..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Haşmet Şenses




3 Temmuz 2010
Sercan  
Haşmet Şenses
İşte, çarklar dönmeye devam ediyor. Metal ve beton cehenneminde filizler kırılıyor.


:BJBC:
İşte, çarklar dönmeye devam ediyor.
Metal ve beton cehenneminde filizler kırılıyor.
Geçen yaz gördüklerime dayanamayıp, "Tutun ellerinden ve rahat bırakın çocukları" diye yazmıştım. Bir anda akıp gitmişti yazı. Yine yaz geldi işte, yine upuzun tatilleri başladı çocukların.
"Yüz gün! Yüz gün!" deyip duruyordu Sercan, "Tam yüz gün tatil var." Pek hoşuma gitmişti, mırıltılı bir kedinin ensesini okşamışım gibi hissetmiştim. Çocuklar beni hep mutlu eder, yatıştırır. Yani çoğunlukla... Bazen tersi olur.
Tam bu satırları yazarken, Sercan, bu ayrıntıyı atlamamam gerektiğini hatırlatıyor yukarıdan.
Nasıl mı yapıyor bunu. Koşarak, hoplayıp zıplayarak, üst katın duvarlarında dev bir gülle gibi sekerek.
Evet aynen böyle oluyor, hiç abartmıyorum. Üstelik bazen saatlerce sürüyor.
Sercan bir tuhaf çocuk...
Tıknaz, yuvarlak hatları olan bir çocuk ama şişman sayılmaz. Sevimli de sayılmaz pek ya, bana sevimli geliyordu ilk zamanlar. Kısacık kesilmiş kumral saçları var. Gülmez pek, içe kapanık gibidir daha çok. Balkonda sigara içerken izliyorum bazen, diğer çocukların arasında çok sessiz duruyor. Sürekli boğuşan, her bahane ile kavgaya tutuşan diğerlerine uzak duruyor genellikle. Hareketleri görünmeyen bir şeylerce kısıtlanmış gibi, daha çok tutuk bir hali var... Bütün enerjisini eve saklıyor sanki. Sercan dışarıda gördüğüm bütün o durgun ve çekingen görünüşünün altında, bir tuhaf çocuk gerçekten.
Aslında Sercan hiperaktif bir çocuk.
Öyle demişti ana-babası, yok yahu demiştim ben de, bu hiperaktiviteyi çok abartıyorlar. Artık kabul ediyorum, bu hiperaktivite kanlı-canlı bir gerçek galiba.
Yine de sık sık kendime sormadan edemiyorum:
Sokaktayken çok sessiz duran bir çocuk, nasıl olur da evdeyken ebeveynlerince zaptedilemez. Çocuklar yaz tatillerinin bile uyanık kaldıkları süresinin çoğunu beton kafeslerde geçirirse çileden çıkarlar tabii... ama bu kadarı da çok abartılı.
Eninde sonunda iş gelip ebeveyne dayanıyor. Yalnızca hareketli deyin ya da ille hiperaktivite diye etiketleyin, farketmez. Bunun bir çözümü var mutlaka.
Geçende bir şeyler yazmaya uğraşıyordum. Öğle saatleriydi, çocukların tatilinin ilk günü. Birden tavan zangırdadı adeta. Yerimden fırlamak üzereydim telaşla, bir anda anladım ve yerimde kaldım. Sercan bir şey yapmıştı ya, ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Öyle bir gümbürtü nasıl çıkardı, yalnızca sekiz yaşında olan bir çocuktan, bilemiyordum.
Ardından dizginlerinden boşalmış bir at gibi koşturmaya başladı. Yazının ucu kaçtı gitti avucumdam, boş boş bakıyordum ekrana.
Boş ver, dedim kendime. Olur, alış artık çocuk işte. Üstelik hiperaktif.
Ancak dağılan zihinsel akışı toplamak bu mantıklı yaklaşımla mümkün değil. Üstelik bu kez dikkatim kendimi ikna etmeye takılıp kalıyordu. Artık odaklanmam mümkün değildi.
Kafam avuçlarımda, dirseklerim masada öylece dururken, Nihan'ın sesini işttim. Kapıdan kafasını uzatmış tedirgin bir ifade ile gülümsüyordu.
"Ne dedin hayatım, anlamadım" dedim.
"İyisin değil mi?" diye sordu.
Boynumu iki yana hızla yatırıp kütlettim.
"İyi mi? Nasıl iyi olabilirim ki! Sen buna dayanabiliyor musun?"
"Sakin ol lütfen. Çok uzarsa çıkar konuşurum."
Uzayacak, hem de çok uzayacak diye düşündüm. Ve Nihan gidip konuşacak bir kez daha.
