Düşgücü güzelliği, adaleti, mutluluğu yaratır. -Pascal |
|
||||||||||
|
Nurhilal Harsa : Ebruli Hanımlardan Renk Rüzgarları Seval Deniz Karahaliloğlu Ebruli Hanımlara bir güzelleme bu. Rüzgarlar içinde eriyen, renk anaforlarında yeniden var olan kadınlara adanmış. Renk meltemleri usulca sarıveriyor Ebruli Hanımları. Kadınlar mutlu. Özgür ruhları bu hareketli rüzgarlarla uyumlu. Kıvrak kadın siluetleri zengin bir devinim içinde alıp götürüyor insanı. Kıvrılan, bükülen, yay gibi vücutlar, mutlu, devingen. Özgür ruhunu salıvermiş ortaya Ebruli Hanımlar. Üzerlerinde dolunayın nurları. Siyah zemin üzerinde parlıyorlar. Mavi, kavuniçi, sarı, yeşil tüller inmiş üzerlerine. Gökkuşağını elbise yerine sarınmışlar. Rengarenk ışık hareleri bunlar. Bir rüzgar, bir rüzgar, bir ferahlık hissi yayılıyor Ebruli Hanımlardan. “Adını Sen Koy” demiş ressam Nurhilal Harsa. Ebruli Hanımların ve resimlerin yaratıcısı. Sergideki tablolar çeşitli isimler altında sergileniyor. “Adını Sen Koy” dört tabloluk özel bir seri ve sergiye de adını veren çalışma. Sergi, sırasıyla “Kuğunun Dansı”, “Ruhuma Dokundun”, “Makedonya Rüyası”, “Sen Ağlama”, “Son Gün", "Sarp", "Devinim", "Sensiz", "Rüzgarın Ruhu", “Oyun Serisi”, “Orman Perisi”, “Sensiz”, “Ay Işığının Altında”, “Sözün Bittiği Yer” ve “Kim Bilir?” isimli yağlıboya tablolardan oluşuyor. Ressam Nurhilal Harsa’nın “Adını Sen Koy” sergisi, 30 Temmuz- 18 Ağustos tarihleri arasında Bodrum’da, Türkkuyusu Mahallesinde Ayna Galeri’de izleyici ile buluşuyor. 25 yağlıboya tablonun yer aldığı sergide, Nurhilal Harsa çok renkli bir zeminde kadın, doğa, özgürlük, doğurganlık, varoluş ve devinim konularını çok hareketli bir resim diliyle anlatıyor. Işığın bir hareket öğesi gibi kullanıldığı resimler bunlar. Işık, derinlik, gölge, siyah beyaz dengesi bir matematik probleminin parametreleri gibi. Sanatçı işlediği konulara bu parametreleri yerleştirerek çok renkli ve derinlikli çözümlere ulaşıyor. Resim tekniğini bir ebruli kuşağının altına gizleyerek eserlerini sanki çok basitmiş gibi gösteren bir yalınlıkla, sadelikle sunuyor. Her resmin bir hikayesi var. Gönül gözü açık olanlarla paylaşılacak çok masal var bu sergide. Her tablonun söyleyeceği sözler var. Ressam bir masalcı teyze edasıyla değil, sadece bir aracıymış gibi mütevazı bir şekilde köşeye çekiliyor. Resmin kendisi konuşuyor. Şimdi gökkuşağı renklerini giyinmiş Ebruli Hanımlar zamanı. Sergiyi gezerken, gönül gözümüze takılanlardan birkaç kelimeyi paylaşmak istedik sizlerle. Mesela “Sözün Bittiği Yer” varoluşunu kutlayan bir kadının hikayesi. Sarılar, mavilerden bir tahta oturmuş. Bir teslimiyet, bir teslimiyet ki sorma gitsin. Ancak böyle naif, böyle vecd içinde teslim olur insan doğaya ve hayata. Sonra, “Kim Bilir?” var. Maviler, yeşiller üzerine pembeler, sarılar serpiştirilmiş. Öylesine ziyarete gitmişler birbirlerine. Şimşekler çakmış. Hava kasavete durmuş. Ama sonra pembe umutlar fışkırmış umutsuzluktan. Sarılar yeni günün ışıkları. Yağıvermiş tuvalin üstüne. “Sen Ağlama”’ya gelince. Siyahlar üzerinde, kederlerde. Yas yakışmaz mavi, yeşil, kırmızılara. Bak