Karanlığın Ortasında Bir Işık: Kemal Sayar'dan Toplumsal Travmaya Edebî Bir İlk Yardım
Türkiye'nin kolektif bilincinin pandemi, ekonomik krizler ve depremlerin derin yaralarıyla gölgelendiği bir çağda, insan ruhu nereye sığınır? Psikiyatrist ve yazar Prof. Dr. Kemal Sayar, son eseri "Kendi Işığına Yürü" ile bu sarsıcı soruya hem şefkatli hem de entelektüel bir yanıt sunuyor. Kitap, yalnızca psikolojik bir rehber olmanın ötesine geçerek, toplumsal bir travmayla boğuşan bir millet için adeta edebi bir ilk yardım çantası niteliği taşıyor.
Türkiye'nin modern zaman bilgelerinden biri olarak kabul edilen Sayar, psikiyatriyi felsefe, edebiyat ve irfan geleneğiyle harmanlayan üslubuyla tanınır. "Kendi Işığına Yürü" de bu geleneğin bir devamı niteliğinde; ancak bu kez yazar, kalemini doğrudan doğruya günümüzün en yakıcı yaralarına, "ruh sarsılmasına" ve "belirsizlik çağına" çeviriyor. Eser, bu yönüyle, Sayar'ın külliyatında güncel ve acil bir tepki olarak özel bir yer ediniyor.
Kitap, okurunu adım adım bir iyileşme reçetesi sunan didaktik bir metin değil; aksine, modern ruhun kaygı, yas ve anlam arayışıyla dolu manzaralarında gezinen bir tefekkürler toplamı. Sayar, "Dünya Parçalanırken" ve "Ruhumuzu Enkaz Altından Nasıl Çıkaracağız?" gibi başlıklar altında, bireysel acıyı toplumsal bağlamından koparmadan ele alıyor. Bunu yaparken de basit bir "teselli" sunmanın ötesine geçiyor ve okurunu pasif bir kurban psikolojisinden aktif bir fail olmaya davet ediyor: "Zihniyet değişimi; tüketiciden yurttaşa, kurbandan faile... dönüşmekle başlar." Bu cümle, kitabın temel tezini özetler nitelikte: İyileşme, edilgen bir bekleyiş değil, bilinçli bir eylemdir.
Sayar'ın en büyük gücü, klinik dilin kuruluğuna düşmeden, neredeyse şiirsel bir dille konuşabilmesinde yatıyor. Kitap boyunca okur, sadece bir psikiyatristin analizleriyle değil, Hafız-ı Şirazi'den William Blake'e, Victor Hugo'dan Rilke'ye uzanan bir bilgelik korosunun fısıltılarıyla da yürüyor. Bu edebi zenginlik, metni bir ruh sağlığı kılavuzu olmaktan çıkarıp, zor zamanlarda başucunda tutulacak bir dost kitaba dönüştürüyor. Yazar, en karanlık anlarda bile umudun varlığına işaret ediyor: "Hayatın o en zor geçitlerinde, karanlığı delen bir ışık mutlaka vardır. Onunla yolumuzu bulur, onunla yaşamaya devam ederiz."
Eserin yapısı, parçalı denemelerden oluşması sayesinde, dikkatini toplamakta zorlanan veya ağır bir okumaya takati kalmamış bir okur için de son derece erişilebilir. Her bölüm, kendi içinde bir bütünlük taşıyarak, okurun dilediği yerden başlayıp nefes almasına olanak tanıyor. Bu, travma sonrası dönemdeki bir zihnin ihtiyaçlarına yönelik düşünülmüş, incelikli bir tercih.
Peki, bu kadar teselli ve bilgelik dolu bir eserin hiç mi eksik yanı yok? Belki de tek eleştiri, kitabın felsefi ve tefekküre dayalı tonunun, ağır bir klinik depresyonun pençesindeki bireyler için tek başına yeterli olmayabileceği yönünde getirilebilir. Sayar'ın sunduğu bu derinlikli yoldaşlık, şüphesiz ki iyileştirici, ancak akut bir ruhsal rahatsızlık yaşayanlar için bu yolculuğun profesyonel bir terapi süreciyle desteklenmesi gerekebilir.
Sonuç olarak, "Kendi Işığına Yürü", bir felaketin ardından yalnızca "nasıl başa çıkılacağını" değil, "nasıl daha anlamlı yaşanacağını" sorgulayan, ufuk açıcı bir çalışma. Kemal Sayar, bireysel kurtuluşun toplumsal sorumluluktan, psikolojik iyileşmenin ise ahlaki bir uyanıştan ayrı düşünülemeyeceğini hatırlatıyor. Bize, içimizdeki ışığı sadece kendimiz için değil, birbirimizin yolunu aydınlatmak için de yakmamız gerektiğini fısıldıyor. Bu, sadece okunacak değil, aynı zamanda üzerine düşünülecek ve yaşanacak bir kitap.