"Yarın çoktan geldi, bugün ise hala dün gibi hissettiriyor. Sanırım zamanla iyi bir ilişkimiz yok." - Douglas Adams"

KİTAP İZLERİ

İnsan Olmak

Engin Geçtan

Cover Image

Yayınevi: Metis

Yayın Yeri: İstanbul

Türkiye'nin Ruhuna Tutulan Ayna: Engin Geçtan’ın Eskimeyen Klasiği Üzerine

Her ülkenin edebiyatında, nesiller boyu elden ele dolaşan, altı çizilen cümleleriyle adeta kolektif bir yol arkadaşına dönüşen metinler vardır. Bu metinler, yayımlandıkları dönemin ruhunu yakalamakla kalmaz, aynı zamanda evrensel insanlık hallerine dokunarak zamanın ötesine geçerler. Psikiyatrist ve yazar Engin Geçtan’ın ilk kez 1983’te okurla buluşan İnsan Olmak adlı eseri, Türkiye için tam da böyle bir metindir. Bir kişisel gelişim kitabı olmanın çok ötesinde, bir toplumun modernleşme sancılarıyla boğuşan ruhuna tutulmuş derinlikli bir ayna, bir teşhis ve tefekkür manifestosudur. Kırk yılı aşkın bir süredir popülerliğinden hiçbir şey kaybetmemesi, onun basit bir reçete sunmak yerine, doğru soruları sormasındaki maharetinde gizlidir.

İnsan Olmak’ı layıkıyla değerlendirebilmek için yayımlandığı tarihsel bağlamı göz ardı etmemek gerekir. Kitap, Türkiye’nin 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yarattığı toplumsal travmanın ve dayattığı apolitikleşmenin gölgesinde kaleme alınmıştır. Geçtan, bireyin hızla değişen ve kimlik bunalımı yaşayan bir "geçiş toplumu" içinde nasıl sıkışıp kaldığını incelerken, aslında o dönemin Türkiye'sinin psikolojik bir portresini çizer. Geleneksel değerlerin çözüldüğü, ancak modern dünyanın bireysel sorumluluklarının henüz tam olarak içselleştirilemediği bu araf halini, kitabın merkezine yerleştirir. Geçtan, akademik kariyerinin yanı sıra bir romancı kimliğine de sahip olmasının getirdiği avantajla, teorik psikolojinin soğuk dilini, sıradan insanın gündelik hayatındaki yankılarıyla birleştiren sıcak ve anlaşılır bir üslup kullanır. Kendi önsözünde de belirttiği gibi, bu kitap, ondan "bizler için de yazmasını" isteyen isimsiz bir okurun ricasıyla doğmuştur ve bu samimiyet, metnin her satırına sinmiştir.

Kitabın temel argümanı, insan olmanın trajik ikilemi üzerine kuruludur: hem diğerlerine muhtaç olma hem de bireyselliğini koruma arzusu arasındaki bitimsiz gerilim. Geçtan, bu durumu Schopenhauer’dan ödünç aldığı meşhur kirpi metaforuyla ölümsüzleştirir: "Soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar." İşte bu "en uygun uzaklık" arayışı, Geçtan'ın analiz ettiği kaygı, öfke, değersizlik duygusu ve özellikle de "ortakyaşam ilişkisi" gibi nevrotik kısırdöngülerin temelini oluşturur.

Geçtan, okuru basit bir olay örgüsüyle değil, kendi iç dünyasında bir keşif yolculuğuna çıkarır. Kitap, insanlardan korkmaktan başlayıp, öfke ve düşmanlık dinamiklerini, değersizlik duygusunun kökenlerini ve sorumluluktan kaçış mekanizmalarını bir bir deşifre eder. Bunu yaparken, Freud, Jung, Fromm ve varoluşçu ekolün düşünürlerinden beslendiğini gizlemez, ancak bu kuramları akademik birer yük olarak sunmak yerine, Türkiye toplumunun aile yapısı ve kültürel kodları içinde yeniden yorumlar. Özellikle, bireylerin kendi benlik sınırlarını oluşturamadan bir başkasının varlığı içinde eridiği "ortakyaşam ilişkisi" üzerine yaptığı analizler, sevgi ile bağımlılığın sıklıkla birbirine karıştırıldığı bir kültürde yaşayan okurlar için sarsıcı bir aydınlanma anı sunar. Geçtan'a göre, pek çok mutsuzluğun temelinde, bireyin kendi varoluş sorumluluğunu üstlenmekten kaçarak bu sorumluluğu bir başkasına devretmesi yatar.

İnsan Olmak’ın gücü, okuruna ne yapması gerektiğini söylememesidir. Geçtan bir guru ya da yaşam koçu değildir; o, hastasının karşısında oturan bilge ve şefkatli bir terapist gibi, yalnızca durumu aydınlatır ve teşhisi koyar. Davranışlarımızın ardındaki bilinçdışı motivasyonları, çocuklukta ekilen ve yetişkinlikte biçilen nevrotik örüntüleri ustalıkla sergiler. Bunu yaparken kullandığı dil, yargılayıcı değil, anlayışlıdır. Okur, kendi "kusurlu" yanlarıyla yüzleşirken utanç değil, bir tür tanınma ve anlaşılma hissi duyar. Kitabın belki de en büyük başarısı budur: İnsanın en karanlık korkularını ve en derin yetersizliklerini evrensel birer deneyim olarak normalleştirmesi.

Peki, 1983'te yazılmış bir metin, dijital çağın yalnızlaştırdığı, sosyal medyanın yarattığı narsisizm salgınının ortasındaki günümüz insanına ne söyleyebilir? Şaşırtıcı bir şekilde, çok daha fazlasını. Geçtan’ın tanımladığı "daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimi," bugün adeta toplumsal bir norm haline gelmiştir. Kirpilerin birbirine duyduğu ihtiyaç artmış, ancak dikenlerini batırmadan durabilecekleri o "en uygun uzaklığı" bulmak daha da zorlaşmıştır. Kitabın son bölümü olan "Kendini Yaşamak", bir sonuç değil, bir başlangıç önerir: "Yaşamak, kendisi olabilmeyi ve yaşama etkin bir biçimde katılabilmeyi tanımlar. Bu, insanın kendi sorumluluğunu, bir başka deyişle, hayatına anlam katma sorumluluğunu içerir. Sorumluluğunu üstlenen kişi özgürdür. Özgür insan daha az korkar, onun için sevebilir!"

Nihayetinde, Engin Geçtan’ın İnsan Olmak’ı, psikoloji literatürünün bir klasiği olmanın ötesinde, modern Türkiye'nin ruhsal bir biyografisidir. Birey olmanın ne anlama geldiğini, sevginin ve özgürlüğün bedelini ve en nihayetinde kendi varoluşumuzun sorumluluğunu üstlenmenin o ağır ama kaçınılmaz gerekliliğini anlatan zamansız bir eser. Yıllar içinde bazı toplumsal dinamikler değişmiş olsa da, Geçtan'ın teşhis ettiği temel insani çatışmalar baki kalmıştır. Bu kitabı okumak, yalnızca kişisel bir içgörü kazanmak değil, aynı zamanda içinde yaşadığımız toplumun kolektif kaygılarını ve arayışlarını anlamak için de atılmış önemli bir adımdır. O, bir rafta eskiyecek bir kitap değil, her neslin yeniden keşfetmesi gereken bir bilgelik pınarıdır.

Başa Dön