İlk Aşk: 3

Havanın podyumunda güneş bütün ihtişamıyla zarif ve narin
adımlarla yürüyor ve izleyenlerine sıcacık gülümsemeler
dağıtmaktan kendini alamıyordu. Bu gülümsemelerden biri, bir
evin penceresinden yaramaz bir velet misali girip bir de
odanın içindeki uyuyan kişinin gözlerinde oyun oynamaya
kalkınca üstüne üstlük telefonun alarm sesi de buna ortak
olup muzurca onun kulaklarında zıplamaya kalkınca...

Orhan aniden yataktan kalkıp önce perdeyi ardından da
telefonun sesini kapattı.’Horozu yanınıza almayı
unutmuşsunuz’diye de söylendi. Birden aklına geldi: bugün
biriyle buluşacaktı. Saatine baktı ve üzerinden uyku
sersemliğini atmak için lavaboya sarsakça gidip yüzüne su
çarptı ardından mutfağa uğrayıp bir şeyler atıştırdı. Onun
parfüm veya diğer kozmetik ürünlerle arası pek de sıkı fıkı
değildi ama bugün güzel kokmalıydı. Yaza uygun kıyafetler
giydikten sonra dairesinden çıkıp asansöre yöneldi.Asansör
şansına bugün bozuk değildi ve asansörle dördüncü kattan
ilk kata indi.Apartmanın yola açılan bahçe kapısından
markete doğru adımlamaya başladı.Yürürken devamlı saatini
kontrol ediyordu.Zaman kuşluk vaktine yaklaşırken O,ilk
aşkı Ezgi’yle buluşacağı Kadıköy İskelesi’nin oradaki Elif
Büfe’nin önüne geç kalmak istemiyordu.Bir kaç tanıdığa
selam verdikten sonra hızlı ve aceleci adımlarla markete
girip dükkandan biri kendisine diğeri de aşkına iki paket
sigara aldı.O, daha önce farklı marka sigara içerken daha
sonra Ezgi’nin içtiği markadan kullanmaya başlamıştı.Bu
değişim sigarayla kalsa iyiydi ancak Orhan, aşkı için
tuttuğu futbol takımından feragat edip sarı lacivertli
renklerin bahtsız bir üyesi olmuştu.Aslında değişen fazla
bir şey yoktu sadece kuşların ismi değişmişti.

Orhan, durakta minibüs bekleyedursun zaman onu hiç kaale
almıyordu.Neyse ki fazla beklemedi ve ilk gelen minibüse
bindi. Minibüs kötü talihine boş olup ağır ağır
ilerlerken:’Şöför,sanırım akşamdan kalma,minibüsü kağnı
zannediyor,’ diye söylenerek camdan dışarıyı
izliyordu.Minibüse kağnı muamelesi gösteren şöföre,araç
ilerledikçe binen yolcular bunun bir kağnı olmadığını
minibüsü doldurarak anlatmıştı.Şöför bu uyarıyı anlamıştı
ama; bu sefer de araca otobüs muamelesinde bulunmuştu ancak
minibüsü -Siyami Ersek Hastanesi’nin bulunduğu yola
dönmeden biraz geride- bir polis durdurunca ve şöföre
bunun bir otobüs değil minibüs olduğunu bir kağıt
parçasının üstündekilerle ifade edince şöför bir anda
ayılmıştı.Minibüs haddinden fazla yolcu alıp ceza yedikten
sonra Orhan şansına hiçte iyi şeyler söylemiyordu.Sonunda
şöför asık bir yüzle yolcuları Kadıköy İskelesi’nin oradaki
durakta indirdi.Orhan,Elif Büfe’nin önüne baktı ve Ezgi’nin
onu beklediğini gördü.Hızla ilerleyip Haldun Dormen
Tiyatrosu’nun yanındaki çiçek satanlardan Ezgi’nin sevdiği
çiçeği aldı.İki yüzlü şansına ki Orhan çiçeği alırken Ezgi
onu farketmemiş,vapurları izlemekteydi.Kıvrak adımlarla
iskele tarafına doğru yürüken Ezgi büfenin karşısında olup
sırtı ona dönüktü.Yavaş ve sakin adımlarla elindeki çiçekle
tıpkı bir arabanın önündeki arabaya haddinden fazla
yakınlaşması gibi büfenin önüne yaklaştı ancak büfenin camı
ona ihanet edip Ezgi’nin gözlerine onu gambazladı.Ezgi bir
anda döndü ve Orhan’ın afallamasına sebep oldu.Orhan, sanki
pas atar gibi çiçeği vermek için hazırlanmıştı ama ilk
aşkının bu davranışı dokuz kusurlu hareketten biri olunca
onun hazırlığını boşa çıkarmıştı çünkü çiçek yere
düşmüştü.Ezgi’ye bakışı ona üzgün olduğunu ifade
ediyordu.Neyse ki bu muhabbet fazla uzamadı.