üzerinde bunca ışık, böylesine yakarış varken. Renkler böyle hareketli, böyle ışıklı. Ağlatmaz insanı. Yeter ki sen ağlama. Hep gül. “Makedonya Rüyası” Bir sahil kasabası. Tek katlı evler. Kırmızı kiremitli köy evlerinin üzerine renklerden oluşan bir sis sinmiş. Sisin içinde küçük anaforlar. Sarılar, yeşiller, maviler, kavuniçiler birbiri içinde erimiş, erimiş, erimiş bir rüya olmuş. İşte sana, “Makedonya Rüyası”. “Ruhuma Dokundun”, Siyah zemin üzerine beyaz palmiye ağaçlar üzerinde maviş bulutlar. Mavinin en güzel tonları, en “al beni” çeşitleri, en “sevilesi” olanları, leylaklara vurgun. Leylaklar, mavişler, griler birbirlerine bulaştıkları her yerde, birbirlerini yumuşattıkları her noktada çekiciliği bir kez daha arttırıyorlar. Mavi bulaşıyor, yumuşuyor, yumuşatıyor, her ton mavide içimize işliyor. Hep bir rüzgar, illa ki bir anafor, hep bir dalga. Renkler, dalga dalga yayılıyor. Mavinin beyaza olan aşkında her şey duruyor. Her bir fırça darbesi bir daha içimize işliyor. Siyahın önünde beyaz ağaçların üzerine tül gibi iniyor. “Kuğunun Dansı” bir kadının uçucu mavi, sarı rüzgarlara, mavi düşüncelerin ardında, önünde beyaz hayallerle duruşu. Başı dik yukarılarda. Rengarenk ebruli hanımlara da böylesi yakışır. “Son Gün” Kırmızı, pembe bir güneş. Yeşiller, pembeler, kavuniçiler ve tabii ki maviler. Bir renk fırtınası kopmuş tuvalde. Bir heyecan kasırgası. Bütün renkler kıpr, kıpır. Bir telaş, bir telaş. Hep sevinçli telaşlar bunlar. “Rüzgarın Ruhu” deyince serbestliğin kokusu hakim tabloda. Hafif esen bir bahar rüzgarına kapılan renkler tuvalin üzerine dağılıvermiş. Sanki tesadüfmüş gibi. Öylesine doğal. Renk tablosuna bir el çarpmış da renkler etrafa saçılmış. Sonra renkler yine öylesine tuvalin üzerinde kendilerine bir yol, bir iz bulmuşlar. Her şey özüne döner. Her şey kendi yolunu bulur. Buna renkler dahil. Bunu yaparken öylesine uyumlu, arkadaşça, hallerinden pek memnun, pek mutlu. Bu olsa olsa renklerin dansı olur ancak. Serginin hazırlık aşamasında Ebruli hanımların yaratıcısı, ressam Nurhilal Harsa ile kadına, özgür ruhlara, Makedonya izlenimlerine, oyun serisine, devinime, Sarp’a ve tabloların hikayelerine dair konuştuk. SDK : “Adını Sen Koy” serisi nasıl ortaya çıktı? Nurhilal Harsa - “Adını Sen Koy” serisini, Bodrum’dan dönüşte, Şubat ayında yaptım. Arkadaşlarımla gerçekleştirdiğim bir seyahatten döner dönmez tuvalin başına oturdum. Bodrum’da çok eğlendik. Toplam 13 kadın. Ne hissettiğimi soruyorsan, çok güzel bir tatil dönüşü yapılmış, dinlenmiş, kafası boşalmış ve şarj olmuş benim “ben” ile dolduğu resimler bunlar. Adını da izleyenlere bırakarak “Adını Sen Koy” dediğim bir seri. Yani adını ben koyamadım, çünkü bu resimlerde her türlü duygu var bence. Ama bir türlü adlandıramadığım ya da bir isim koyarsam sanki diğer duyguların isimsiz kalacağı ve bana küseceği gibi bir hisse kapıldığım için izleyiciye adını sen koy demem gibi bir şey. SDK – Sergide, Makedonya’da yapılmış olan çok güzel çalışmalar var. Bunlardan biraz bahsedebilir miyiz? Nurhilal Harsa – Mesela, “Makedonya Rüyası”nı Makedonya’da yaptım. 19 gün Makedonya’ da bir manastırda, herkesten ve her şeyden uzakta geçen sanat festivalinde yapılmış bir resim. Yalnızsın orada. Diline, kültürüne, iklimine kısacası her şeyine yabancı olduğun ve tüm sevdiklerinden uzak olduğun bir yer. Sadece sen varsın. Kaçıp gidebileceğin hiçbir yer yok. Dolayısı ile ülkemden, ailemden, tüm sevdiklerimden ayrı ve irtibat kuramadığım bir ortam. Orada bulunduğum süre içinde hissettiklerim, yaşadıklarım, izlenimlerim ve duygularım söz konusu. Kendini tanrıya çok yakın hissettiğin bir yer. Orada dilin, dinin, ırkın hiçbir önemi yok. İşte bu, o bölgenin doğal güzellikleriyle geçirilen 17 günün sonunda yürekten yapılmış bir resim. Beni rahatlatan, bir anlamda huzura erdiren bir çalışma oldu. Tabii bu çalışma Makedonya ve manastır manzaraları ile birleştirilmiş bir resim. Ardından gelen “Son Gün” tablosunu, Makedonya’da festivalin son günü yaptığım. Artık ülkeme dönüyorum ve mutluyum. İşte bu ruh hali ile yapılmış bir çalışma. “Kim Bilir?” Yine Makedonya da yapıldı.Yaparken, tanrının gücünü fazlaca hissettiğim bir resim. Ve tabii ki benim vazgeçilmezim, bir tanem “Sarp” var. SDK - Tanrının gücünü hissettim derken ne demek istediniz? “Kim Bilir?” isimli tablodan biraz bahsedersek neler söylenebilir? Nurhilal Harsa – “Kim Bilir?” isimli çalışma, “Makedonya Rüyası”ndan bir önce çıkan resim. “Makedonya Rüyası”na geçiş gibi. Zaten resme bakınca o ilahi gücü gökyüzünde görüyorsun. Bu resim, Tanrı’yla iletişimin ilk adımı gibi. SDK – Sonra “Sarp” isimli bir tablo var. Sarp özel bir isim. Yani, bu tablo özel biri için mi? Nurhilal Harsa – Sarp, biliyorsun canım oğlum benim. Yine Makedonya’da yaptığım ve onun adını verdiğim bir resim. Ben Makedonya’dayken İzmir’ de zehirlenmiş ve hastaneye kaldırılmış. Onun yanında olmam gereken ama olamadığım bir zaman dilimine karşılık gelen bir resim bu. Çok yoğun, çok duygusal. Ana yüreği, ana diliyle yapılmış bir çalışma. Tamamen anne içgüdüsü. Başka söze gerek var mı? Zaten renkler de anlatıyor bunu. SDK – Bu sergide, ikinci bir resim serisi daha var. Neden “Oyun Serisi” ve bu tablolar nasıl ortaya çıktı? Nurhilal Harsa – “Oyun Serisi” iki tablodan oluşuyor. Birinci tabloda , “oyunun kurallarını biliyorum” diyorum. İkinci tabloda ise “ama oynamıyorum” diye tavrımı koyuyorum. Bu aşamada, bu iki resim için söylenecek fazlaca bir söz yok. Hissettiklerimi renklere döktüm. Gündelik hayatta herkes bir şekilde bu oyunu onuyor. Bazen kendilerine biçilen rolleri oynuyorlar. Bazen de üzerlerinde taşıdıkları kostümlerin onlara yükledikleri kuralları uygulamak zorunda kalıyorlar. Hayat bir şekilde, siz istemeseniz de kuralarını bir şekilde size öğretiyor. Ben de kıyısından köşesinden öğrendim bu kuralları oynamayı ret ediyorum. Kısaca bu oyunu “oynamak istemiyorum”. Oynamayı “ret ettiğimi” hissettiğim anda, ikinci tablo ortaya çıktı. SDK – Tablolar çok hareketli. Sürekli bir “devinim” söz konusu. Öte yandan, zaten “Devinim” adını taşıyan bir tablonuz da var. Devinim olgusu sanki bütün tabloların ruhuna sinmiş, resimlerin ortak paydası gibi duruyor. Bu konuda neler söylenebilir? Nurhilal Harsa – “Devinim”, adını yüreğimden “devinim” diye geçirdiğim ama bir türlü adını koyamadığım bir çalışmaydı. Resme baktığınız zaman, gökyüzünde tıpkı hayatımda olmasını istediğim bir değişimi görüyorsunuz. Öte yandan resmin altında yer alan yeryüzünde bir durağanlık hakim. Ayaklarımın her zaman yere basması gibi. Böyle olmasını ne kadar isteyip, ne kadar istemediğimi asla bilemediğim bir durum. Sonuç olarak, resmi face book’a ekledim. Çok yakın bir arkadaşım bana bunun adı “devinim” olsun dedi. İşte, o an anladım. Aslında istediğim duyguyu vermişim. Sonuçta resmin adı “Devinim” oldu. SDK - Tek tek tabloların hikayelerine bakarsak, resimler bize neler anlatır? Nurhilal Harsa -Sonra, “Kuğunun Dansı” var. Bahar yaklaşırken geçen yıl yaptığım bir çalışma. Kendimi çok özgür hissettiğim, ve ruhumun uç, uç olduğu bir ruh halinde yapıldı. “Ruhuma Dokundun” ise çok sıkıldığım bir iki günün ardından ortaya çıktı. Ruhumun acıdığı, bir günün ardından. “Sensiz”, bu resme ne denir ben de bilmiyorum. Yüreğimde hissettiğim koca bir boşluk vardı bunu yaparken. Kocaman bir balon düşün. İçi hava dolu ama bomboş. Bazen hayatın ta kendisi. Hiçlik içinde kaybolmak gibi. Kalabalıklarda yalnız olmak gibi. Şişirilmiş balonlar gibi salınan hayatlar. İçini görebilmek bir sivri iğneye bakar. Bazen hiçlik iyidir. Yeniden tüme varmak için. Belki de olmak istediğim yer. Kim bilir? SDK – Kadın ve özgürlük temalarının en yoğun hissedildiği tablolar hangileri dersek? Nurhilal Harsa - Buna en çarpıcı örnek “Rüzgarın Ruhu” isimli çalışma olur. Çok çabuk çıkmış, anlık, özgür ruh hali ile yapılmış bir resimdir. Duygusallığın en yoğun hissedildiği resim ise “Sen Ağlama” isimli tablo. Bu resmi yeni yaptım. “Ruhuma Dokundun” resminin ardından, çok sıkılmıştım ya, kendime “sen ağlama, hep gül” demek istedim. “Orman Perisi”ne gelince, bu resmi yaparken hissettiğim duygu tamamıyla özgürlüktü. Bir anlık nefes almak gibi taa derinlerden çıkan ve insanı sonsuza kadar özgür bırakan taze hava kadar keskindi. Özgür ve bir o kadar da yalın. “Ay Işığının Altında”, söyleyecek sözü kısa ve öz olarak anlatan bir resim. Hayatın anlamı. O kadar. Çok yalın, çok basit. Sadece bir çift var ay ışığının altında sevişen. Bir de renkler. Yalın olduğu kadar sade. Başka ne denir? Bence hayatın anlamı bu. SDK – Sergide yer alan tablolar mesaj vermek ister gibi çok çarpıcı isimlerle adlandırılmışlar. Bunlardan biri de “Sözün Bittiği Yer”. Peki, neden “Sözün Bittiği” yer? Nurhilal Harsa - Sözünü ettiğiniz tabloya, “Sözün Bittiği Yer”’ismini verdim. Çünkü kadın ve sözün bittiği yer demek istedim bu resimde. Yani, kadının özüne, doğaya, doğurganlığa bir övgü bu. Kısacası, “her şeyin sahibi aslında kadındır, artık fazla söze gerek yok” demek istedim. İş, “Sözün Bittiği Yer”’e gelince çok fazla söz söylenmez artık. Ama yine de biz renkler içinde “kutsanmış” bu kadınlar için bir son söz söyleyelim istedik. Ebruli Hanımların rüzgarına kapılanlar artık iflah olmayacaklar. Zaten ebruli rüzgarlarda iflah olmayalım. Yeter ki üzerimize nur gibi yağsınlar.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |