"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."

KİTAP İZLERİ

Eşekli Kütüphaneci

Fakir Baykurt

Cover Image

Yayınevi: Literatür

Yayın Yeri: İstanbul

Yayın Tarihi: 01 September 2000

Fakir Baykurt’un Vasiyeti: Kapadokya’da Bir Umut Destanı

Bir yazarın son eseri, genellikle edebi bir vasiyetname niteliği taşır; kelimelerin ardında bir ömrün birikimi, son bir mesaj ve dünyaya bırakılan bir iz vardır. Türk edebiyatının toplumcu gerçekçi damarının en önemli kalemlerinden Fakir Baykurt’un, kelimenin tam anlamıyla hasta yatağında tamamladığı son romanı Eşekli Kütüphaneci de tam olarak böyle bir eser. Bu roman, Baykurt’un ömrü boyunca savunduğu aydınlanma, insancıllık ve halka hizmet ideallerinin dokunaklı bir özeti olduğu kadar, coğrafyaların ayırdığı insanları birleştiren dostluğun ve bilginin iyileştirici gücüne yazılmış, hüzünlü olduğu kadar umut dolu bir güzellemedir.

Fakir Baykurt, kariyeri boyunca köyün ve köylünün sorunlarını, çelişkilerini ve direncini yalın ama sarsıcı bir dille anlattı. Eşekli Kütüphaneci ise yazarın bu köklü geleneğini devam ettirirken, tonunu daha evrensel bir iyimserliğe ve kültürel köprülere çeviriyor. Roman, üç ana izleği ustalıkla iç içe geçirir. Birincisi, Yunanistan'ın Larisa kentinden atalarının anavatanı Ürgüp’e gelen genç akademisyen Dimitrios Katsikas’ın köklerini arayış yolculuğudur. İkincisi, bu yolculukta tanıştığı Aziz Güzelgöz ve onun babası, hayatını Kapadokya köylerine eşek sırtında kitap taşıyarak halkı aydınlatmaya adamış gerçek bir kahraman olan Mustafa Güzelgöz’ün, yani namıdiğer "Eşekli Kütüphaneci"nin ilham verici hayat hikâyesidir. Üçüncü olarak ise bu iki gencin dostluğundan doğan ve Ürgüp ile Larisa’yı "kardeş şehir" yapma çabaları, bürokrasinin ve önyargıların duvarlarına karşı verdikleri mücadeledir.

Baykurt, okuru basit bir olay örgüsüyle değil, roman içinde romanla karşılar. Dimitrios’un meraklı gözlerinden Mustafa Güzelgöz’ün yaşam öyküsünü dinlerken, aslında Türkiye’nin cumhuriyet sonrası kırsal kalkınma sancılarına, cehalete karşı tek başına verilen onurlu bir savaşa ve bir insanın adanmışlıkla neler başarabileceğine tanıklık ederiz. Baykurt’un klasikleşmiş yalın ve akıcı üslubu, bu hikâyeyi bir masal doğallığıyla aktarır. Yazar, süslü betimlemeler ya da karmaşık psikolojik tahliller yerine, karakterlerini eylemleri ve diyaloglarıyla konuşturarak mesajını doğrudan ve etkili bir şekilde iletir. Bu, bir yandan Baykurt’un "halk için yazma" ilkesine sadakatinin bir göstergesidir.

Romanın en güçlü yanlarından biri, didaktik olmaktan kaçınarak büyük insani temaları somut ve yaşanmış detaylarla işlemesidir. Mustafa Güzelgöz’ün, "Köylere kitap götürmek, çöle su götürmek gibidir!" sözü, romanın felsefesini özetler niteliktedir. Onun kitap okumayan gençleri futbol takımı vaadiyle kütüphaneye çekmesi, kadınların kütüphaneye gelebilmesi için mekâna dikiş makineleri ve halı tezgâhları kurması gibi yaratıcı çözümleri, aydınlanma mücadelesinin sadece kitap taşımaktan ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumsal dinamikleri anlayan derin bir bilgelik gerektirdiğini gösterir.

Elbette roman, idealist tonuyla zaman zaman naif bulunabilir. Karakterler – aydınlanmacı kahramanlar ve onların karşısındaki kıskanç, statükocu bürokratlar – keskin çizgilerle ayrılmıştır. Ancak bu, Baykurt’un bilinçli bir tercihidir. O, karmaşık ve grilerle dolu bir dünya sunmaktan ziyade, iyiliğin ve azmin bulaşıcılığına olan inancını pekiştirmeyi hedefler. Türk-Yunan dostluğu temasını, iki halkın ortak türküleri ve Refik Başaran’ın müziği gibi kültürel bağlar üzerinden işlemesi, politik söylemlerin sığlığından uzak, samimi ve insani bir zemin yaratır.

Eşekli Kütüphaneci, Fakir Baykurt’un edebiyat dünyasına vedası olabilir, ancak bu bir son değil, bir devir teslimdir. Roman, aydınlanma meşalesini yeni nesillere, Aziz ve Dimitrios gibi düş kurmaktan ve engellere rağmen mücadele etmekten vazgeçmeyen gençlere bıraktığının altını çizer. Kitap bittiğinde akılda kalan, Kapadokya'nın peri bacaları arasında eşeğiyle yol alan bir kütüphanecinin inatçı silüeti ve Ege'nin iki yakasını birleştiren bir dostluğun sıcaklığıdır. Bu, sadece iyi anlatılmış bir hikâye değil, aynı zamanda umuda ve insanlığa olan inancımızı tazeleyen, zamana meydan okuyacak bir manifestodur.

Başa Dön