Ezgi, Ona neden geç kaldığını sordu,Orhan’ın cevabı;ulaşım
yüzünden olduğu yönündeydi.Bu geç kalmayla ilgili birşeyler
daha söyledi Ona ama;Orhan’ın kalbi onun söylediklerini:’Ah
aşkım olur mu!Ben seni sabaha kadar da beklerim! Yeter ki
sen gel!’ diye tercüme etmişti.

Orhan’ın yüzü zevkten dört köşeydi çünkü karşısında gördüğü
yüz en çok görmek istediği kişiye aitti.İkisi birlikte
iskelenin karşısındaki banklardan birine oturdular.Orhan,
elini cebine atıp paketleri beyaz iki sigara paketinden
birini Ezgi’ye verdi.Kız da ’Niye zahmet ettin Orhan,’
diyerek sigaraya aldı ve ’Beni düşünmene hiç gerek yoktu.’
diye de tamamladı.

"Aslında hiç içmemizi yeğlerim ama ;denize karşı sigara
içmek de hoşuma gitmiyor değil hani." dedi Orhan.Önce
aşkının -Ezgi onun kendisine aşık olduğunu bilmiyordu-
sigarasını yaktı sonra kendisininkini. "Hadi Ezgi,önce ben
üfleyeceğim dumanı sonra sen.Dumanlar birleşerek denize yol
alacak," dedi heyecanla.Kız da onun dediğini yaptıktan
sonra onunla beraber dumanların birleşmesine tanıklık
etti.Duman umursamaz tavır takınan insanlar edasıyla mutlu
mesut denize yol aldı.Orhan, duman ilerlerken ’keşke...’
diye düşünüyordu.
Aşkı çok fazla konuşmuyordu.
"Ne oldu,niye durgunsun böyle.Seni üzecek bir şeyler mi
oldu?"diye sordu,cümleye kalbi de son bir kelime eklemişti
ama dili bu kelimeye geçit vermemişti.Ezgi, biraz canının
sıkkın olduğunu ve bunun sebebinin işten ayrılması olduğunu
üzelerek söylemişti.

"Aman canım bu kadar canını sıkmana gerek yok.Sen yetenekli
bir kızsın ve bilgisayar üzerine bilgin de
yeterli;rahatlıkla yeni bir iş bulursun,takma kafana."diye
teselli etti.Aşkının yüzü bunları duyduktan sonra
gülümsedi.Kendisine güvenen birinin olması ne kadar da
güzel bir duyguydu.

Orhan’ın yüzüne bakanlar çoğu zaman hüznün alıcısı olurken
Ezgi’nin yanındayken ona bakmış olsalar hüznün bir
süreliğine yerini mutluluğa vekalet verdiğini
göreceklerdi.Ona göre aşkı tanrının armağanıydı.İçi kıpır
kıpır oluyor ama;tam olarak bu kıpırtıyı diline
yansıtamıyordu.

İkisi bir süre sonra banktan kalkıp karşısındaki demirlere
dayandılar.Martılar kıyıya yaklaşıp atılan ekmek
parçalarını yakalıyordu.Büyük bir parçayı martının biri
gagasına aldığı zaman başka bir martı onun gagasından
parçayı gaspetmeye çalışıyordu.Denize bakıp martıları
izlerken bir süre konuştular sanki Orhan kalbiyle sohbet
ediyordu.Daha sonra balonun olduğu tarafa gittiler.O
taraftaki kafede soğuk bir şeyler içtikten sonra Avrupa
yakasına geçmek için iskeleye yöneldiler.Bu sefer jetonları
Orhan almıştı.Ezgi taşıdığı yeşil çantadan dijital bir
fotoğraf makinesi çıkarttı ve vapurla giderken özgür bir
martının denizin sahnesinde süzülüşünün fotoğrafını
çekti.O, fotoğraf çekerken Orhan kalbinin sesini dinliyordu
ancak bu sese kota koyan bir dili vardı.Önce bir şeyler
söylemek istercesine ağzını açtı ama hemen kapattı.Vapur
Karaköy İskelesine yanaşırken Birkaç fotoğraf daha
çektiler.Vapur iskeleye yanaştı.İkilinin güzergahı
Taksim’di.

İstiklal caddesi çok kalabalıktı.Orhan, kalabalığı sevmezdi
çünkü ya o birilerine çarpardı ya da birileri ona.Bir de
caddenin ortasında bekleyenler yok mu onu fitil
ederdi.İkili bu kalabalıktaki enfes yolculuklarına Pera
Palas’ın halini hatrını sormak için ziyaret etmek babıyla
ara verdiler.Sanki Pera Palas ikisini hiç özlememiş gibi
tavır ve davranışlar sergiliyordu.Sanki şöyle diyordu:’Daha
dün buradaydın,yine mi sen!’ Nitekim fazla kalmadan
kalabalığa geri döndüler.Kolkola yürüyor ve yürürken
birbirlerine gülümsüyorlardı.Orhan için o günün tadı o
kadar lezzetliydi ki bir damak tadı olarak kalmasını
istemiyor ve içinden aynı lezzetti her zaman tatmak
geliyordu.Ezgi onun kalbindeki şehirdi;İstanbul’u görmeden
önce bir şehir kurmuştu kalbine,onu tanıdıktan sonra şehrin
adını koymuştu.O şehir hep onun kalbinde kalacak ve şehrin
ışıkları hiç sönmeyecekti. Orhan’ın kalbinin atışının
adresi belliydi ancak Ezgi’nin adresi...

İkili caddeki birkaç mağazaya girip vitrinleri
seyretti.Ezgi, Orhan’a bir mağazadan kitap aldı.Çikolata
paketleyen bir yerden fındıklı çikolata aldılar.Zaman
ilerliyordu ve ikili Sen Antuan Kilisesi’nin önünden
geçti.Bugün Orhan, Sen Antuan’ın çay davetine icabet
etmemişti.Sen Antuan ise bunu umursamadan konuşmaya devam
ediyor ve sesi bıkkın olduğunu gösteriyordu.

"Orhan,sabahtan beri yürüye yürüye... Başka bir yerde yürü
artık!’

"Sana ne,İstiklal Caddesi senin mi! İstediğim yerde
yürürüm.Sevgilimin yanında rahatsız etme beni." dedi
sinirle

"Öyle de,kendini düşünmüyorsan... Sevgiline bak,nasıl da
yorgun görünüyor."

"Haklısın!"

Orhan, Ezgi’ye baktı ve sesinin bir yerlerden tanıdık
geldiği konuşana hak verdi. "Hadi aşkım bir yerlere
oturalım.Senin sevdiğin kafe var ya oraya gidelim." Ezgi de
ona ’tamam’ dedi zaten konuşana göre bunu söylemekten başka
çaresi yoktu zira Orhan’ın kalbi bunu yine ters tercüme
edecekti.Orhan, sandalyeye oturdu ve diğer sandalyeyi de
geri çekerek Ezgi’nin oturmasına yardımcı oldu. "Garson!"
diye bağırdı.Masalarına biri geliyordu.

Beyaz önlüklü garsona: "Bundan sonra beyaz önlük mü
giyeceksiniz.Neyse bana ve dünyanın en güzel kızına iki çay
getir.Biliyor musun o benim biricik aşkım,o benim..."
diyerek yanındaki sandalyeye bakıp gülümsedi.Beyaz önlüklü
garsonun elinde iki tane hap vardı.Orhan haplara bakarak:
"İlginç,çaylar artık hap şeklinde mi oluyor?"diye sordu.

"Orhan,ilaçları alma zamanın geldi"dedi cevaben beyaz
önlüklü garson.Bunu duyduktan sonra Orhan yanındaki
sandalyeye baktı,onayı almış olacak ki hapları
aldı.Hastanedeki diğer hastalara, dolu olduğu sandığı boş
sandalyeyi işaret ederek: "Bakın buradaki oturan benim kız
arkadaşım,o benim ilk aşkım,ondan başka güzel kız yok bu
dünyada,o benim hayatımın..." diye anlatıyordu.Diğerlerinin
kulak verdiği bile yoktu tıpkı zamanında Ezgi’nin onun
aşkına kulak vermediği gibi.

Orhan uyumak için ranzaya giderken aşkı onun elini
tutuyordu.’yol açın bize,iki sevgiliye.’ diye de tempo
tutuyordu.Ranzaya uzandı ve bir süre sonra uyudu.

İki beyaz önlüklü doktor konuşuyordu.

"Orhan’ın durumu nasıl?"

"Aynı,değişen bir şey yok.Yine hep onunla beraber dolaştığı
tek günü ve en önemli günü yaşıyor.Onun için zaman
ilerlemiyor sanki solunum makinesine bağlı bir insan gibi
Ezgi diye seslendiği kıza takılı durumda."

"Her zaman kızın yanında olduğunu mu sanıyor?"

"Hayır,her zaman değil.Bazı zamanlar onun yanında
olmadığını hissedince elinde telefon varmışcasına elini
kulağına götürüp onu arıyor.Eli kulağında bir süre bekleyip
elini indiriyor ve başlıyor ağlamaya.Bir süre ağlıyor,sonra
tekrar gülümsüyor,bir şeyler söylüyor,sonra tekrar
hüzünlenip ağlıyor.Devamlı bir yere sabit bakıyor,sonra onu
tekrar arayıp bir süre bekliyor yine cevap alamadığını
sanıp yeniden ağlıyor,hüzünleniyor.Bu durum böyle bir süre
devam ediyor.Bundan sonra avucuna bir şeyler yazmaya
başlıyor.Bu sefer de telefondan mesaj attığını zannedip
mesaj yazıp bir süre bekledikten sonra avucuna bakıp elini
yanına koyuyor.Sonra bir ses duymuşcasına elini tekrar
diğer elinin üzerine koyuyor ve yine ağlıyor.Ağladıktan
sonra öfkelenmeye başlıyor,sıtmaya tutulmuş gibi
titriyor.Mesaja cevap geldiğini düşünüyor.Bunlar hiç
olmamış gibi aynı şeyleri tekrar tekrar yapıyor.Sonra
aniden heyecanlanıp direkt karşıya bakıp örtünün üzerine
bir şeyler yazıyor.Karşıya bakıp bekliyor,tekrar
yazıyor,bakıyor,bekliyor,tekrar yazıyor.Bunları yaparken
daha mutlu görünüyor ve pek ağlamıyor.Bu da sona erince
’Ezgi,Ezgi’ diye gözyaşı döküyor.

"Sanki bitkisel hayatta gibi."

"Öyle,birini böyle sevmek,onun seni sevmediğini bildiğin
halde sevmek;sanırım delicesine sevmek dedikleri bu
oluyor.Ailesi onu buraya getirdiği zaman--"

"Gitmeliyim,hastalarım beni bekliyor."

Orhan gece vakti uyandı.Ezgi yanındaydı ve onu bekliyordu.

"Bak Orhan sana ne aldım;tiramisu hem de kahveli."

"Ben de sana bakkaldan sigara aldım Ezgi.Saçlarının rengini
değiştirmişsin,hoş olmuş ama; bandana takmayı unutmuşsun."

"Boş ver bunları canım,hazırlan hadi,Kız Kulesi’ne
gidecektik ya,"dedi Ezgi ve kapıya doğru ilerledi.Orhan,
hastane kıyafetleriyle koridorlarda onu takip ediyor ve
sessizce adımlıyor içinden de ’acaba balık ekmekte
yiyecek miyiz,’ diyordu.

Kasım 2008


Osman Altınbaş hakkındaki bilgilerin basılmasını istiyorum.
Eğer basılmamasını istiyorsanız tıklayın.

  Osman Altınbaş kimdir?

 


Bu yazıyı basmak istiyorum.

İzEdebiyat'da yayınlanmakta olan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Tüm yazılardan birinci dereceden sayfa düzenleyicileri sorumludur. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

Yazarların izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar dışında— herhangi bir biçimde basılmaması/yayınlanmaması önemle rica olunur.

© 2000-2002, İzlenim.com - Tüm hakları saklıdır.