Cumhuriyet'in Mirası ve Geleceği Üzerine Bir Sohbet
Milletlerin kurucu yüzyıllarıyla hesaplaşması, kopuş ve devamlılık arasındaki o hassas dengeyi sorgulaması, tarih yazımının en çetrefilli alanlarından biridir. İşte tam da bu zeminde, Türkiye’nin en tanınmış tarihçilerinden İlber Ortaylı, gazeteci İsmail Küçükkaya’nın sorularıyla bir nehir söyleşi formatında kaleme alınan "Cumhuriyet'in İlk Yüzyılı" ile okurun karşısına çıkıyor. Kitap, adından da anlaşılacağı üzere, 1923'ten bugüne uzanan ve 2023'e dair öngörülerde bulunan bir "geçmiş ve gelecek muhasebesi" vadediyor. Akademik bir metnin ağırlığından uzak, sohbetin akıcılığına sahip yapısıyla geniş bir okur kitlesine hitap ediyor.
Ortaylı'nın belki de en temel tezi, Cumhuriyet'in Osmanlı İmparatorluğu'nun reddi üzerine kurulan tamamen yeni bir yapı olmadığı, aksine kökleri imparatorluğun modernleşme dönemine uzanan köklü bir devamlılığın ürünü olduğudur. Kitap, bu tezi desteklemek üzere II. Abdülhamid döneminden başlıyor. Ortaylı, Abdülhamid'i "son evrensel imparator" olarak nitelendirirken, onun dönemini bir yandan "istibdat günleri" olarak tanımlasa da diğer yandan Atatürk ve kurucu kuşağın yetiştiği modernleşme atılımlarının beşiği olarak resmediyor. Bu nüanslı yaklaşım, kitabın genelinde hâkim olan siyah-beyaz tarih okumalarından kaçınma çabasının bir göstergesi.
İsmail Küçükkaya'nın yönlendirmeleriyle ilerleyen kitap, Millî Mücadele yılları, Atatürk'ün liderliği, tek partili dönem, çok partili hayata geçiş ve Menderes'li yıllar gibi kritik dönemeçleri Ortaylı'nın kendine has üslubuyla ele alıyor. Ortaylı’nın alametifarikası olan keskin tespitler ve aforizmaya yakın yorumlar, metni canlı tutuyor. Ona göre Atatürk, "nerede duracağını ve nerede atılım yapacağını bilen gerçek bir mareşal"dir. Cumhuriyet'i kuran kadrolar ise "basit maceracılar değil, her birinin imparatorlukta seçkin bir yeri olan" idealist insanlardır. Ortaylı, bu kadroların en büyük başarısının, çöken bir imparatorluğun anavatanı üzerinde yeni ve modern bir devlet inşa etmeleri olduğunu vurguluyor.
Ancak kitabın formatı, aynı zamanda onun sınırlılıklarını da beraberinde getiriyor. Soru-cevap akışı, bazı konuların derinlemesine analiz edilmek yerine, Ortaylı’nın veciz ama bazen de yüzeysel kalabilen yorumlarıyla geçiştirilmesine neden olabiliyor. Okur, bir konunun farklı boyutlarını ve karşıt argümanları daha etraflıca görmek isteyebiliyor. Bu yönüyle kitap, bir tarih tartışmasından çok, bir "bilge"nin kürsüsünden sunduğu bir ders niteliği taşıyor. İsmail Küçükkaya'nın rolü de daha çok Ortaylı'nın engin bilgisini ortaya sermek için paslar atmakla sınırlı kalıyor; zorlayıcı veya alternatif bir bakış açısı sunan sorgulamalara pek girmiyor.
Buna rağmen "Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı", yakın tarihe dair derli toplu ve panoramik bir bakış sunması açısından büyük bir boşluğu dolduruyor. Ortaylı, darbeler tarihinden Kürt sorununa, laikliğin uygulanma biçiminden dış politikadaki açmazlara kadar pek çok "kadim problemi" korkusuzca masaya yatırıyor. Özellikle Osmanlı ve Cumhuriyet kurumları arasındaki hukuki, idari ve kültürel bağları ısrarla vurgulaması, okuru Türkiye'nin modernleşme serüvenini tek bir bütün olarak görmeye davet ediyor.
Nihayetinde, "Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı", Türkiye’nin modernleşme serüvenini siyah-beyaz kalıpların dışında, bir devamlılık ve dönüşüm hikâyesi olarak okumak isteyenler için vazgeçilmez bir başucu eseri. Ortaylı, okuru rahat ezberlerle baş başa bırakmıyor; aksine onu, tarihin karmaşık dokusunu ve bugüne uzanan köklerini düşünmeye davet ediyor. Kitap, Cumhuriyet'in yüzüncü yılına yaklaşırken, nereden gelip nereye gittiğimize dair ufuk açıcı bir "muhabbet" sunuyor.