Sevgili Günlüğüm "Bir Saat Yazabilirsin"!
Merhaba sevgili günlüğüm

Merhaba sevgili günlüğüm✍🏻 merhaba ✨
Naasııllll özledim seni bir bilsen, yüreğim de tütüyorsun, gözlerimde; sözlerim ve nefesim de… Bağlıyım sana tutkuyla bağlıyım, çok özledim seni… Eminim sen de beni en az benim, seni özlediğim kadar özlemişsindir…
Gözlerin aradı mı beni doğruyu söyle?
Ne kadar aradı peki?
Yüreğinin derinlikleri peki? Derinleri çokça severim.
Yokluğumu ne kadar derin veya uzaktan hissettin, dile gelip bir söyleye bilsen mutlu ederdin beni.
Bir gün konuşacağını umut etsem, yorulurum değil mi?
Umut insanı yorar der dururum ya hani, o bakımdan dedim… Umutla hiç aram yok… Ara sıra yazılarıma kendini zorla yazdırsa da; hiç umuda, umudum yok…
Gerçekçi bir insanım ben. Hep öyle oldum.
Çocukken de oturduğum yerden hiç bir şey için umut beslemedim. Umut etmek yerine, o yolda çalışmayı, sebat göstererek gayreti, vazife bildim...
Umudun her zaman adı var; kendi yok…
Hayalperestlikten başkaca bir şey değil bence.
Ne bileyim benim gözümde, umudun değeri ve anlamı yok.
Çalışmanın, terlemenin ve gayret anlam katar hayatıma.
Geçenlerde sosyal medyada, yaşını, başını almış bilim insanının ağzından da duydum; umudun, tırı vırı bir şey olduğunu.
Gözlerim parladı. Bir ben değilmişim demek ki umudu böyle bilen dedim ve kendimi canıgönülden tebrik ettim.
Umuda bu kadar cümle kâfi hadi geçelim yazımıza✍🏻

Ahh ahhh canım ve biricik sevgili günlüğüm sorma başıma gelenleri…
Öyle kolay kolay bu kadar ara vermem, veremem yazmaya; bilir ve yakından tanırsın beni…Özlerim ama seni…
Konumuza şöyle bir girişle girelim, artık kaç güne biter bu yazı dizimiz Allah bilir.

Çünkü doktor günde bir saat yazı yazabilirsin dedi!

Yaaaa sevgili günlüğüm sorma sorma başıma gelenleri.
Hadi başlayalım girelim mi zaman tüneline? Hadi koş, tut elimden, sıkı sıkı tut bizim evimize götüreceğim seni…
Tut nefesini, korkma…
Sıcacık bir ev ve beni gör şimdi. Evinde gezinen az konuşan ve konuştuğunda babaannesinin tembihini hiç unutmayan Hülya’ya bak yüreğinle. Yüreğinle gör beni.
Gördün mü beni? Dokun kalbine, dokun dokun bak oradayım…
Efendim ?
Evimizi mi gezmek istiyorsun?
Ooooo; bu yazı o zaman hiiççç bitmez… Söz ama, sözüm olsun bir gün dokundururum ellerini penceremizin önünde ki cam güzellerine…
Ama şimdi babaannem bakıyor yeşilin en güzel tonları gözleriyle ondan bahsetmemi istiyor…

“Küçük harflerle konuşun derdi babaannemiz”.
Babaannem ayrı bir disiplinli hanımefendiydi; adı
Gül Hanım… Babam gözlerinin rengini annesinden almıştı. Dedemi hiç görmediğim için dede sevgisini tadamadım.
Anneannemi de görmedim. Yalnızca babaannem olduğu için ona hizmet etmek çok kıymetliydi benim açımdan.
İleriden, hep ilerleyecek yıllardan bahseder göreceğimiz şeylere karşı hazırlardı bizi. Babaannem anlattıkça zaman tüneline girerdim, hayal dünyam anne karnında büyüyen çocuğun gelişimi gibi, enlenir, yükselir ve genişledikçe, genişlerdi…Hâlâ genişlemede yoksa nasıl kalbim gezegenlerin yanında atabilir ki?
Mümkün mü gezegenlerin arasına dalmam ve onların dönüşüne ortak olmam, hayata bir de oradan bakınca belirginleşiyor anlam ve sükunet sürükleniyor yüreğime.

Kalbimden kaleme aktarılan başka bir alemden bahsediyorum … Allahın lütfu ve bahşettiği kabiliyette denilir adına…

Şu an İstanbul’da yarın ki cuma günü için selâlar yükseliyor minarelerden, bir hoş oldu ki içim.
Karanlıkta gökyüzü ile içice, yüreğimize sayısız yıldızlar iniyor tek tek müjdeler olsun yüreğim, müjdeler olsun.
Mutlu et kendini, yıldızları indir yüreğine, canlandır bir bir anıları, hele bak ki “ölüm var mı”?
Benim can evim de; ölümün ö’sü yok.
Al işte gör yüreğinle Babam orada, yanında Anneciğim ne mutlu bize…

Bir geçmişten, bir gelecekten✍🏻
Geçmiş, geçmiş mi ki? Hayır! Ben izin vermiyorum. Yazarak çocukluğumu diri ve dinç tutuyorum. İçimde ki çocuğun büyümesine izin vermiyorum.

Gıda ve tüm ihtiyaçlarını gideriyorum ve en önemlisi saat yok yanında…
Bazen tarihi soruyor küçük Hülya! Veriyorum eline bir balon, bir elma şekeri, bir de bezden bir bebek ayaklarına alıyor bebeği bir sağa, bir sola sallıyor, zaman duruyor… Bazen de uyanınca bez bebeği sorusu aklına geliyor tekrar soruyor! Saati, ayı, yılı, hangi yıldayız diyor!
Bebek ağladı, ağlayacak hoplat bakalım diyorum, hoppi di hoppi di derken, yüzü gülüyor unutuyor soruyu, kapıyı çekip çıkıyorum alnımda soğuk boncuk boncuk terlerle…

Tarihin, tarihine; yılın ayına, ayın haftasına, haftanın gününe, günün saatine uyanıyorum..
Bilmem anlatabildim mi sevgili günlüğüm✍🏻
Gece de yok! Gündüz de! Kum saati de yok içim de!

İçimde ki çocuğun büyümesine rızam yok… Biraz da büyümesinden korktuğum için; zamanın totosuna totosuna çalı süpürgesi çaldım irili ufaklı iki pat pat; uf dedi gidiş o gidiş… Cadılığım tutmuştu zaman elini göğsüme uzattığı an da… Hak etti ama süpürgeyi, oh olsun işte…

Zaman uğramıyor artık, bilmiyorum ki üst sokaktan mı geçiyor? Alt sokaktan mı?
Uğrayacağını da sanmıyorum, yüzsüz değilse…

Bedenen elbette büyüyorum, elbette ak düştü boyalı saçlarıma; gel gelelim ruhumun yaşını içimde ki çocukla bir tutuyorum, önemli olan da bu benim için.
Dokunulmazlığı var, kimse elini uzatamaz ona, cam fanusta masum çocukluk…

Efendim sevgili günlüğüm✍🏻
Konudan, konuya mı geçiyoruz ehh ilk defa mı yapıyoruz bunu sanki; sen de bir alemsin, Allah iyiliğini versin. Kafan karışırsa okurken bir kere daha oku, ne bileyim anla.
Buna zaman tünelinde tribülansa girmek diyorum.
Kafanı koru, çarpma sakın sağa ya da sola Allah muhafaza.

Gel şöyle yanıma babaannemin dizlerinin dibine oturalım, gözleriyle, sözleriyle sevsin bizi… Bak elinde krem rengi tesbihi nasıl da camdan dışarıyı seyrederken çekiyor.

Görüyor musun bizi gördü, bak nasılda gülüyor yeşil gözlerinin içi… Gel gel çekinme kelime-i tevhid çekiyor. Bak eliyle gelin diye işaret ediyor, otur sakince dinle..
Tabii sözlerini can kulağıyla dinleyenlere daha yakınlık hisseder, onlara nasihati görev bilir, nasiplen yüreğin kadar.

Oniki, onüç yaşlarımızda danteller örmeye çabalardık.
Ev işlerimizi bitirdikten sonra elbette… Rahmetli Anneciğimden çok çekinirdim çocukken. Her yer pırıl pırıldı evimizde. Disiplin anneciğim tarafından kurulmuştu evde. Babacığım da tam tersi neşe, mutluluk, kahkaha boldu…
Ne güzel gülüyorsun diyen arkadaşlarıma cevaben; bana gülmeyi babacığım öğretti derim.
Babacığım güldüğünde yer de gülerdi, gökte…

Solgun çiçekler şöyle bir silkelenip kendine gelir. Babam güldüğünde, çiçekler gülerdi, gül dalında ki dikenlerde gülerdi babacığım güldüğünde…
Babacığımı dört gözle bekler, uçaklar geçerken pencereye koşar el sallardım uçağa, babama selâm götürün derdim,çocukluk işte…

Halbuki mağazamız yakındı ve uçak pisti çok çok uzaktaydı.
Temiz büyüdük bizler… Bir önce ki nesil herşeye inanırdık felsefenin aksine… Aslında Bahire halam ve babaannemi düşününce felsefe ve edebiyatın içinde büyümüş olduğumu; bugün yazdığım satırlar anlatıyor bana… Rahmetler olsun hepsine…
1’nci bölüm.


Hülya Kırklaroğlu hakkındaki bilgilerin basılmasını istiyorum.
Eğer basılmamasını istiyorsanız tıklayın.

  Hülya Kırklaroğlu kimdir?
1970 Erzurum merkez doğumluyum. 1972 yılından bu yana İstanbul da ikamet etmekteyim. 5 yıllık konfeksiyon deneyimimden sonra 10 yıl hizmet sektöründe çalışan olarak yer aldım. 2016 yılından itibarenaktif olarak yüzme sporuyla ilgilenmeye başladım. Master yüzücü olarak bir çok birincilik ve derecelerim bulunmaktadır. Yüzme sporu dışında, okçuluk ve taekwondo ile de ilgilendim.Keman dersi aldım. Diğer ilgi alanlarımın içinde Fransızca ve keman bulunmaktadır.

 


Bu yazıyı basmak istiyorum.

İzEdebiyat'da yayınlanmakta olan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Tüm yazılardan birinci dereceden sayfa düzenleyicileri sorumludur. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

Yazarların izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar dışında— herhangi bir biçimde basılmaması/yayınlanmaması önemle rica olunur.

© 2000-2002, İzlenim.com - Tüm hakları saklıdır.