"Sanırım bu dördüncü olacak. Öyle mi?"
Evet dedi kafasını sallayarak.
"Mutlaka bir süre kesilecek. Sonra... Daha ilk gün bu Nihan, bütün yaz nasıl çekilir böyle. Sıcak bir yandan..."
Aslında bir süredir rahattık, okul, kurs, satranç kursu filan derken, günün çoğu sessiz geçiyordu. Okul döneminde ilaç aldığını söylemişti bir kez annesi.
Bir gümbürtü koputu yine yukarıda. Ardından ritmik zıplama sesleri, sanki ayağında demir ayakkabılar varmış gibi. Duvarlardan da sesler geliyordu arada, kafasını duvara vuruyordu sanki.
Sessizce durup birbirimize baktık bir süre. Sonra bir öfke patlamasıyla fırladım sandalyeden. Kapıda kirişe dayanmış duran Nihan sarılarak tuttu beni.
"Dur nereye? Sakin ol biraz."
"Hayır bu kez ben gidiyorum. O veletin sağlam bir korkutulması lazım." Ama çekilmedi önümden.
"Seni tanıyamıyorum inan. Ne olursa olsun, bir çocuk o. Ve sen bir çocuğu korkutacaksın ha."
Nihan'ın önceki çıkışlarında annesi her seferinde içeri buyur etmiş, "Kızın biraz, azarlayın, bizi dinlediği yok." demişti sonradan anlattığına göre. Hatta bir keresinde babası da evdeydi ve o da desteklemişti karısını.
Kızmak şöyle dursun, tatlı tatlı konuşmuştu Nihan. "Bak canım amcan evde çalışıyor, sen böyle koşturdukça işine kendini veremiyor" demişti. Bu bildiğim Nihan'dı ve tabii ki bütünüyle doğruydu. Ancak en son çıkışında, "Sert çıktım bu kez." dediyse de inanmamıştım. Evet kapıda durup içeri girmeden konuştuklarında, ben de aşağıdan kulak kabartmıştım. "Ya artık dayanamıyoruz, lütfen" filan diye girmişti lafa. Adamın da evde olduğu seferdi bu. Azcık bozulmuşlardı sanırım, bunu hissetmiştim.
"İçeride çocuk, o ezik, suçlu haliyle önüme gelip, bakışlarını ayaklarından ayırmadan durunca çok kötü oldum Tahsin" demişti. "Ama söz verdi işte. Artık ne kadar tutarsa."
Ellerini göbek hizasında kenetleyip, huzursuz huzursuz avuçlarını ovuşturuşunu hatırlamıştım o an. Dışarıda diğer çocukların arasında bu halde görüp içim parçalanmıştı kaç kez. Suçlu hissetmiştim Nihan'ın karşısında kendimi.
Kapının önünde durduk bir süre. Ne yapacağımıza karar vermeye çalıştım. Oysa çok açıktı, birazdan Nihan'ın çıkıp kapılarını çalacağı kesindi.
Öyle oldu. Bu kez kapıya çıkmadım, gidip salondaki kanepeye uzandım. Televizyonu açıp boş boş bakındım bir süre. Beş dakika, on dakika derken, "Ah-ha" dedim kendi kendime. "Nihan teslim bayrağını çekti."
Salonun balkonuna çıkıp bir sigara yaktım. Sıcakta gölgelerden yürüyüp geçenlere bakarken hızlı hızlı içtim, masanın kenarındaki saksılardan birinin içine söndürdüm izmariti. İçeri girdiğimde, koridordan gelen Nihan'ın ağlama sesiyle irkildim.
İlk düşündüğüm şey, "Papaz olacağız yukarıdakilerle" oldu.
Kapının arkasında bir kağıt mendille göz yaşlarını siliyordu.
Göz göze geldiğimizde hiçbir şey diymedim, o da sustu. Zoraki bir gülümseme takınmaya çalıştıysa da, başaramadı. Elinden tutup salona sürükledim:
"Gel," dedim. "Biraz oturalım, kendine gelince anlatırsın."
Sercan'ın annesi, Nihan'ın canını sıkacak hiçbir şey yapmamıştı. Tek bir imalı ya da sinir bozucu laf etmemişti. Tersine çok iyi davranmıştı ve oturup kahve eşliğinde biraz söyleşmişlerdi.
"Ee, nedir seni üzen?"
"Sercan," demişti, "Annesi kapıyı açınca, bir an koridorda gördüm. Sonra hızla içeri kaçtı, odasına..."
"Zaten sen çıkar çıkmaz ses soluk kesilmişti."
"Evet, suçlu suçlu oturmuş olmalı, ben ayrılana kadar..."
