Kitaplarla dolu bir oda, ruhlu bir beden gibidir. -Cicero |
|
||||||||||
|
20. Yüzyýlda Türk Edebiyatýnýn yetiþtirdiði en büyük isimlerden biri de þüphesiz Orhan Pamuk olmuþtur. Orhan Pamuk, yazdýðý romanlarla býrakýn Türk Edebiyatýný, Dünya edebiyatýnda isim yapmýþ, herkesin tanýdýðý ünlü bir isim olmuþtur. Edebiyat alanýnda da Nobel Edebiyat Ödülü’ne layýk görülmüþtür. Bu, þüphesiz ki hem kendi adýna hem de Türk Edebiyatý adýna büyük bir onurdur. Nobel Edebiyatýna sahip olmak her yazara, her sanatçýya nasip olmaz çünkü. Herkese nasip olmuyor… Ýþte Orhan Pamuk, yazdýðý romanlarla bu onuru, bu þerefi Türk Milletine yaþatmýþ bir þahsiyet oldu. 1952’de Ýstanbul’da doðan yazar, çocukluðundan gençlik yýllarýna kadar resim yaptý. Ýçinde hep ressam olmak hevesi, isteði vardý. Liseyi Amerikan Robert Koleji’nde okudu. Ýstanbul Üniversitesi’nde mimarlýk okudu. Fakat zaman sonra mimar ve ressam olmayacaðýna karar verince okulu yarýda býraktý. Ýstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik okumaya baþladý. 23 yaþýndan sonra romancý olmaya karar verdi. Ve evine kapanýp yazmaya baþladý. 1982 yýlýnda ilk romaný olan “Cevdet Bey Ve Oðullarý”ný yazdý. Bu eseriyle “Orhan Kemal” ve “Milliyet Roman Ödülleri”ni aldý. Bu romanýn Fransýzca çevirisiyle de 1991 yýlýnda Prix de Decouverte Europeene’i kazandý. Bu roman için Selim Ýleri “ Örneðine kolay rastlanmayacak bir çað romaný… Þimdiden Türk romanýna köþebaþý açýyor” derken, Fethi Naci de roman için “Büyük bir baþarý… Hiç duraksamadan en beðendiðim yirmi Türk romaný arasýna alýrdým” der. Niþantaþlý bir ailenin üç kuþak boyunca serüvenlerini anlatan bu kitap, ev içlerinin renklerini, zamanýn akýþýný, günlük sýradan konuþmalarý akýlda yer eden kahramanlar aracýlýðýyla saptarken, okura geleneksel romandan alýnacak bütün hazlarý verir. Ertesi yýl “Sessiz Ev” adlý romaný yayýnladý. Romanda, biri tarihçi, biri devrimci, biri de zengin olmayý aklýna koyan üç torunun Ýstanbul yakýnlarýnda Cennethisar Kasabasý’nda yaþayan babaannelerini ziyaret etmeleriyle birlikte burada geçirdikleri bir haftayý anlatýyor. 1985 yýlýnda Venedikli bir köle ile bir Osmanlý alimi arasýndaki gerilimi ve dostluðu anlatan romaný “Beyaz Kale” yayýmlandý. Bu eser, pek çok dile çevrildi. Orhan Pamuk artýk uluslar arasý bir üne kavuþtu. Ayný yýl Amerika’ya giden yazar, Colombiya Üniversitesi’nde “Misafir Âlim” olarak bulundu. 1990 yýlýnda “Kara Kitap” romaný hayat buldu. Bu romanda yazar, Ýstanbul’un sokaklarýný, geçmiþini, kimyasýný ve dokusunu, kayýp karýsýný arayan bir avukatýn umutla, sabýrla bekleyiþini anlattý. Kaybolmayan, bitmeyen sevgisini, inancýný dile getirdi. Bu eser de Fransýzca çevirisiyle Prix France Culture Ödülü’nü kazandý. 1994’te esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli bir genci hikâye ettiði “Yeni Hayat” adlý þiirsel romaný yayýmlandý. 