"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."

KİTAP İZLERİ

ZEYTİNDAĞI

Falih Rıfkı Atay

Cover Image

Yayınevi: Yenigün

Yayın Tarihi: 01 December 1998

Bir İmparatorluğun Veda Mektubu: Falih Rıfkı Atay'dan Zeytindağı

Her milletin tarihinde, hatırlamaktan kaçındığı, üzerine bir sessizlik perdesi çekmeyi yeğlediği dönemler vardır. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu'nun son yılları, özellikle de Birinci Dünya Savaşı'nın uzak ve yitip gitmiş cepheleri, tam da böyle bir anılar mezarlığıdır. Falih Rıfkı Atay, şaheseri Zeytindağı'nda tam da bu mezarlığın bekçiliğini üstlenir; ancak bunu yas tutmak için değil, bir cerrah soğukkanlılığıyla otopsi yapmak için yapar. 1932'de yayımlandığında bir anı kitabı olan Zeytindağı, bugün bir imparatorluğun çöküş vesikası ve modern Türkiye'nin kuruluş mantığını anlamak için vazgeçilmez bir metin olarak karşımızda duruyor.

Atay, Cemal Paşa komutasındaki 4. Ordu Karargâhı'nda görevli bir yedek subay olarak, tarihin en çalkantılı anlarından birine merkezden tanıklık eder. Kitabın adını aldığı Kudüs'teki Zeytindağı, sadece bir coğrafi mekân değil, aynı zamanda can çekişen bir imparatorluğun son görkem ve sefaletinin sahnesidir. Atay, önsözünde niyetini açıkça ortaya koyar: İmparatorluk hatırası kalmamış yeni Türkiye'nin gençlerine saltanatın Suriye, Filistin ve Hicaz'daki son günlerini anlatmak. Bu anlatı, nostaljiden arındırılmış, haşin bir dürüstlükle doludur.

Bir Paşanın Portresi, Bir İmparatorluğun Sureti

Zeytindağı'nın merkezinde, yazarın dört yıl boyunca yanında çalıştığı Cemal Paşa vardır. Atay, Paşa'yı tek boyutlu bir kahraman ya da hain olarak resmetmekten özenle kaçınır. Onu, Nablus eşrafını bir tiyatro sahnesindeymiş gibi tek bir bakışıyla titreten, mutlak gücün sarhoşluğunu yaşayan bir "visrua" (padişah vekili) olarak görürüz. Ancak aynı Cemal Paşa, savaş kaybedilip her şey bittiğinde, Kasımpaşa'daki odasında Haliç'in bulanık sularına dalıp gözyaşı döken, kırılmış ve trajik bir adama dönüşür. Atay, kendisine yöneltilen "Cemal Paşa'ya saygısızlık" eleştirilerine karşı, onu "zaafları ve meziyetleri ile gerçekten bir insan gibi" canlandırdığını söyleyerek aslında modern biyografinin ve gazeteciliğin manifestosunu yazar. Cemal Paşa'nın şahsında vücut bulan bu çelişkili portre, aslında Osmanlı'nın ta kendisidir: dışarıdan görkemli ve korkutucu, içeriden ise yorgun, çürümüş ve dağılmaya yüz tutmuş.

"Bizim Olmayan" Topraklar

Atay'ın keskin gözlem gücü, imparatorluğun Arap topraklarındaki durumunu birkaç fırça darbesiyle özetler: "Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz." Bu topraklarda Osmanlı, bir sahip değil, bir "ücretsiz tarla ve sokak bekçisi" konumundadır. Kültür, ticaret, sanayi ve zenginlik Arapların veya Batılıların elindedir; Türklere kalan ise yalnızca jandarma üniformasıdır. Hatta Atay'a göre, Araplaşmamış Türk'e az rastlanmaktadır ve "Türk müsünüz?" sorusunun cevabı çoğu zaman "Estağfurullah!" olmaktadır. Atay, bu acı gerçekle yüzleşerek imparatorluk fikrinin içini boşaltır: Bu topraklar ne sömürgeleştirilmiş ne de vatanlaştırılmıştır. Bu, içi boş bir hayalden, "Türk milleti kendi başına devlet yapamaz!" ana fikrine dayalı bir fanteziden ibarettir.

Çöküşün Aktörleri ve Figüranları

Atay'ın kalemi, dönemin diğer liderlerine de aynı mesafeli ve analitik tavırla yaklaşır. Talat Paşa, "Şark ahlakınca faziletinde şüphe edilmez" bir şef, kurnaz bir politikacıdır. Enver Paşa ise adeta bir trajedi kahramanıdır: "Allah tarafından büyük Türk hakanlığını kurmaya 'müekkel'" olduğuna inanan, gerçeklikten kopuk, "boş bir kafanın içindeki bomboş bir hayalin" peşindeki bir diktatördür. Savaşın neden ve nasıl kaybedildiğini bu karakter portreleri üzerinden okumak mümkündür. İttihat ve Terakki, liderlerinin şahsında bölünmüş, kişisel hırsların ve gruplaşmaların devletin kaderine hükmettiği bir yapı olarak çizilir.

Kitap, aynı zamanda isimsiz kahramanların ve kurbanların da hikâyesidir. Çölün ortasında, bir damla su için can veren, "Ahmed'ini" arayan anaların geride bıraktığı Anadolu çocuklarının dramı, birkaç satırda bir destana dönüşür. Medine'yi savunanlar, Kanal'a yürüyenler, skorpit ve tifüsle boğuşanlar... Hepsi, "pomatlı bir yüz derisinin kapladığı boş bir kafanın içindeki bomboş bir hayalin kurbanlarıdır." Atay, savaşın anlamsızlığını ve acımasızlığını, süslü laflarla değil, bu tür somut ve sarsıcı detaylarla anlatır.

Bir Bilanço ve Bir Başlangıç

Zeytindağı'nı bir anı kitabından öteye taşıyan, onun aynı zamanda bir hesaplaşma metni olmasıdır. Eser, bir imparatorluğun neden yıkıldığını sorgular. Atay'a göre bu çöküşün nedeni, kanunsuzluk, keyfilik, liyakatsizlik ve her şeyden önemlisi, çağın gerçeklerinden kopuk bir hayalperestliktir. Kitabın sonundaki karşılaştırma ise her şeyi özetler: Osmanlı, "aylık vermek için", yani hazine tamtakır olduğu için harbe girmiştir. Oysa Mustafa Kemal, hazinede para kalmadığı söylendiğinde, "Milletin nesi var, nesi yoksa yüzde kırkını vatan savunması için verecektir" diyerek Kurtuluş Savaşı'nı başlatmıştır.

Bu, bir zihniyet devrimidir. Zeytindağı, işte bu eski zihniyetin ölümünü ve yeni bir "vatan adamı" idealinin doğumunu haber verir. Falih Rıfkı Atay'ın duru ve güçlü Türkçesiyle kaleme aldığı bu eser, sadece geçmişe tutulmuş bir ayna değil, aynı zamanda geleceğe yazılmış bir uyarı mektubudur. Bir imparatorluğun enkazı altından, küllerinden doğacak olan ulus devletin zorunluluğunu anlatan, her neslin yeniden okuması gereken bir başyapıttır.

Kümeler: Tarih Anı Biyografi
Başa Dön