Kaplanın Gözünden İktidar: Livaneli’den II. Abdülhamid’e Cesur Bir Bakış
Türk edebiyatının ve düşünce dünyasının usta kalemi Zülfü Livaneli, son romanı "Kaplanın Sırtında: İstibdat ve Hürriyet" ile Türkiye tarihinin en tartışmalı figürlerinden biri olan II. Abdülhamid’in portresini yeniden çiziyor. Tarihin "Ulu Hakan" ile "Kızıl Sultan" karikatürleri arasına sıkıştırdığı bu karmaşık padişahı, Livaneli, Selanik’teki sürgün günleri üzerinden insani bir mercekle inceliyor. Roman, Abdülhamid'i ne aklıyor ne de yargılıyor; bunun yerine, mutlak iktidarın bir insanı nasıl şekillendirdiğini, paranoyanın zihinsel dehlizlerini ve gücünü yitirmiş bir despotun kendi geçmişiyle hesaplaşmasını ustalıkla gözler önüne seriyor.
Livaneli, romanını II. Abdülhamid’in 30 Nisan 1909’da tahttan indirilerek Selanik’teki Alatini Köşkü’ne hapsedilmesiyle başlatıyor. Anlatının merkezinde, devrik padişah ve ailesinin hususi doktoru olarak görevlendirilen İttihatçı Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey yer alıyor. Bu yapısal tercih, Livaneli’ye dâhiyane bir anlatım imkânı sunuyor: Okur, yıllardır nefret ettiği, devrilmesi için mücadele ettiği "müstebit" ile her gün yüzleşmek zorunda kalan doktorun gözünden, "hal‘ edilmiş hakan"ın en mahrem anlarına, korkularına ve kendini savunma çabalarına tanıklık ediyor. Roman, büyük ölçüde Atıf Hüseyin Bey'in anılarına dayanarak, kapalı bir mekânda geçen diyaloglar ve Abdülhamid’in iç monologları üzerine kuruludur.
Livaneli’nin en büyük başarısı, Abdülhamid’i tek boyutlu bir tiran olarak resmetmekten kaçınmasıdır. Karşımızda, meşhur "vehm-i hümâyun"uyla, yani imparatorluk paranoyasıyla her an suikast korkusu yaşayan, yediği yemekten, içtiği sudan şüphelenen, geceleri anılarını ve siyasi hamlelerini bir bir tartan yaşlı bir adam durur. Marangozlukla avunan, polisiye romanlara tutkun, opera ve Batı müziği hayranı bu figür, onun siyasi kimliğinden nefret eden Doktor Atıf’ı bile zamanla şaşkınlığa sürükler. Romanın en güçlü yanlarından biri, bu iki zıt karakter arasındaki gerilimli ilişkinin yavaş yavaş bir tür karşılıklı anlama çabasına dönüşmesidir.
Romanın adı, iktidarın doğasına dair evrensel bir metafora gönderme yapar:
> "Ya devlet başa ya kuzgun leşe dünyası bu. Kaplanın sırtındayken her buyruğuna uyan o büyük güce egemensin, güçlüsün, mutlusun; ne var ki sırtından indiğin anda o kaplan seni pençesine düşmüş zavallı bir gazal gibi parçalar, hiç duraksamaz. Kaplanla birlikte yaşamanın tek koşulu onun efendisi olmaktır; ya efendisindir ya da kurban."
Bu metafor, roman boyunca Abdülhamid’in hem kendi saltanatını hem de düşüşünü anlamlandırma biçimini özetler. Livaneli, devrik sultanın ağzından, 33 yıllık iktidarının bir bilançosunu çıkarır. Abdülhamid, Avrupalı devletleri birbirine düşürerek imparatorluğu nasıl ayakta tuttuğunu, meclisi neden kapattığını, Ermeni meselesindeki rolünü ve Jön Türkler hakkındaki düşüncelerini Doktor Atıf’a anlatırken aslında tarih önünde bir savunma yapmaktadır. Bu anlatılarda Livaneli, okuru Abdülhamid’in zihnine sokarak, onun kendi eylemlerini meşrulaştırma mantığını içeriden görmemizi sağlar. Örneğin, kendisini "Kızıl Sultan" olarak yaftalayan Avrupa basınına karşılık, Belçika Kralı II. Leopold'un Kongo'da milyonlarca insanı katletmesine sessiz kalındığını belirterek Batı'nın ikiyüzlülüğünü vurgular.
Kitabın dili, Livaneli’nin alışıldık akıcı ve duru üslubunu yansıtıyor. Tarihi bir romanın sıklıkla düşebileceği bilgi verme tuzağına yer yer yakalansa da, anlatının psikolojik derinliği ve sürükleyiciliği bunu dengeliyor. Romanın sadece Alatini Köşkü’nün iç mekânlarına odaklanması, bir yandan karakterin iç dünyasını derinleştirirken, diğer yandan da dönemin toplumsal atmosferini ve olaylarını daha sınırlı bir perspektiften sunmasına neden oluyor. Bu durum, eseri kapsamlı bir tarihi panoramadan çok, bir karakter incelemesine dönüştürüyor.
Sonuç olarak, "Kaplanın Sırtında", Zülfü Livaneli’nin edebiyat kariyerinde önemli ve cesur bir durak. Tarihin donuk kalıplarını kırarak II. Abdülhamid'i ete kemiğe büründüren, onun şahsında iktidarın, korkunun ve yalnızlığın evrensel doğasını sorgulayan güçlü bir roman. Livaneli, okurunu, bir zamanlar milyonların kaderini elinde tutan bir adamın kaplanın sırtından indikten sonraki insani dramıyla yüzleşmeye davet ediyor ve şu soruyu sorduruyor: Tarihsel figürleri basit etiketlerin ötesinde, kendi çelişkileri ve trajedileri içinde anlamaya hazır mıyız?