1998 ise Osmanlý ve Ýran nakkaþlarýný, Batý dýþýndaki dünyanýn görme ve resmetme biçimlerini bir aþk ve aile romanýnýn entrikasýyla hikâye ettiði “Benim Adým Kýrmýzý” adlý romaný yayýmlandý. Bu kitapla da Fransa, Ýtalya ve Ýrlanda’da ödüller kazandý. “Ýlk ve son siyasi romaným” dediði “Kar” adlý kitabýný 2002’de yayýmladý. Kars Þehri’nde, siyasal Ýslamcýlar, askerler, laikler, Kürt ve Türk milliyetçileri arasýndaki þiddeti ve gerilimi hikaye eden bu kitap, New York Times Book Rewiev tarafýndan 2004 yýlýnýn en iyi 10 kitabýndan biri seçildi. Pamuk’un 2003 yýlýnda yayýmladýðý “Ýstanbul” yazarýn hem 22 yaþýna kadar olan hatýralarýný aktardýðý bir aný kitabý, hem de kendi kiþisel albümüyle, Batýlý ressamlarýn ve yerli fotoðrafçýlarýn eserleriyle zenginleþtirilmiþ, Ýstanbul üzerine bir denemedir. Kitaplarý 58 dile çevrilmiþtir. Dünyada yedi milyondan fazla satmýþtýr. Orhan Pamuk, birçok üniversiteden þeref doktorasý almýþtýr. Alman Yayýncýlar Birliði tarafýndan verilen en seçkin ödülü kabul edilen “Barýþ Ödülü” 2005 yýlýnda Orhan Pamuk’a verilmiþtir. 2006 yýlýnda “Time Dergisi” tarafýndan Dünyanýn en etkili 100 entelektüeli arasýnda gösterildi. Orhan Pamuk, 2006 yýlýnda Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Tek Türk oldu. Görüldüðü gibi Orhan Pamuk, eserleriyle tüm Dünyanýn tanýdýðý, zevkle okuduðu ve büyük deðer verdiði, önemli bir yazar olmuþtur. Yazdýðý eserler dünyanýn birçok yerinde ödüller almýþtýr. Orhan Pamuk’un eserlerinin birçoðunu okudum. Bunlar, “Kar”, “Benim Adým Kýrmýzý”, “Yeni Hayat”, “Kara Kitap” ve son olarak “Masumiyet Müzesi” adlý romanlarýdýr. Orhan Pamuk’un kendine has deðiþik, farklý bir üslubu var. Eserleri tamamen titiz bir araþtýrma sonucu ortaya çýkýyor. Sýradanlýk ve basitlik yok. Eserlerinde tarihten ve tarihi kiþiliklerden oldukça faydalanýyor. … “Benim Adým Kýrmýzý” “Kara Kitap” adlý eserlerinde aðýr bir üslup kullanýrken “Yeni Hayat” ve “Masumiyet Müzesi” romanlarýnda akýcý bir üslup kullanýyor. Günümüz Türkçesi ve konuþma diline daha yakýn bir dil var bu eserlerde. Son okuduðum romaný “Masumiyet Müzesi” olduðu için bu eser üzerinde durmak istiyorum. Her þeyden önce bu eserde Orhan Pamuk güzel bir Türkçe kullanmýþ. Açýk, anlaþýlýr ve temiz bir Türkçe. Konuþma dili hâkim tüm eserde. Okurken okuyucu hiç sýkýlmýyor. Oysa “Benim Adým Kýrmýzý” ve “Kara Kitap” adlý eserleri için bunu diyemeyiz. Yabancý kelimeler çok fazla olmamakla birlikte aðýr bir dil ve üslup kullanmýþ bu eserlerde. Doðrusunu isterseniz okurken sýkýlýyor okuyucu bu iki eserinde. En azýndan ben öyle oldum. Ama þunu da belirtmeliyim ki kalite bakýmýndan oldukça yüksek olmasýna raðmen, bu romanlarý okuyan okuyucular öyle çok da rahat olamamýþlardýr. Hatta yazarýn ne demek istediðini, ne anlatmak istediðini defalarca kendi kendilerine sormuþlardýr diye düþünüyorum. Ýç içe giren, uzun ve karýþýk ve sýkýcý cümleler… Yazarýn her ne kadar ünü, Dünyaya yayýlmýþsa da günümüz okuyucusu için bu eserler, biraz aðýr geliyor diyebilirim… Ben, bu eserleri okuduðumda “Orhan Pamuk’a nasýl Nobel Ödül’ü vermiþler?” diye kendime soramadan edememiþtim. Hatta þu karþýlaþtýrmayý dahi yapmýþtým o zamanlar: “Yaþar Kemal’in ‘Ýnce Memed’ gibi bir romaný dururken, Orhan Pamuk’un eseri, bu baþarýyý hak etmiþ miydi?” “Masumiyet Müzesi” ise tamamen farklý bir þekilde kaleme alýnmýþ. Gayet açýk, sade, anlaþýlýr ve konuþma dili kullanýlmýþ. Cümleler kýsa ve net… Okurken okuyucu hiç sýkýlmýyor. Anlatýlmak istenileni bir çýrpýda anlýyor… Birinci tekil aðýzdan anlatýlan romanýn son bölümünde anlatýcý, yerini yazara býrakmýþ. Roman sonunda, anlýyoruz ki, baþtan sona kadar, roman kahramaný baþýndan geçen olaylarý, yaþadýklarýný, hissettiklerini yazara anlatýyor. Yazar da uzun bir araþtýrmadan sonra romana hayat veriyor. Ve olaylarý ardý ardýna sýralayarak kahramanýnýn aðzýndan anlatýyor. Yer yer geriye dönüklerle veriliyor olaylar… Ben, romaný okurken, adeta 1970’li yýllarýn bir filmini izliyormuþum hissine kapýldým. Sanki bir Ekrem Bora, bir Ediz Hun, bir Kartal Tibet, bir Ýzzet Günay, bir Türkan Þoray, bir Hülya Koçyiðit, bir Fatma Girik baþrollerde oynuyor düþüncesini taþýdým. Çünkü roman baþtan sona kadar hep bu tarzda kaleme alýnmýþ. O dönemin sinemasýný bilenler için bu özellik hiç gözlerden kaçmayacaktýr düþüncesindeyim. Gerek konu bakýmýndan, gerek kahramanlarý bakýmýndan, gerekse mekân bakýmýndan tam eski Türk Filmi içeriyor roman: “Seyirciler vakit ilerlediði, kucaklardaki çocuklar uyuyakaldýðý, gazoz içip leblebi savaþý yapanlar yorulduðu, ön sýralardaki þamatacýlar da suskunlaþtýðý için mi acaba filmi daha büyük bir sessizlikle izliyorlardý? Yoksa Orhan Gencebay’ýn aþk acýsýný fedakarlýða çevirmesini saygýyla karþýladýklarý için mi? Ben de ayný þeyi yapabilir, kendimi daha fazla rezil ve mutsuz etmeden yalnýzca Füsun’un mutluluðunu isteyerek yapabilir miydim? Onun bir Türk filminde oynamasý için gerekenleri yapýp rahatlaya bilir miyim? Füsun’un kolu bana yakýn deðildi artýk. Orhan Gencebay’ýn sevgilisine “Mutluluk senin, hatýralar benim olsun” demesine, ön sýralardan biri “Enayi!” diye baðýrdý, ama pek az kiþi gülüp onay verdi ona. Hepimiz sessizdik. Yenilgiyi efendice kabul etmenin bütün milletin en iyi öðrendiði, öðrenmek istediði bilgelik ve hüner olduðunu o sýrada düþündüm. Belki de film bir boðaz yalýsýnda çekildiði için, bir ara boðazým düðümlendi… sayfa 291” Romaný ilk elime aldýðýmda dahi bu hissi yaþadým. Roman kapaðý, adeta eski bir Türk Filminin afiþini andýrýyor. Ya da bana öyle geldi… Üstü açýk, yazlýk pembe bir arabanýn içinde yer alan üç bayan, iki erkek, beþ kiþi, geride Ýstanbul Boðazý, vapur ve Kýz Kulesi görülüyor. Araba, pembe renkli iken geride Ýstanbul siyah beyaz görünüyor. Týpký o dönemin Türk filmleri gibi… O dönemde Türk filmleri siyah beyaz idi… Kýyafetlerden de yaz sonu veya sonbahar olduðu anlaþýlýyor. Arka kapakta ise Orhan Pamuk’un Paris’te bulunan Gustave Moreau Müzesi’nde romaný için araþtýrma yaparken çektirdiði bir resmi bulunuyor. Bu resmi, kýzý Rüya’nýn çektiði biliniyor. Romanda yazar olarak veya anlatýcý olarak kahraman veya diðer bir söylemle yazar, sýk sýk araya giriyor. Okuyucuya kendi düþüncelerini aktarýyor. Açýklamalar yapýyor ve okuyucu ile neredeyse konuþuyor. Yani bir sohbet havasý taþýyor roman. Bu özellik de Tanzimat Dönemi’nde roman türü ile ilk kez tanýþan Türk yazarlarýnýn anlatým biçimini andýrýyor: “Yýllar sonra resimli yemek listesini, bir ilanýný, özel kibritini ve peçetesini sergilediðim Fuaye, kýsa zamanda Beyoðlu, Þiþli, Niþantaþý gibi semtlerde yaþayan sýnýrlý sayýda zenginin ( gazetelerin dedikodu sütunlarýnýn alaycý diliyle söylersek “sosyetenin”) en çok sevdiði Avrupa tarzý (Fransýz taklidi) lokantalarýndan biri oldu. Sayfa 28” “Romanýmýzýn bu kýsmýný okutan lise öðretmenleri endiþeye kapýldýysa, öðrencilerine þu bir sayfayý atlamalarýný önerebilirler. Sayfa 38” Bu tarz, O dönem için, romanda oldukça kusur sayýlmýþ ve zaman sonra yazarlarýmýz bu tarzý kendiliðinden býrakmýþlardý. Orhan Pamuk’un bu yola neden baþvurduðunu anlayabilmiþ deðilim. Romana yazar “Hayatýmýn en mutlu anýymýþ bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluðu koruyabilir, her þey de bambaþka geliþebilir miydi” (sayfa 11) cümlesiyle baþlýyor. Bu cümleleri önce merak eden okuyucu, daha sonra sayfalar ilerledikçe roman kahramanýnýn büyük bir aþkla yandýðýný, tutuþtuðunu ve psikolojik bir sarsýntý yaþadýðýný anlýyor. Ýþte bu cümleler romanýn bir aþk romaný olduðunu, yazarýn duygusal ve romantik bir aþk ateþi içinde yanýp tutuþtuðunu daha ilk baþlarda veriyor okuyucuya. Gerçekten de romaný okudukça, yazarýn bir butikte gördüðü ve fakat uzun zamandýr görmediði uzak akrabalarýnýn 18 yaþýndaki Füsun’a duyduðu aþkýn tüm dünyasýný nasýl sardýðýný, bu aþkýn kendi ruhuna bir sarmaþýk gibi dolandýðýný, bu aþk yüzünden, kendi ayarýnda, zengin, okumuþ, kültürlü niþanlýsýný nasýl býraktýðýný görüyoruz. Adeta okuyucu aþkýn derecesini gördükçe kendi kendine “Bu kadar da olamaz!” diyor. “Masumiyet Müzesi” sadece aþk hakkýnda deðil, o dönemin Ýstanbul’u, orada yaþayanlarýn yaþayýþ biçimi, arkadaþlýk duygusu, aile baðlarý, Avrupailik, cinselliðe bakýþ açýmýz hakkýnda da çeþitli bilgiler veriyor: “Çayýmýzý içerken, akrabalardan, çocukluðumuzdan, ortak hatýralarýmýzdan kimseyi iðnelemeden, kötülemeden söz ettik. Annesinin çok saygýsý olduðunu söylediði annemden hep korkarlardý. Ama çocukluðunda ona en çok da annem ilgi göstermiþ, dikiþe geldiklerinde oynasýn diye bizim oyuncaklarýmýzý, Füsun’un sevdiði ve bozmaktan korktuðu kurmalý köpekle tavuðu vermiþ, güzellik yarýþmasýna kadar her yýl doðum günlerinde þoför Çetin Efendi’yle ona hediyeler yollamýþtý… Sayfa 33” Týpký eski Türk filmlerinde olduðu gibi, roman kahramaný Kemal de zengin bir iþadamýnýn oðludur romanda. Niþanlý olduðu halde, uzak akrabasýnýn fakir kýzý Füsun’a âþýk olur. Füsun 18 yaþýnda güzel, alýmlý ve çekici bir genç kýzdýr. Fiziki yapýsý oldukça güzeldir. Adeta bir film yýldýzý gibidir. Lise bitirmiþ ve üniversite sýnavlarýna hazýrlanmaktadýr. Oysa romanýn tamamýnda Füsun bir film yýldýzý olmak istemektedir. Bu nedenle bir güzellik yarýþmasýna da katýlmýþtýr. Tek hayali filmlerde oynamaktýr… Füsun, Þanzelize Butik adýnda Avrupa’dan getirtilen kadýn eþyalarý satan bir maðazada çalýþmaktadýr. Burada çanta, elbise, iç çamaþýrý gibi bayan eþyalarý satýlmaktadýr… Eserde verilen isimler de bize o dönemin hala Tanzimat Dönemi’nin etkisi altýnda olduðumuzun ve Fransýz etkisinin daha ülkemizde tamamen geçmediðini gösteriyor. Ve fakat artýk zamanla bu anlayýþ, yavaþ yavaþ kalkacak ve yerini kendi benliðimiz olan, bizi anlatan, bizden olan sözcüklere býrakacaktýr. Kullanýlan kelimeler, mekân isimleri ara ara