Murat, Mevlüt, Muzaffer ve İsa

Murat, Mevlüt, Muzaffer ve İsa

“İsa, senin arkandayız, Murat, Muzaffer ve ben, sen kafanı yorma.”



Balkonda sigara içiyordum öğleden sonra, güneş var ama serindi hava, yaz bir türlü gelmedi, yağmur, sel, her şey can sıkıcı. Kadınlar, kızlar can sıkıcı, çocuklar şeytan. Güzel, işe yarar bir şey yok gibi. “Neden geldim hayata, bu ne iş?” Bir yaşamak derdidir gidiyor. Ne istersem, en elde etmek istersem dişimle tırnağımda bir mücadele vermem gerek, marketten bir ketçap almak için bile. İçimi de kimseye açmıyorum, gerek yok, fark ettim ki değer verdiğim dostlar beni zerre anlamıyor ve dinlemeyi hiç bilmiyorlar.
Aşağı indim, bahçe kapısını açtım Muzaffer’e.
“Çay içer misin Muzaffer?”
Gelmesine çok sevindim çünkü onunla konuşmam gerekenler var.
Biri ona bir çift spor ayakkabı vermiş, onları çıkarıyordu ben ona poşet çay hazırlarken.
“Sokakta kalıyor musun kaç gündür?”
Önceki gün abisi Murat aradı beni.
“Kapıyı eğmiş, çelik kapı, o kapı milyarlar, evde bir sürü eşya eksik, paspas, 250 tl, şampuanım, 150 tl, telefonun şarz aleti, musluk başları…”
Dert yanıyor Muzaffer’den.
“Muzaffer kapıyı kırmışsın?”
“Kırmadım, kapıyı açacaktım, anahtar kırıldı kaldı kapıda, kapıyı öyle kilitlemiş ki, içeri giremedim, öyle yapmazdı.”
“Beni istemiyor o evde, gitmem o eve…”
Anlatıyorum: “Kış gelecek, sokaklarda kalamazsın.”
“Türkiş’de boş bir ev vardı, orada kalıyordum, adam duvar ördürmüş oraya giremedim.”
Marketlerin çöpe attığı ürünlerle, Pazar yerinde bulduğu çürük ürünlerin sağlamlarını yiyerek karnını doyuruyor…
İsyan ediyordum eve gitmesi için.
“Dur, tansiyonumu çıkarma.”
Konuşamayacak gibi oldu, baş dönmesi gibi.
Durdum.
Bakım evine yatarım.
Raporun yok, seni almazlar.
Raporu var, ama yüzde kırk engel, zihinsel, “psikomatik” bir şeyler yazıyor raporda. Öyle bir şey tam aklımda kalmadı.
Rapor alırsan kalabilirsin.
Epilepsi çıktı en son, yoktu bu, tansiyon var, şeker hastası.
“Kış gelecek ne yapacaksın, eve git, en azından orda kalacak yerin var.”
Eve gitmeyeceğini söylüyordu, Murat nefretini kusmaya devam ediyordu.
“Cezaevine giderim, orada kalırım.”
“Orada yaşamak zor, mahvederler seni. Sokakta kalamazsın, uyuşturucu verirler…” ‘s.kmek isterler’ diyeceğim ama diyemedim.
“Böbreklerini çalarlar.”

Sürekli geçmişten söz ediyor, Murat’la geçmişte yaşadığı olaylardan.
Murat telefon konuşmasında demişti: “Geçmişte yaşıyor.”
Muzaffer ekmek almış mutfakta eline, Murat ver onu bana diyerek ekmeği elinden almış.
Murat yemeklere zehir katıyormuş.
Mevlütü de beni de zehirliyor.
Murat’ın yaptığı yemekleri yiyemiyormuş, bakkala da bir milyar borcu varmış, patates domates ve sigara gibi şeyler alırmış bakkaldan.
Bakkala da borcunu ödemeyecekmiş.
Bakkala demiş ki: “Devlet bana maaşımı verince borcumu ödeyeceğim sana.”
Ben devlet mevlet anlamam, paramı alırım!
Muzaffer buna çok bozulmuş.
“Asla ödemem ona parayı, beklesin, Murat öder… Kaç yıldır beni tanıyorsun, bana neden böyle diyorsun.”
Küfür ediyor bakkala.

“Eve gitmelisin, telefon açayım Murat’la.
Sakın arama. Onunla muhatap olma.
Lan yürüyün gidin başımdan, onunla konuşuyorum, Muzaffer’le muhatap olma diyor, senle konuşuyorum muhatap olma diyor, bana ne ya, ne bok yerseniz yiyin!
Bana ne arkadaşım, sokaklarda kalıyorsan kal, senin bileceğin iş, ben sana üzüldüğüm için konuşuyorum.
“Murat ona karılık yapmamı istiyor, beni g.tümden sikmek istiyor!”
Muzaffer fena saçmalıyordu, sustum.
Murat ve Muzaffer hep çatışır, kavga çıkar evde.
Murat şöyle demişti telde: “Ona de, bu yaptıkları yüzünden Mevlüt zarar görecek.”
Mevlüt şizofren.
Murat onun vasisi, onu ruh ve sinir hastalıklarına yatırdı, kilitleniyormuş, saçmalıyormuş.
Tabi saçmalıyor Mevlüt, onun kadar güzel saçmalayan görmedim.
Bana sık sık şöyle derdi Mevlüt: “Murat, Muzaffer ve ben arkandayız İsa, sana bakarız, anahtarı verdim, gir eve yat…”
Başka bir sefer: “İsa bir gün düzeleceksin.”
Başka sefer: “İsa sana banyo yaptırırım.”
Şimdi ben t. sandalye kullanıyorum ya.
Mevlüt bana üzülüyor, ben ona.

Bir gece Mevlüt ile hurda toplamaya çıkacaktık, sırtım fenaydı, Mevlüt şurayı bir kaşısana.
Ya sırtımda bir bölge fenaydı, Mevlüt oraya el attı, biraz masaj yaptı.
Sonra, ya isa şurada bir sıkıntı var, bir dua oku, orayı sıvazladım, masaj dua.
Mevlüt balkona gelir, gelir gelmez dua etmeye başlar, o çok güzel dua eder, onca lafı nasıl buluyor bilmem, ben bulamam. Ellerini açıp, o an ben de duaya katılıyorum, Mevlüt hoca gibi başlıyor duaya.
Mevlüt şizofrense herkes böyle şizofren olsa ne güzel.
Murat ve Muzaffer evde kavga edince Mevlüt araya girip onları arıyor.
Kaç çamaşır makinesi kırılmış kavgada.
Mevlüt hastanede yatıyor şimdi.
Evde Murat ve Muzaffer kavga ederse ayıracak kimse yok.
Murat yatınca kapısını kilitliyor, Muzaffer odaya girip onu bıçaklar diye.
Murat çok iyi kumar oynarmış, Mevlüt böyle anlatıyor, Mevlüt Murat’ın arkadaşlarından hiç hoşlanmaz, onlara küfür yağdırır.
Mevlüt bir gün şöyle dedi: Murat bizi fazlalık olarak görüyor.
Aynı lafı Muzaffer dedi.
Hıı, aynı lafı iki kardeş de dediğine göre bunda doğruluk var.
Yoruldum diyor murat, iki deliyle uğraşmaktan yoruldum, inşaat tepelerinde çalışıyorum, kendisi boyacı, şirket adına çalışıyor, ne paralar önerdiler gitmedim, ömrüm gitti, sürekli aynı şeyleri yaşıyorum, devlet bir şey yapmıyor, dilekçe verdim, valiliğe, muzaffer bir suç işlerse karışmam diye.
Muzaffer’in mahkemesi var, trafoya girmiş, kabloları kesmiş.
Muzaffer; “ben kesmedim” diyor, “ben sadece çocuklar çarpılmasın diye şalteri indirdim.”
Murat; “kesti” diyor,
Hırsız trafoya girip kabloları kesiyor, Murat da o sıra içeri giriyor ve on görüyorlar. Sanırım böyle oldu.
Muzaffer’e abisi deli diyor, bana göre öyle değil, bir gün dolaşmaya çıktı, otobüslere binmesi bedava ya engelli belgesinden, gece yollarda yürür, ona eski cep telefonumu vermiştim, onu şarz ettirmek için bana uğramıştı, ben de bir odaya yaşıyorum, birinci kat, bana çektiği fotoğrafları gösteriyordu, bir tabela önünde durmuş, tabelayı çekmişti, bana gittiği yerden söz ediyordu, bir poşette tatlı bulmuş onu yermiş, orada bir kavga olmuş, çok geç bir saatten söz ediyordu.

Bir akşam Mevlüt’e uğradım, çay verdi, tek katlı evleri var, güzel çiçekleri kokan bir ağaç, sümbül ağacı.
Gezelim dedim, çıktı tepeye doğru, Mevlüt hurda toplamaya sardı kafayı: “Buradan gidelim” dedi.
“Yok” dedim buradan.
Sonuçta ayrı yollara saptık.
“Yukarda bekliyorum seni” dedim.
Eşek herif gelmedi.
Onun hurda toplama işi bana saçmalık oluyor.
Karton kutuları dakikalarda elinde taşıyıp yoruluyor ve bir noktada onları bırakıyor
“Ya onca süre taşıdın, neden bıraktın?”
“Boş ver.”
Bekledim gelmedi Mevlüt, bastım, gece 11 olmalı, Balaç üstündeyim, derken akülü araçla zifiri karanlığa girdim, yağmur var ufak ufak, önümü zor görüyorum, aracın ön farkı kendini bile aydınlatamıyor, kör, cep telefonun fenerini açtım, yolu görmeye çalışıyorum. Öyle bir yere geldim ki, inşaatlar var, zifiri karanlık, köpekler havlıyor, inşaatların önü köpek dolu, kocaman kangal köpekler, onlar bağlıydı, salık olanlar havlayarak yaklaştı, saldırıyorlar. Bir tanesi saldırdı, bekçi çıktı, ısırmaz, üç tanesi hücum etti, oradan da bekçi çıktı, kaybolmuştum, bu yağmurda….geç saatte kimseler yoktu yolda…
Öte yandan cep telefonu feneriyle gittiğim için utanıyorum da. Bir serüven olsun dedim pahalıya patladı, korku gerilim ve dehşet bir hikayeye dönmüştü, yol çok bozuktu, aşağıya inecektim, orada zerre ışık yoktu, aşağı inersem ya yol bozuksa, orada kalırdım akü de biterse, onca yolu geri dönecektim, köpekler bu kez saldırmadı, yanıma geldiler. Lan mal dedim, tabelaya bak, tabela, bu noktaya gelirken bir motosiklet görmüştüm, onu hatırladım, oradan dönmek gerekiyordu, orada tabela vardı, Muzaffer’i hatırladım, dediklerini, tabela fotoğrafını.
Yoldaysan mutlaka tabelaya bak, mutlaka, yola olan tabelaya bakar, bakmazsan böyle mal gibi kaybolursun.
Üstelik yokuşu çıkmak zorundayım, simsiyah her yer, ıssız, ev mev yok buralarda, köy kırsalı, yerleşim yok. Tarla buralar…yok da bozuk…
Geri döndüm, kaçırdığım yerden aşağı döndüm, yol bir noktada simsiyah oldu, epey bozuldu…

Muzaffer eve bazı şeyler kayıp, kayıp olan eşyaları saydım, matraklaştı, “hırsız almıştır” dedi.
Birkaç gün önce, her zamanki gibi sabaha kadar ayaktayım, balkona çıktım, sağanak kesmişti Muzaffer yoldan geçiyordu, bağırdım el ettim, geldi.
Sırılsıklam ıslanmış.
Ayakkabı sordu, bir çift ikinci el vardı, onu verdim.
Çorapları ıpıslak, pantolonun boyası akıyordu yere, lacivert sıvı.
Ya sıçtın batırdın balkonu,
Çorabın suyunu balkona sıkıyordu.
“Sıkma şunu.”
“Çağırmasaydın.”
Çorabın suyunu balkona sıkıyordu.
Çay verdim ona.

Parkta oturuyormuş, sağanak sel olduğunda. Ateş yakmış, marketin çöpe attığı iki kalıp peyniri yemiş.
(o gün onun sokaklarda kaldığını bilmiyordum)
Mevlüt abim kaç gündür yok, herhalde onu murat abim hastaneye yatırdı, banyoda giysilerini gördüm.”
“Murat’ı arayıp sorayım, sen uzaklaş.”
“Burada olduğumu söyleme.”
“Söylemem.”
Uzaklaştı.
Murat Mevlüt’ü hastaneye yatırdığını söyledi.
Sonra.
Muzaffer altı yırtık ayakkabılarını ve çoraplarını çöpe atıp geldi.
Mevlüt’ü görmeye gidecekti.
Mevlüt’e vermesi için ona 50 tl verdim. Muzaffere de kendisine çorap alması için 40 tl verdim.
Sonra geldi.
Aldığı çoraplar çok adi çıkmış, yırtılmış.
Ona verdiğim parkayı verdi ve Mevlüt için verdiğim 50 tl yatırdığına dair makbuzu.

Onu bekle, şunu bekle, vay be…vay amk.. hayat geçti gitti bitiyor…bir şeyler olsun diye beklerken, ve romana yerleştireceğim bunu: Hayatta her şey ters gitme eğilimindedir. Anladım ki hayaller kur kafanda, kafanın içinde, bir köşe kur dua köşesi gibi, tapınak gibi, böyle mutlu ol ve gerçeklerden hiçbir şey bekleme, umma, beklentiler…can sıkar, olmuyorlar zaten, güzel bir orman…öyle bir yer.. ağaçlar.. tamam, kendimi öyle bir yerde hayal edeceğim.. Hiçbir şeyim olmayacak mı, olmasın, o işler bana göre değilmiş…şu kitaplarım basılsın yeter… kafamın içinde kurduğum dünya gerçek, gerisi yalan.

2023 Haziran Yağmurdan bıktım.
Bozulan klavyelerden mauslardan bıktım, tonla para ödedim.
Üşüten gecelerden bıktım.
Çok şeyden bıktım, kızları sevmekten bıktım.
Mesela bir kız çok gerekli değildir bana göre bir erkek için, sevişmek haricinde.
Her şeyden bıktım.
Ama devam ediyorum. Pes etmiyorum!
Mesele de bu zaten!
Her şeyden bıktım; ama yalnızlıktan bıkmam.
Yazmaktan bıkmam!

Mevlüt duygulanıp bana sık sık şöyle der:
“İsa, senin arkandayız, Murat, Muzaffer ve ben, sen kafanı yorma.”
Bir gün Mevlüt’le hurda topluyorduk, çay içmek için kahvenin oraya gittik, yoldan geçen adama Mevlüt şöyle dedi adamın adını söyleyip, … abi Murat, Muzaffer ben senin arkandayız…
Suratsız adam şöyle dedi: “Gerek yok.”
Tipini s.ktiğim…Mevlüt’ü zerre önemsemeden geçti gitti kitapsız!
Mevlüt’e acıdım, böyle s.kik adamlara selam veriyor diye, yüreğini veriyor diye.

Lan ben de bana özel söylüyor sanırdım o sözleri, herkese aynı sözleri söylüyormuş g.t herif!
Gerçekten bir hayal kırıklığı yaşadım o an.



İsa Kantarcı


İsa Kantarcı hakkındaki bilgilerin basılmasını istiyorum.
Eğer basılmamasını istiyorsanız tıklayın.

  İsa Kantarcı kimdir?
yazar

Etkilendiği Yazarlar:
jack london

 


Bu yazıyı basmak istiyorum.

İzEdebiyat'da yayınlanmakta olan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Tüm yazılardan birinci dereceden sayfa düzenleyicileri sorumludur. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

Yazarların izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar dışında— herhangi bir biçimde basılmaması/yayınlanmaması önemle rica olunur.

© 2000-2002, İzlenim.com - Tüm hakları saklıdır.