Bir an yine ağlamaklı oldu.
"Ama hayatım, bu kadar ince düşünerek..."
Elinin bir hareketiyle sözümü kesti:
"Yok asıl üzüldüğüm başka şey..." dedi. "Biliyor musun ne dedi annesi? Bir ay boyunca evde olmayacakmış Sercan. Sabahtan akşama kadar bir..."
"Oh be," deyiverdim sözünü keserek, "Nihayet şunu anladılar. Mübarek, koskoca yetişkin insanlar. Üstelik de iyi hoş insanlar, seviyorum da. Ama bu çocuğu, üstelik yaz tatilinde, eve hapsetmek..."
Bir an sustum. Yüzüme sıkılmış bir ifade ile dudaklarını büzerek bakan Nihan'nın gözlerine dikkatle baktım:
"İyi de seni üzen..."
Bakışlarını kucağında kenetlediği ellerinde sabitledi uzun bir süre:
"Hayır Tahsin," dedi sonunda. "Sandığın gibi köye ya da futbola filan yollamıyorlar Sercan'ı. Bir ay boyunca sabahtan akşama kadar bir Kuran kursuna gidecekmiş."
Şaşırıp kalmıştım, ne diyeceğimi bilemedim bir süre. Sonunda:
"Doğrusu aklımın ucundan geçmezdi." diyebildim. "Neyin seni üzdüğünü şimdi anlıyorum."
Yine ağlayacak gibi oldu.
"Yo hayır Nihan, kendini suçlama. İnan o çocuğu sen, hatta tüm kızgınlıklarıma karşın ben bile, onlardan çok seviyoruz. Ne diyebilirim ki, üzüldüm, hem de çok üzüldüm hayatım. Ama biraz öfkeliyim de galiba."
Burnunu çekerek, titrek bir sesle konuştu Nihan:
"Tahsin nasıl anlamazlar... Nasıl göremezler bunu. Bu çocuğun yönlendirileceği yer spor olmalı. Harekete, bedensel varlığını özgür kılmaya ihtiyacı var."
Doğru sözene denir!
Zaten Nihan'la hep konuştuğumuz şeylerdi bunlar, hatta çok daha fazlası. Canımızı sıkan bu haber karşısında aynı şeyleri yeniden konuştuk, bu arada Nihan kendini toparladı.
Bense belki dışarı pek belli etmediğim bir hüzne kapıldım yavaş yavaş. O an için salonda Nihan'la diz dize konuşur ve bizim de çocuğumuz olduğunda, ona daha başka bir dünyanın alternatifini sunacağımızın sözünü vererek birazcık olsun kendimizi avuturken, bir yandan da bir aylık rahatlığın özlemini tatlı tatlı düşlediğimi fark edip kendimi suçlu hissediyordum.
Aradan geçen birkaç günden sonra değişen bir şey yok; Sercan henüz evden uzaklaşmış değil ve üzerimde tepinip duruyor. Ama o gün başlayan hüzün, her şeye karşın öfkemi dizginliyor.
Evet, çarklar dönmeye devam ediyor.
Metal ve beton cehenneminde filizler acımasızca, bilerek ya da korkunç bir aymazlıkla kırılıyor.
Daha özel bir ilgi isteyen mahzun ve yaralı filizler için de değişen bir şey yok elbet bu bataklıkta...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Hurda
Çözülüş
Sabah Akşam Mozart
Cumhuriyet Kıraathanesi

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tavşanlar ve Bir Ayrılık
Götürülüş
Krem Renkli Kedi
Durmuş
Bir Balık Öyküsü
Alaaddin'in Uykusu
Buluşma
Tepenin Ardı
Mısırcı ve Deli
Bir Müzikal Anı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
İstila [Şiir]
Krallar, Duvarlar, Köpekler [Şiir]
Lütfen Kapatın Ekranı ve Bir Şans Verin Kendinize [Deneme]
Kulelerin Dışında [Deneme]


Haşmet Şenses kimdir?

Görüntülerin giderek hızlandığı, belleği ve bilinci dumura uğratan bir girdaba dönüştüğü günümüzde, yazının yavaşlığında soluklanmak ve direnmek için yazıyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Klasikler, gerçekçi ve toplumcu sanatçılar, ressamlar, müzisyenler ve dünyayı anlamaktan ötesini, onu dönüştürmeyi öngören tüm insanlar, sanatçılar, düşünür ve bilim insanları...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Haşmet Şenses, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.