Şermin Yaşar’dan Kaybetmenin ve Kalanların Anatomisi
Tarihi Hoşça Kal Lokantası, Şermin Yaşar’ın kaleminden dökülen, "kaybetmek bizim işimizdir" diyenlerin sessiz ve derinden işleyen öykülerini bir araya getiriyor.
Şermin Yaşar, Doğan Kitap, 176 sayfa
Çocuk edebiyatındaki ve "Oyuncu Anne" kimliğiyle ebeveynlik dünyasındaki başarısıyla tanınan Şermin Yaşar, Tarihi Hoşça Kal Lokantası ile yetişkin okurlar için beklenmedik derecede dokunaklı ve melankolik bir alana adım atıyor. Yaşar, bu kitabıyla sadece tür değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda gündelik hayatın gözden kaçan anlarına, unutulmuş insanlarına ve kayıpların bıraktığı o ince sızıya ustalıkla ayna tutuyor. Kitap, bir dizi öyküden oluşmasına rağmen, adeta aynı mahallenin farklı kapılarından içeri sızan, birbirine görünmez iplerle bağlı ortak bir "hüzün" duygusunu paylaşıyor.
Kitabın merkezinde, yazarın da belirttiği gibi, "kaybetmek bizim işimizdir" mottosunu benimsemiş karakterler var. Bu karakterler, büyük trajedilerin kahramanları değil; aksine, hayatın sıradan akışında sessizce kenara itilmiş, vazgeçmiş veya vazgeçilmiş olanlar. Yaşar, bir kitap eleştirisinden çok, bir sosyolojik gözlem keskinliğiyle bu insanların dünyasına giriyor. Kaya Bakkaliyesi öyküsünde, 35 yıllık bakkal dükkânını kapatan Şükrü Kaya, aslında tezgâhının ardında sadece mal satmamış, müşterilerinin hüzünlerini, yalnızlıklarını ve kibirlerini de biriktirmiştir. Dükkândan içeri giren her bir karakter, "Topal Seyit hüznünü, Şerife Abla yalnızlığını" bırakır ve bu görünmez yükler, zamanla bakkalın omuzlarına çöker.
Benzer bir duygu, Soluk Taşı öyküsündeki emekli amcanın, mahalledeki kişiliksiz süpermarketlere inat, pazara inen yokuşun ortasına kendi imkânlarıyla bir "soluk taşı" koydurmasında da hissedilir. Bu taş, sadece yorulan bacaklar için değil, aynı zamanda modern hayatın hızına ve ruhsuzluğuna karşı bir direniş anıtıdır. Kitaba adını veren Tarihi Hoşça Kal Lokantası ise, bu "gitme" ve "kalma" hallerinin somutlaştığı bir mekân olarak karşımıza çıkıyor. Menüsünde sadece sucuklu yumurta olan, çıkmaz bir sokağın sonundaki bu lokantanın sahibi, hayatı boyunca o kadar çok "hoşça kal" duymuştur ki, artık kimseye "gitme" dememeyi öğrenmiştir. Onun için bu lokanta, bir ticarethaneden çok, vedalaşmaların anıt mezarıdır.
Yaşar'ın üslubu, en karmaşık duyguları bile sade ve samimi bir dille aktarmasından gücünü alıyor. Karakterlerini yargılamadan, onların iç seslerine kulak vererek, okurun onlarla derin bir empati kurmasını sağlıyor. Yeşilçam filmlerini andıran nostaljik atmosfer, okuru hem hüzünlendiren hem de tebessüm ettiren bir duygu yolculuğuna çıkarıyor. Bamya öyküsünde, doğduğu gün "bamya kadar çükü var" denilerek hayatı boyunca bu lakapla anılan Ercan'ın trajikomik hikâyesi veya Şılafgut! öyküsündeki kupon biriktirme telaşı gibi anlatılar, geçmişin küçük ama iz bırakan anlarını yeniden canlandırıyor.
Kitaptaki her bir öykü, "beden üşüse çaresi vardı işte, eyvah ki ruh üşüyorsa" dizesinin bir yansıması gibidir. Yaşar, coğrafya öğretmeninin kalbinde yükselen "Kusura Bakma Dağları"ndan, terk edildikten sonra sevgilisini kalbine gömüp orayı bir "Terketti Hatun Ziyaretgâhı"na çeviren âşığa kadar, ruhu üşüyen karakterlerin bir koleksiyonunu sunuyor. Bu insanlar, büyük şehirlerin kalabalığında kaybolmuş, görmezden gelinenlerdir.
Sonuç olarak, Tarihi Hoşça Kal Lokantası, basit bir öykü derlemesinin ötesinde, insan ruhunun inceliklerine, vedaların ağırlığına ve kabullenişin sessiz bilgeliğine dair bir eser. Şermin Yaşar, bu kitabıyla okura sadece birbirinden dokunaklı hikâyeler sunmuyor; aynı zamanda onlara "başınızı kaldırıp onlara bakalım diye" bir çağrıda bulunuyor. Çevremizdeki sıradan insanların taşıdığı o olağanüstü hikâyeleri fark etmek için bir davet.