğim ve derinden inanarak kalbime yazdığım: Kötülere iyilik yapmak, en az iyilere kötülük yapmak kadar fenadır” sözüdür… M. Altan: Şiir, yaşam ile düşsel dünyanın kanatlarında doğan kelimeler ülkesindeki duygu yağmurudur… Bu yağmurun bereketi önce, toprağı mı zenginleştirmeli yoksa topraktan faydalananları mı? A. Yazıcı: Toprağı zenginleştirmeden o yağmuru da alamazsınız zaten… Toprak bol azotla zengin olur. Azotu oluşturan onda barınan binlerce ölü bedendir. Yapraklar, hayvanlar, insanlar ölür ve toprağı zenginleştirir. Sonra oradan yeni bitkiler, böcekler, çiçekler, çınarlar yükselir. Kısır bir topraktan cılız, cüce, tırmanamayan sarmaşıklar çıkar ancak.Önce toprağı zenginleştirmeli tabii…J M. Altan: Günümüz şiirinde belirgin bir kargaşa var… Herkes kendince bir açıklama yapıp sadece kendi kapısının önünü temizleme derdinde… Şimdi biz önce sokağımızı süpürmekle başlayalım mı Sayın Yazıcı… Şiirdeki tıkanıklığın sebebi sizce ne? A. Yazıcı: Sağlık bakanının da dediği gibi ülkenin %30’u depresyondaysa ve günlük tutmak psikologlar tarafından ruhu temizleyen bir eylem olarak öneriliyorsa diyeceğini süsleyip, alt alta yazıp “şiir” diyenler de olacaktır. Hele hele ayni şizofreniden gelenler birbirlerinin cümlelerini anladığından alkışlayabilirler..Tamam. Kargaşa bilgi sahibi olmadan “fikir” sahibi olanların şiir yazmasından geliyor bence… Edebiyatın kokusu olan şiirler için çok şiir okumak ve yetenek gerek. Ruh hastası olmak yetmiyorJ Sanırım her ülkede ve dilde aynı kavram kargaşası ve tıkanıklık da var. Tıpkı yemek yemek yerine bir hap alacağımızı düşündüren uzay filmlerine inanmamakta ısrar etmemiz ve bir gün bu hapları yutarak besleneceğimizden emin olmamız gibi. Edebiyat da kendi içinde kelimeleri ve ifade etme şekilleriyle değişimde… M. Altan: Şiirde doruk nedir, bir daha varamayacağın yer mi, Yoksa doruktan doruğa yapılan bir macera mıdır şiir? Bence en iyisi Sysphos gibi her gün yeniden tırmanmaktır. Şair her şiirinde yeniden doğar ve ölür Melih Cevdet ANDAY Şiirin en son durağı var mı? Yoksa sonsuza akan bir sonsuzluk hazinesi mi? A. Yazıcı: İnsan beyninin son kapasitesi nasıl belirlenemiyorsa duyguların da durağı belirlenemez. Çıkış noktası, şekli, varabileceği yer ve güzergâh olmadığı için bence üstat doğru demiş: Her gün yeniden doğar ve ölür. M. Altan: Sizce Türk şiiri istikrarlı bir tablonun sahibi mi… Yoksa yarınını tam görmeyen bir yolcunun cebinde bekleyen bir çığlık mı? A. Yazıcı: Sosyolojik karmaşalar insan duygularını da yönlendirir. Ekonomik zorluklar, gelecek endişesi, kanunların iş görmez hale gelmesi, adaleti sorgulamak ve tüm bunların içinde yaşam savaşını KENDİ ELLERİYLE yönetememe ıstırabını hissetmek İSTİKRARSIZLIKTIR… Yaşam bunca dengesizken siz şiirden, yani insan ruhunun sayıklamalarından ne bekliyorsunuz ki? ? İki taraf da insanlık da çığlık atıyor. M. Altan: Şiirin folklor ilişkisi nedir? Cemal Süreya’ nın ’ folklor şiire düşmandır ’ sözü hakkında ne düşünüyorsunuz? A. Yazıcı: Kalıplar şiire düşmandır. Evet. Folklor kalıpsal bir anlamda yaşam diye düşünülürse evet… M. Altan: Hece şiiri ile serbest şiir arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri konusunda ne düşünüyorsunuz? Serbest şiirin teknikleri olmalı mıdır? A. Yazıcı: Hece şiirini biraz sahte bulmuşumdur hep. Bazı üstatlar hariç, bana çok kuru ve zorlama bir kalıpla uyak yakalama gayesiyle garip duygusal boşluklar oluşuyor gibi gelir.. Şahsi düşüncem. Dedim ya çağlar değişirken edebiyat da ifadesini tarzını ve kalıplarını değiştiriyor. Bu kaçınılmaz. Serbest şiirin de teknikleri olmalı tabii. Önce duygu aktarımında seçilen kelimelerin avamlığından kaçınılmalı, sonra (bence) bütün içinde mutlaka uyaklar oturtulmalı.Yoksa düz metinden farkı olmaz. M. Altan: Şiiri nesirden ayıran ilk özellik nedir..? A. Yazıcı: Avamlığı. Sıradanlığı, güncel tüketilen sözcüklerin kullanılması, uyak bulunmaması o yazımı nesir yapar. M. Altan: Balzac, başucunda yanan bir mum olmadan hiçbir şey yazamazmış. Kahve tiryakiliğiyle de tanınan Balzac’ın bir başka özelliği ise, çoğu zaman yazı yazarken başına bir yün atkı sarıp ayaklarını da suya sokması... Öyle ki, onun bu âdetini abartıp roman yazarken keşiş cübbesi giydiğini bile söyleyenler var! Sizin yazmadan önce ya da yazarken gariplikleriniz var mıdır illa olması gereken ayrıntılar…? A. Yazıcı: Atalarımız başını serin ayağını sıcak tut demiş ama… Balzac sanırım duygularını tepetaklak etme yöntemi olarak bunu kullanmış. Vadideki Zambak’ı okurken büyülenmiştim. İnsanın bir diğerini anlamak için çaba sarf ettiği anda kin, sevgi, hoşgörü, aşk gibi sözcükler lügatteki yerlerine yerleşir. “Hayat herkes için acı, çünkü benim boş yere dilediklerime sahip olmuş nice insanlar gördüm, onlar da mesut değil.”diyen bir yazar benim için başkası olabilmeyi de bilen biridir. Bunu edinebilmek de sanırım hiç kolay olmamıştır. Benim yazarken, solumda tablada kendi kendine yanan bir sigara dumanından başka ve hüzünden başka hiçbir şeye ihtiyacım yok.. M. Altan: Bazan bir şair, tek şiirle, bir başka şairin yüzlerce şiirini yok eder… Böyle bir şiire rastladınız mı? Sizi çok etkileyen bir şiirin dizelerini duymak isterdik sizden… A. Yazıcı: Orhan Veli’nin Rubai şiiri beni hala hayat hakkında her bakışımda çok düşündürür. Ömrün o büyük sırrını gör bir bak da Bir tek kökü kalmış ağacın toprakta Dünya ne kadar tatlı ki binlerce kişi Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta M. Altan: Dibe vurdum diyorsun! dip “o” durduğun yer mi,? ne biliyorsun? ya ötesi de varsa dibin? ……belki de kuyunun kendisi sensin! Bazen en dipte gerçek gökyüzünü görebilme cesaretini ulaşırız… Ötelerdeki manayı çözmek mi yoksa çözülmüş mananın koynuna düşmek mi isterdiniz? A. Yazıcı: Ötelerdeki mana beni her zaman daha güçlü kılmıştır. Çözülmüş manalar, herkesin kendi akıl gücüyle ulaştıklarını temsil eder. Benim aklıma uyanı kendi algımla ve duyuşumla bilebilmek,keşfetmek bana daha öz gelir. M. Altan: Aşağıdaki verdiğim kelimeleri siz de uyandırdığı manada tek bir cümle ile tanımlamanızı istesem… İnanç… İnanç, görmediğine inanmaktır. Armağanıysa inandığını görmektir. Kaygı… Kaygıyı silen tek şey rahman ve rahim olan yaradana tevekkülle sığınmamdadır. Güven… Her insan kendinin aynası ile yüzleşir. Güvenmezsen güvenilmezsin. Çocuk… Kim daha korkak? Karanlıktan korkan çocuk mu, yoksa aydınlıktan korkan büyük mü? Yaşam… Yaşamımız yaşadıklarımızla değil, beklentilerimizle şekilleniyor M. Altan: Samimiyetiniz, manevi güzelliğinizin içindeki onurlu duruşunuz, şiir adına verdiğiniz emek dolu çalışmalar size ulaşmam için en güzel ayrıntılardı... Sayın Ayşenur Yazıcı çok çok teşekkür ederim verdiğiniz emek zaman ve paylaşım için… A. Yazıcı: Ben de sevgilerimi yolluyorum Mehtap Altan
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehtap ALTAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |