"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."

KİTAP İZLERİ

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

Peyami Safa

Cover Image

Yayınevi: ÖTÜKEN NEŞRİYAT

Yayın Yeri: İstanbul

Yayın Tarihi: 01 January 2000

Acının ve Istırabın Edebiyatı

Peyami Safa'nın "Dokuzuncu Har-iciye Koğuşu", hastalığın pençesindeki insan ruhunun zamana meydan okuyan bir keşfi olmaya devam ediyor.

Edebiyatın en temel işlevlerinden biri, insanlık durumunun en karanlık ve en ıssız koridorlarını aydınlatmaktır. Peyami Safa'nın 1930 yılında ilk baskısını yapan ve Türk edebiyatının psikolojik romana geçişindeki en önemli kilometre taşlarından biri olan "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu", bu işlevi sarsıcı bir ustalıkla yerine getiriyor. Neredeyse bir asır önce yazılmış olmasına rağmen, genç bir bedenin ve ruhun acıyla imtihanını anlatan bu otobiyografik roman, güncelliğinden hiçbir şey kaybetmeden okuru derinden etkilemeyi sürdürüyor.

Roman, adını bir türlü koyamadığı kemik hastalığıyla sekiz yaşından beri mücadele eden on beş yaşındaki bir gencin iç dünyasına sarsıcı bir yolculuktur. Yazar, romanın isimsiz kahramanının gözünden, hastane koridorlarının keskin "iyod, eter, yağ, ifrazat" kokusunu, pansuman odalarının soğuk metalik seslerini ve bekleme salonlarının umut ile umutsuzluk arasında salınan ağır atmosferini okurun zihnine adeta kazır. Safa'nın dehası, bu acıyı birinci tekil şahsın filtresinden, aracısız ve çıplak bir şekilde sunmasında yatar. Bu, bilinçli olarak romancının değil, roman kahramanının gözlemlerini esas alan ilk Türk romanlarından biridir.

Ancak "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" sadece bir hastalık romanı değildir. Eserin gücü, fiziksel acının yanına ruhsal ve duygusal bir çatışmayı ustalıkla yerleştirmesinden gelir. Gencin, akrabası olan bir Paşa'nın Erenköy'deki köşkünde geçirdiği günler, ona hem bir sığınak hem de yeni bir ıstırap kaynağı olur. Paşa'nın kızı Nüzhet'e duyduğu platonik aşk, onun için hayata tutunma umudu kadar, hastalığıyla her an yüzleştiği acı bir gerçekliğe de dönüşür. Nüzhet'in dünyası sağlıklı, canlı ve hareketliyken, anlatıcının dünyası ağrılar, pansumanlar ve kesilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir bacakla sınırlıdır. Bu iki dünya arasındaki geçirgen olmayan sınır, genç adamın içsel çatışmalarını daha da derinleştirir. Özellikle başarılı ve sağlıklı Doktor Ragıp'ın Nüzhet'e talip olmasıyla, bu çatışma bir aşk üçgenine evrilir ve anlatıcının acısı katmerlenir.

Peyami Safa'nın kendi hayatından derin izler taşıyan bu roman, dilin ve üslubun mükemmeliyetiyle de dikkat çeker. Safa, kahramanının ruhsal gelgitlerini, korkularını, ümitlerini ve hayal kırıklıklarını o kadar canlı ve dokunaklı bir dille anlatır ki, okur kendini sayfaların içinde, o hastane odasında, o köşkün bahçesinde hissetmekten alıkoyamaz. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın eser için yaptığı "acının ve ıstırabın yegâne kitabı" tanımı, romanın ruhunu en veciz şekilde özetler.

"Büyük bir hastalık geçirmeyenler, herşeyi anladıklarını iddia edemezler" der anlatıcı bir notunda. "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu", okura tam da bu eksik parçayı, ıstırabın insan ruhunu nasıl bir bilgelikle yoğurabileceğini gösteren, sarsıcı ve unutulmaz bir başyapıttır. Hastalığın, aşkın, umudun ve umutsuzluğun dehlizlerinde dolaşan bu roman, Türk edebiyatının en temel eserlerinden biri olarak yerini her zaman koruyacaktır.

Başa Dön