Fransýzca sözcüklerdir. Bu dönemde Ýngilizce isimler, günümüzdeki gibi, henüz o kadar yaygýn deðildir. Ve Avrupa denilince, Tanzimat Dönemi’nde olduðu gibi, bu dönemde de Paris akla gelmektedir. Ýstanbullu zenginlerin seyahat için, arkadaþlarýna hava atmak adýna, Avrupa olarak kabul ettikleri Paris’e gittiklerini görüyoruz. Romanda bu anlayýþýn yavaþ yavaþ deðiþtiðini, insanýmýzýn öze dönmeye baþladýðýný anlýyoruz.: “Yýllar sonra resimli yemek listesini, bir ilanýný, özel kibritini ve peçetesini arayýp bulduðum ve burada sergilediðim Fuaye, kýsa zamanda Beyoðlu, Þiþli, Niþantaþý gibi semtlerde yaþayan sýnýrlý sayýda zenginin (gazetelerin dedikodu sütunlarýnýn alaycý diliyle söylersek “sosyetenin”) en çok sevdiði Avrupa tarzý (Fransýz taklidi) lokantalarýndan biri oldu. Müþterilerine bir Avrupa þehrinde olduklarý izlenimini altýný çok çizmeden vermek isteyen bu lokantalara Ambassador, Majestik, Royal gibi Batýlý ve iddialý adlar yerine, Batý’nýn kenarýnda Ýstanbul’da olduðumuzu hatýrlatan Kulis, Merdiven ve Fuaye gibi adlar verilirdi. Sayfa 21” Roman yazarý, bu iki kahramaný yine eski Türk filmlerindeki gibi bir tesadüf sonucu karþýlaþtýrýr. Kemal, niþanlýsýna daha önce görüp beðendiði bir çantayý almak için Þanzelize Butik’e gelir. Burada tezgâhtarlýk yapan genç kýzdan çantayý ister. Biraz sonra bu genç kýzýn çocukluðunda ayný yerde yaþadýklarý uzaktan akrabalarýnýn kýzý Füsun olduðunu anlar. Konuþurlar… Aslýnda daha ilk görüþmelerinde birbirlerine karþý ilgi duyarlar. Yazar, bu nedenle tüm hayatýný saran bir aþkýn baþlangýcý olarak “Hayatýmýn en mutlu anýymýþ, bilmiyordum” der… “Merhaba Füsun. Ne kadar büyümüþsün. Beni tanýmadýn galiba.” “Yok Kemal Aðabey, hemen tanýdým sizi ama siz tanýmayýnca, ben de rahatsýz etmeyeyim dedim.” Bir sessizlik oldu. Az önce çantada iþaret ettiði yere baktým. Güzelliði, o zamana göre aþýrý kýsa eteði ya da baþka bir þey huzursuz etmiþti beni, tabii davranamýyordum.” Ee neler yapýyorsun?”- sayfa 14” Ýlerleyen günlerde Kemal, çeþitli bahanelerle Butik’e tekrar gelir. Aslýnda bu gelmelerin ardýnda Füsun’u tekrar görmek isteði vardýr. Bu, açýk bir þekilde söylenmese bile ilerleyen bölümlerde okuyucu bunu rahatlýkla hissedebilmektedir. Kemal’in, ailesiyle birlikte kaldýðý evden baþka, çalýþmak, yalnýz kalmak ve dinlenmek istediðinde gidip kaldýðý, kendine ait olan, bir bekâr dairesi vardýr. Füsun’u bir bahane ile oraya davet eder. Füsun da gider. Ýþte her þey bu gitmeden sonra baþlar. Bu evde, Füsun ile Kemal, birlikte olurlar. Füsun, cesurca, korkmadan kendini Kemal’e teslim eder. Ýlk defa cinselliði burada yaþar. Oysa o dönemin Türkiye’sinde bekâretlik durumu çok önemlidir. Kýzlarýn bekâretliklerini evleneceði erkeklere, ilk geceye sakladýklarý bir gerçektir. Burada ise Füsun, batýlý anlayýþa sahip bir genç kýz olduðunu göstermek istercesine kendini rahatlýkla Kemal’e teslim eder: “… O yýllarda gençler, üzerlerinde adlarýnýn baþ harfleri olan künyeler, kolyeler, bilezikler takarlardý, küpelere hiç dikkat etmedim. Füsun’un tek tek elbiselerinden sonra, ayný kararlýlýkla küçük külotunu çýkarmasý da bana ayný þeyi, benimle sonuna kadar seviþeceðini düþündürdü. O yýllarda sonuna kadar gitmek istemeyen kýzlarý külotlarýný mayonun altý gibi üzerlerinde býrakýrlardý, hatýrlýyorum. Badem kokulu omuzlarýný öptüm, kadife kývamýndaki terli boynuna dilimle dokundum ve göðüslerinin, daha güneþlenme mevsimi baþlamamasýna raðmen, saðlýklý Akdeniz teninden bir derece daha açýk renk olduðunu görünce ürperdim. Sayfa 38” Okuyucu, burada Füsun’u kolay, basit biri gibi düþünebilir. Fakat ilerleyen sayfalarda bunun böyle olmadýðýný anlar. Kendi aralarýnda bu kadar yakýnlýk olmasýna raðmen, ayrýlýp karþýlaþmalarýndan sonra sekiz yýl gibi uzun bir süre elleri ellerine deðmez. Bunun sebeplerini okuyucu, sayfalarda ilerledikçe daha iyi anlayacaktýr. Kemal, üniversite sýnavlarýna hazýrlanan Füsun’a matematik dersleri vermek üzere, sürekli olarak bu daireye gelmeye, onu ikna eder. Füsun da bunu kabul ederek gelmeye baþlar. Ders çalýþmakla birlikte seviþmeler, birlikte olmalar devam eder… Hangi genç bir kýz, niþanlý olduðunu bildiði bir erkeðe kendini teslim eder? Füsun, Kemal’in niþanlý olduðunu bilmektedir. Buna raðmen, onunla birlikte olmaktan çekinmemiþtir. Bu birliktelik Kemal’in resmen niþanlanmasýna kadar devam eder. Hilton Otel’inde görkemli bir törenle Sibel ile niþanlanýr. Füsun ve ailesi de bu niþana davet edilir. Aslýnda bu davete seçkin, zengin kiþiler çaðrýlmýþtýr. Ailesinin listeye eklememesine raðmen Kemal, listeden birkaç kiþiyi çýkararak uzak akrabalarýný eklemiþ ve niþana gelmelerini saðlamýþtýr. Bir insanýn niþan gecesinde, sevdiðini dört gözle ve heyecanla beklemesi, niþanlýsýný bir yana býrakýp onunla dans etmek istemesi, ertesi gün için onunla buluþmak istemesi ve seviþmek için eve çaðýrmasý, karþýdaki insana ne kadar güven verecektir? Ýster istemez Füsun da kendi geleceðini burada soracaktýr: “Bundan sonra ne olacak onu söyle.” “Yarýn, her zamanki gibi (sesim bir an titredi) saat ikide, sen sýnavdan çýktýktan sonra gene Merhamet Apartmaný’nda buluþalým mý? Bundan sonra ne yapacaðýmý sana o zaman rahat rahat anlatayým. Bana güvenmezsen, beni ömrümün sonuna kadar görmezsin.” “Hayýr, þimdi söylersen gelirim. - Sayfa 158” O geceden sonra Kemal, Füsun’u uzun bir süre görmeyecektir. Füsun, ailesinin taþýnmasýndan sonra adeta kaybolur. Kemal, çok aramasýna raðmen onu bulamaz. Bir gün gelir umuduyla her gün apartmana gider ve Füsun’u bekler. Füsun’un eski eþyalarýyla vakit geçirir. Ancak Füsun gelmez. Kemal, sýkýntýlý günler yaþar. 339 gün aradan sonra Füsun’dan gelen bir mektupla yeniden irtibat saðlanýr: “Kemal Aðabey, Biz de görüþmeyi çok isteriz. Seni 19 Mayýs akþamý yemeðe mutlaka bekliyoruz. Telefonumuz daha takýlmadý. Gelemezsen Çetin Efendi’yle haber yolla. Sevgiler, saygýlar Füsun- Sayfa 259” Mektupta Füsun, Kemal’e “Aðabey” diye hitap etmektedir ve saygý sunmaktadýr. Aslýnda burada Kemla’e bir gönderme vardýr. Düþünecek olursak, bir bayanýn, birlikte olduðu, onunla yattýðý bir erkeðe “aðabey” diye hitap etmesinin altýnda ne vardýr? Neden bu kadar aradan sonra birdenbire mektup yazarak yemeðe davet etmektedir ve ona “aðabey” diye hitap etmektedir. Kemal, bu detaylarý fazla düþünmez. Niþanlýsýndan da artýk ayrýldýðý için bu mektuba sevinir. Hemen Füsun’a koþmak ve ona evlenme teklifi etmek istemektedir. Ama artýk her þey eskisi gibi deðildir. Füsun baþka biriyle evlenmiþtir. Kemal, hayal kýrýklýðý yaþar. Ama bu evliliði normalmiþ gibi karþýlamaya çalýþýr ve fakat içinde fýrtýnalar kopmasýna raðmen umudunu hiç kaybetmez. Füsun’un kocasý, ona, küçük çocukken âþýk olmuþ þiþman, genç bir sinemacýdýr. Hayalinde hep bir sanat filmi çekmek vardýr. Fakat bunu finanse edecek imkâný yoktur. Tek hayali film yýldýzý olmak isteyen Füsun’a belki de bir fýrsat doðmuþtur. Kim bilir belki de Füsun, onunla bu hayalini gerçekleþtirebilmek için evlenmiþtir… Kemal, Füsun’u ve kocasýný görünce aslýnda kendisinin bu film için arandýðýný, filme sermaye aracý olmak istendiðini anlamýþtýr. Füsun’u tekrar kaybetmek istemediðinden bunu da kabul eder. “Limon Film Þirketi”ni kurarlar. Ama Füsun’u da hep sinema ortamýndan uzak tutmak ister. Bu vesileyle Füsunlarýn evine sekiz yýl süreyle sürekli gidip gelir. Tüm aile, bu süre içinde hep bir arada olur, televizyon seyreder, sohbet eder ve yemek yerler. Arada bir de Boðaza restaurantlara giderler. Füsun, bu süre içinde Kemal’e yakýnlýk göstermez. Sanki geçmiþte aralarýnda o ateþli seviþmeler, aþklar yaþanmamýþ gibi davranýr. Ama Kemal, roman boyunca ona kavuþacaðý aný bekler... Füsun’a tekrar kavuþmak ve onu kollarýnýn arasýna almak isteðiyle yanýp tutuþur. Burada da okuyucu kendine soramadan edemez. Aralarýnda onca aþk yaþanmasýna raðmen, defalarca birlikte olunmasýna raðmen, þimdi bu iki aþýðýn birbirine bu kadar kayýtsýz, bu kadar uzak ve hiçbir þey yaþanmamýþ gibi bu kadar yabancý kalmalarý ne kadar gerçekçi, ne kadar doðrudur? Bu uzaklýðý, Füsun’un baþka biriyle evli olmasý mý saðlýyor? Yoksa annesi ve babasýyla hala birlikte olmalarýndan dolayý mý birbirlerine yabancý kalýnýyor? Veya içlerindeki sevgi mi bitti? Bana göre cevap bunlarýn hiçbiri deðil… Sadece uygun zaman kollanýyor… Bu sorunun cevabý geleneklerimizde aranmalý bence… Ýnsanýn içindeki dürtü, þeytan, ne kadar rahat býrakabilir insaný? Belli ki yazar, burada kahramanlara daha fazla yasak aþk yaþatmak istememiþ. Bunu toplumun biraz da gelenek ve görenekleriyle örtüþtürmüþ… Yoksa Kemal’in niþanlý olduðunu bile bile kýzlýðýný teslim eden biri, sýrf evliyim diye mi gelenekçi davranacak? Kemal, Füsun’un kocasý Feridun’a destek saðlar. Film çekerler. Ama filmde Füsun deðil, Papatya diye baþka bir yýldýz oynar. Film oldukça baþarýlý olur. Giþe yaparlar. Hep birlikte sinema ile uðraþan kiþilerin takýldýðý mekânlara takýlýrlar. Kemal, ýsrarla Füsun’u bu gruplardan uzak tutmaya çalýþýr. Zamanla Feridun ile Papatya arasýnda bir iliþki baþlar. Zaten Füsun ile bir formaliteden öte gitmeyen evlilikleri bozulur. Film Þirketi’nin Feridun’a býrakýlmasýyla boþanýrlar. Kemal için artýk hayallerine kavuþma vakti gelmiþtir. Füsun’a evlenme teklifi eder. Bir otelde kendi aralarýnda niþanlanýrlar. Evlilik için gerekli malzemelerin alýnmasý veya onlarýn beðenilmesi için Paris’e gitmek düþüncesi atýlýr ortaya. Kemal, Füsun, annesi ve þoförleri birlikte çýkar yola. Edirne yakýnlarýnda bir otelde geceyi geçirmek için konaklarlar. Gecenin ilerleyen vakitlerine kadar içki içerler. Sabaha karþý, Kemal ile Füsun arasýnda küçük bir tartýþma olur. Konu, Füsun’un film yýldýzý olamamasýdýr. Bu nedenle Füsun, kýrgýnlýðýný dile getirir. Paris’e gitmek istemediðini söyleyerek otelden ayrýlýr. Kemal, biraz sonra araba ile arkasýndan giderek onu ikna eder. Füsun, arabayý kendisi kullanmak ister. Kemal arabayý ona verir. Eðer, Kemal mutluluðunun sadece buraya kadar süreceðini ve burada biteceðini bilseydi, arabayý kullanmasý için Füsun’a verir miydi? Füsun arabayý alýr ve hýzla sürer. Gaza basar. Hýzlanýr, hýzlanýr… Geceden kalma sarhoþluk hala devam etmektedir… Sonuç malum… Araba bir aðaca çarpar… Füsun ölür. Kemal yaralanýr… Ama Kemal’in asýl yarasý bundan sonra baþlayacaktýr… Artýk Füsun, asla yanýnda olmayacaktýr… Yazar, romaný yine bazý eski Türk Filmlerinin sonu gibi bitirir. Ayrýlýk… Ölüm… Doðrusunu isterseniz bana göre çok yüzeysel ve basit bir þekilde bitirildi roman. Oysa Nobel Ödülü alan bir yazar için daha etkileyici, daha akýlda kalýcý bir þekilde bitirilebilirdi diye düþünüyorum… Masumiyet Müzesi denildiði anda bu final sahnesinin akýllara gelmesi gerekirdi… Ben, roman sonunda Füsun’un arabayý bilinçli bir þekilde hýzlý kullandýðýný ve bilerek aðaca doðru sürdüðü kanaatine vardým. Yani bana göre Füsun, burada intiharý tercih ederek ölüme sürdü arabayý… Tabii bu benim kendi düþüncem… Bu olaydan sonra anlatýcý, yerini, Orhan Pamuk’a býrakýr. Orhan Pamuk da bundan sonra neler yaptýðýný anlatýr… Birçok kiþiyle konuþur… Romandaki diðer kahramanlarla görüþür… Herkesin görüþlerini, düþüncelerini alýr… Romanýný belgelere göre, daha gerçekçi yazar… Bitmez… Kemal’in Füsun için çok arzuladýðý, hep açmak istediði Masumiyet Müzesi’ni de açar… Bu müze, 28 Nisan 2012’de Ýstanbul’da Çukurcuma’da açýlýr…Ýstanbul’un ilk þehir müzesi olan bu müze 1897 yapýmý üç katlý tarihi bir binadan oluþmaktadýr. “Masumiyet Müzesi” romaný 29 Aðustos 2008 yýlýnda Ýletiþim yayýnlarý arasýnda 592 sayfa olarak yayýnlanmýþtýr. Orhan Pamuk, kitabý kýzý Rüya’ya ithaf etmiþtir. Yazar, romaný “Kar” adlý romaný yayýnlandýktan sonra yazmaya baþlar. Bir yýl sonra yazmaya ara verir. “Ýstanbul: Hatýralar ve Þehir” adlý aný kitabýný yazar. Ve sonra tekrar “Masumiyet Müzesi” kitabýna döner. Pamuk, yedi yýllýk titiz bir çalýþma sonrasý kitabýný bitirebilmiþtir. Ancak, Nobel Ödülü nedeniyle kitabýn yayýnlanmasý gecikir. Aradan geçen bir üç yýl daha eklenince roman, ancak on yýl sonra basýlabilmiþtir. Roman, piyasaya sürülür sürülmez en çok satan kitap unvanýný kazanmýþtýr. Basýlmadan önce kitaptan iki bölüm Sabah Gazetesi’nde yayýnlanmýþtýr. Ýlk basýmýnda 100 bin adet basýlan eser, daha sonra 30’un üzerinde dile çevrilerek yayýnlandý. Kimilerine göre uzun olan, kimilerine göre sýkýcý olan, kimilerine göre tekrarlardan mürekkep, kimilerine göre de mükemmel olan bu kitabý keyif alarak okudum. Bir itirafta bulunmamý isterseniz, romanda kendimi buldum. Gençlik yýllarýmda yaþadýðým aþký, aþklarý yaþadým… “Ýþte beni anlatan bir roman” demekten kendimi alamadým…
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |