Sunay Akın’ın Hafıza Haritası: Tarihin Unutulmuş Patikalarında Bir Gezinti
Sunay Akın'ın dünyasında Pearl Harbor baskınından kurtulan bir hastane gemisinin kurşun levhaları, Haliç'te bir caminin şadırvan çatısına nasıl dönüşür? Manisa'nın yeşil yamaçlarında yaşayan, "Tarzan" lakaplı bir doğa aşığının öyküsü, ilk Türk dağcılardan birinin trajik kaderiyle nerede kesişir? Şair ve "bilgi cerrahı" Sunay Akın, "Onlar Hep Oradaydı" adlı eserinde, okurlarını işte bu tür beklenmedik bağlantılarla dolu, hayret ve keşif vaat eden bir yolculuğa çıkarıyor. Akın, resmi tarihin büyük anlatılarının gölgesinde kalmış insan hikayelerini ve olayları, kendine has üslubuyla bir araya getirerek tarihin aslında ne kadar kişisel, dokunaklı ve şaşırtıcı olabileceğini kanıtlıyor.
Şiirsel bir dille kaleme alınmış kısa denemelerden oluşan bu kitap, Akın'ın artık bir ekol haline gelmiş tarih anlatıcılığının en parlak örneklerinden birini teşkil ediyor. Yazar, bir olayı ya da kişiyi anlatırken bir arkeolog titizliğiyle çalışıyor; küçük bir ayrıntıdan, eski bir fotoğraftan veya unutulmuş bir gazete haberinden yola çıkarak kıtaları ve çağları aşan bir ilişkiler ağı örüyor. Kitabın ana izleğini oluşturan Kızılderililer, bu yaklaşımın merkezinde yer alıyor. Ancak Akın için Kızılderili, sadece coğrafi bir kimliği değil, aynı zamanda "Beyaz Adam"ın dayattığı modern dünyanın yıkımına karşı direnen, doğayla uyum içinde yaşayan ve hakkı gasp edilmiş tüm mazlum halkları simgeleyen evrensel bir metafor haline geliyor.
Bu çerçevede, 1912 Stockholm Olimpiyatları'nda sırf Kızılderili olduğu için altın madalyaları geri alınan atlet Jim Thorpe'un hüzünlü hikayesi, Manisa'da "Tarzan" olarak tanınan doğa aşığı Ahmet Bedevi'nin "Manisa Apaçisi" olarak yeniden yorumlanmasıyla birleşiyor. Akın, Hollywood'un yarattığı Tarzan figürünü reddederek, Ahmet Bedevi'yi doğayı katleden "Beyaz Adam"a karşı direnen bir Kızılderili reisi olarak selamlıyor. Bu türden sıçramalar, ilk bakışta zorlama gibi görünse de, Akın'ın anlatısında derin bir felsefi ve ahlaki tutarlılık taşıyor: tarihin galipler tarafından yazılan versiyonuna karşı, mağdurların ve unutulanların yanında saf tutmak.
"Onlar Hep Oradaydı", okuruna adeta bir entelektüel hazine avı sunuyor. Her bir öykü, bir sonrakine ustaca hazırlanmış bir pasla bağlanıyor. NASA'nın Ay'a insan gönderme çalışmalarını yaptığı sırada, Navaholu bir yerlinin astronotlara ilettiği o meşhur ve sarsıcı mesaj, kitabın en unutulmaz anlarından birini oluşturuyor: "Bu adamlara dikkat edin! Topraklarınızı almaya geliyorlar!.." Bu tek cümle, sömürgeciliğin yüzlerce yıllık tarihini ve acısını özetler nitelikte. Benzer şekilde, Kuşdili çayırında kumar borcu yüzünden intihar eden gazino sahibi Hamdi Bey'in trajedisinden, Avustralya'da dondurma satarak yaşayan iki Türk'ün Anzak çıkarmasına karşı verdikleri inanılmaz direnişe uzanan anlatılar, okurun zihnindeki tarih algısını altüst ediyor.
Elbette, Akın'ın bu serbest çağrışımlara dayalı anlatı tarzı, her okur için aynı etkiyi yaratmayabilir. Bazen kurulan bağlar fazla şiirsel veya zorlama bulunabilir. Ancak Akın'ın amacı, akademik bir tarih tezi sunmak değil, okurun zihninde yeni pencereler açmak ve "büyük resmin" aslında ne kadar çok küçük ve insani ayrıntıdan oluştuğunu göstermektir. O, bir tarihçiden çok, modern bir meddah gibi davranıyor; bilgiyi duyguyla harmanlayarak dinleyicisini hem aydınlatıyor hem de derinden etkiliyor.
Sonuç olarak, "Onlar Hep Oradaydı" yalnızca ilginç tarihi anekdotların bir derlemesi değil, aynı zamanda dünyaya farklı bir gözle bakmaya yönelik güçlü bir davettir. Sunay Akın, tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolmuş olanları gün yüzüne çıkararak, onların aslında hiç gitmediğini, hep "orada" olduklarını ve hikayelerinin bugüne ışık tutmaya devam ettiğini fısıldıyor. Tarihin sadece rakamlardan ve savaşlardan ibaret olmadığını, içinde nice kırık kalp, nice direniş öyküsü ve nice şaşırtıcı tesadüf barındırdığını hatırlamak isteyen her meraklı zihin için bu kitap, vazgeçilmez bir başucu eseri niteliğinde.