İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud |
|
||||||||||
|
En büyük ablam 3.sınıfa devam ediyordu ama, alenen genç kızdı artık. Devam ettiği sınıfa göre yaşı büyüktü yani.Çünkü;köyde okul olmadığından dolayı zaten geç başlamıştı öğrenciliğe. Bu onun suçu değildi tabii. Suçlu falan da aramanın faydası yoktu aslında..Devlet ancak ulaşabilmişti köylere, insanlara...Kurtuluş Savaşı’nın ardından toparlanmaya çalışan devlet; Atatürk Devrimlerinin en önemlisi olan Yeni Türk Harfleriyle eğitim ve öğretim işini yurt geneline yaymaya çalışıyordu o yıllarda.Çok az köyde okul açılmıştı henüz. Ablam şanslı saymalıydı kendini gene de..Hiç değilse okuma yazmayı öğrenecek kadar okula gitme şansını yakalamıştı. Bu şansı ben çekip aldım onun hayatından..Bir akşam yemeğinde; “Abla!..Memelerin gocaman gocaman olmuş...” dememle birlikte ablamın sofrayı terk edip gittiğini; annemin elinin tersiyle sırtıma vurup “terbiyesiz seni!..” dediğini, babamın ise olayı duymazlığa geldiğini hatırlıyorum. Aslında yerden göğe kadar haklıydım ben ama, bunun nelere mal olacağını bilememiştim bir türlü. Güzel kızdı ablam. Daha on üç yaşlarında olmasına rağmen çocukluğu arkalarda bırakmış gibiydi. Dantel örer, işleme işlerdi. Kanaviçenin deliklerine iğneyi batırış çıkarışlarına dalar giderdim...Sayıları saymasını ilk ondan öğrenmiştim şüphesiz..Ve renklerin yan yana gelişindeki ahengi! Kırmızı ile beyazın uyumunu anlayabiliyordum. Bayrağımın renkleri gibi yani; yani kanım ile özgürlüğün trampasını!...... Ama siyah ile beyazın yanyanalığında bir terslik vardı bana kalırsa...Bu kaynaşmada iki ırkın çektiği acılar işleniyordu bohçalara, yastık örtülerine, çarşaflara peşkirlere sanki..Güney Afrika’da, Amerika’da esir pazarları kuruluyordu. Nelson Mandela zindana atılıp, Martin Luther King öldürülüyordu eşitlik meşalesini yakmaya çalışırken ... New York’un kenar mahallelerinde bir kızın bekareti harcanıyordu bir beyaz tarafından..Utanıyordum! Pamuk tarlalarında kararıyordu, beyaza hasret hayalleri zenci kadınlarının, erkeklerinin, çocuklarının...Bir pamuk ipliği olup sarılıyordu makaralara sonra..Ne zaman çözülecekti kim bilir? Ne zaman dokunacaktı argaçlarda çiçekli basmalar gibi zamana...Ve Türkiyem işleniyordu...Doğunun dağ yalnızı çiçekleri, batının yediverenleri, kuzeyin çam kolonyalı yaylaları, güneyin portakal bahçeleri kaplıyordu dümdüz bir ovayı sanki...Haymanaydım, Konyaydım, Ankaraydım Harrandım şimdi!...Buğday başaklarını dolduruyordum heybeme..salınıyordum rüzgarlarda; bir o yana, bir bu yana...Ergeneydim bir de ayçiçekli:..Dalıyordum... içine...içine....içine... DALAN BAKIŞLARIM HALKALAR ÇİZER ÖTELERE;ÇEVRELENİR YÜZÜN AYÇİÇEĞİM,ÇITIRDAĞIM,SEVDİĞİM!... BAKMA SAKIN GÜNEŞE, BEN NEYİM!... Onun artan iplerini sezdirmeden araklar, bulabildiğim bez parçalarını işlemeye çalışırdım. Eser yaratmanın tadını alırdım böylece...Bu değildi sadece yarattığımız eserler...Top yapmak örneğin..Nasıl mı? Hem çok kolaydı, hem çok zevkli! Hayvanları taradığımız demir dişli tarak sayesinde...Hayvanları onunla tarar,çıkan kıllarını tükürükleyerek avuçlarımızda yuvarlayıp top yapardık. Genelde rengi siyah olurdu topumuzun ve hiç zıplamazdı.Gücümüzün yettiği kadar gökyüzüne ve uzaklara fırlatıp, ardından biz zıplardık onun yerine..Sevinç miydi bu acaba, yoksa yaşamanın lezzetini duymak mı? Bence her ikisi de doğruydu..Zamanın çocuklarına versek böyle bir topu; ellerini sürerler mi dersiniz! Hiç sanmam...Zaten vermek de istemeyiz. Onlar zıplayan, renkli toplarla oynasın diye... Bir de minderden bebekler yapardık; kolu, bacağı, yüzü olmayan..Bir minderi kıvırır bulabildiğimiz bir baş örtüsü ile kundaklardık onu..Aile olma içgüdümüz o bebeklerle oynadığımız evcilik oyunlarıyla açığa çıkardı. Kimimiz anne, kimimiz baba, kimimiz abla, abi rollerini üstlenir; çekirdek aileler oluştururduk. Ne hoş günlerdi o günler!..Aileleri yıkan kavgalardan, alkolden, sıkıntılardan, ‘kimin eli kimin cebinde’ den , ihanetten, günah denen illetten, aşktan yoktu haberimiz...İçimizden geldiği gibi oynar dururduk evcilik denen oyunu...Akşamlara kadar... Gene dağıldım inanın!.”.Ne zaman dağılmadın ki!” demeyin sakın!..İnsan anılarını düşündüğünde içindeki kuru dallar çiçekleniyor birden...kokularında uçup gidiyorsun...hüzünlere doğru...şiirlere doğru... Bazen bir masalın ardında kaf dağını aşarım, Genişler ülkem... Bazen kırk haramiler çalar düşlerimi, Kalakalırım!... (devam edecek)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tayyibe Atay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |