Birey mi, Bencil mi?

Geçtiğimiz ay bir THY uçağıyla gece saat üçte İstanbul Hava Limanı’ndan, Ankara’ya bermutād, “economy class” yolcusu olarak giderken oturduğum koltuğun ön koltukla arasındaki mesafe dar olduğundan ayaklarımı uzatıp rahatlayabilmek için, koltuğumu arkaya doğru yatırdım. Ben koltuğu yatırır yatırmaz arkamda 18-20 yaşlarında genç bir yolcu beni sertçe uyararak, koltuğumu yeniden dik duruma getirmemi istedi.

Her ne kadar rahatsız olduğum için koltuğumu arkaya yatırmak zorunda kaldığımı söyledimse de genç arkadaş, sesini daha da yükselterek, “ben de rahatsız oluyorum” cevabını verdi. Cevaben: “Celallenmenize gerek yok, dilerseniz siz de koltuğunuzu arkaya yatırabilirsiniz! Hem koltuklar yatırılabilsin diye görüyorsunuz bir mekanizma koymuşlar” deyince yeniden, “koltuğunuzu dik duruma getirin, ben de bu şekilde rahatsız oluyorum” diyerek iyice şirretleşmeye başladı.

Kırk dört yaşına merdiven dayadığım bu günlerde, her renk ve çeşidini gördüğüm insanların çiğ süt içtiğini bilirim ama bu ukala tavra karşı; dişlerimi sıka sıka, kendimi tuta tuta üslubumu ve sinirimi kontrol ede ede halden hale girmiştim. Bir taraftan yerde, bir taraftan havada böyle dengesiz ve bencil insanların beni buluyor oluşuna için için isyan ederek sabrımı korumaya çalıştım. İçimde kibir ve gurur adına bir şey kalmasın deyu nezaketle koltuğumu arkaya yatırmaya hakkım olduğunu tane tane izah ettim. Sonra, “hem siz rahat gidin diye, ben rahatsız mı olayım evladım!” deyince olanca küstahlığıyla, “Evet!” demesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Gerçekten çocuğun o küçük dilini kopartmamak için zihnimin öfkemi yatıştırması için ne kadar yaşanmışlıklarım, hatıralarım, ayet, hadis varsa onu hatırlamaya çalıştım. Aklıma aniden adına kurban olduğum Hazreti Nebi’nin “İza gıdapte feskut!” (öfkelenince sus!) hadisini hatırlayarak nezaketten kopmama adına bir adım daha atmış bulundum. Şu bir gerçek ki her insanın bazı zamanlar çileden çıktığı durumlar olmuştur. Benim de gökyüzünde yaşadığım durum tam olarak öyleydi. Kendime hâkim olmak için hostes hanıma el işareti yapıp yanıma çağırdım. Sonra güzel ve tatlı bir üslupla durumu tane tane hostes hanıma da anlattım. Hostes hanım, genç arkadaşa haksız olduğunu söylemesine rağmen hâlâ bağırıp çağırınca, kabin amiri bu edepten, insanlıktan nasibini alamamış, zavallı, bencil yolcuyu başka bir koltuğa geçip oturmasını sağladı.

Dedim ya sinirlerim bulaşık teline dönmüştü artık.. Kan da çoktan beynime sıçramıştı. Sakinliğimi korumak için elimden geleni yapmıştım. İşe de yaramıştı doğrusu. Sonra, bu arkadaşın, koltuğu dik duruma getirmem konusundaki ısrarını düşünmeye başladım. Ne için küstahça ve bir guguk kuşu gibi aynı şeyleri tekrarlayıp durmasını, anlamaya, idrak etmeye çalıştım. Ve şu sonuca vardım: Türk modernite projesi, birey olmanın bencil olmak biçiminde temellük edilmesine yol açan bir çarpık modernleşmenin hayata geçirilmesinden başka bir şey değildi…

İkibinli yıllarda bir arkadaşımın hediye ettiği ve ülkemizin en değerli sosyologlarından biri olduğuna inandığım Doğan Ergun hocanın: “Kimlikler Karşısında Ulusal Kişilik” adlı İmge kitapevinden çıkan kitabında okuduklarımı hatırladım. Doğan Hoca kitabını şöyle sona erdirmiş: “Türkiye’de son yıllarda kimi psikiyatrist ve psikologlarımız, ülkemizin ekonomik kaynaklarının eşit paylaşılmamasından ya da son liberal düzenden kaynaklanan bir bireyselliğin ortaya çıktığını söylemekte ve yazmaktadırlar. Bu düşünceler, kanımızca, son yıllardaki sıcağı sıcağına izlenimlerden doğmaktadır. Bize göre, söz konusu bireysellik, sonucu belirsiz bir bireyselliktir. Bu konuda sağlıklı bir belirliliğe kavuşabilmek için, önümüzdeki yılların sosyolojik gelişmelerini, yani özellikle siyasal ve ekonomik geleceğimizi beklemek ve görmek gerekir.”

Rahmetli Ergun hocanın bu kitabı, 23 yıl önce yayımlandığına göre, birey konusunda, artık, onun deyişiyle “sıcağı sıcağına izlenimler”den değil de son on üç yılın “sosyolojik gelişmelerinden” yola çıkarak yeni bir tanıma ve çözüm yollarına bakmanın zamanı çoktan gelmiş ve geçmiştir diye düşünüyorum… Bugün, Türk bireyleşmesinin nasıl bir bireyleşme olduğuna dair “sağlıklı bir belirliliğe kavuşabilme”nin bir koşulu olması gerektiğini ve bu konunun akademisyenler tarafından masaya yatırılıp enine boyuna araştırılması, konuşulması, tartışılması ve bir nihayete erdirilmesi gerekliliğine inanıyorum.

Yani son yirmi iki yılın sosyolojik verileri, bireyselliği “sonucu belirsiz bir bireysellik” olmaktan çıkarmış ve birey olmanın nasıl idrak edildiğine ilişkin önemli ipuçlarını verdiği kanaatini taşıyorum. Eğer öyleyse, daha başından Türk insanının, bireyleşmeyi, bencilleşme olarak algıladığını rahatlıkla söyleyebilirim. Evet kısaca Türk insanı için bugün “birey olma” tam olarak “bencil olmak” anlamı taşımaktadır.

Bugün görünen o ki yurdum insanının çoğu, maddi anlamda kendi çıkarını her şeyin üzerinde görmeye öncelik veriyor. Oysa bu milleti manen inşa eden o; “nezaket”, “saygı”, “hoşgörü”, “yardımseverlik”, “fedakârlık” gibi benzeri kelime ve kavramların, hayatımızdan çıkartılmış olmasını çok acıklı buluyorum.. Dünyayı somut ve maddi çıkarların dışında, entelektüel ve ahlaki bir obje olarak idrak edememe malûliyeti karşısında da şaşakaldığımı bu vesileyle söylemek zorundayım! Türk modernleşmesinin bireyler yerine, bencillikler inşâ edip kendi kibir ve egolarını şişiriyor oluşu bize bu modernleşmenin mahiyeti hakkında etraflıca fikir verecektir elbette.

Evet, bencilliklerin hâkim olduğu bir toplulukta, herkesin birbirini “ötekileştirme”si şeklinde gerçekleşen ilişkilerin, Türk modernleşme sürecinin ürettiği modernitenin, bir tür Oryantalizm olduğunu, dahası, modern bir toplum inşa edemediğini gösterir bana göre.

İşte sadece havada, üstelik bir saat içinde yaşadığım bu tatsız durum, konu ile ilgili minicik bir örnekti. Daha sizlere; trafikte, iş hayatında, ikili ilişkilerde, sanat, spor, sinema veya aşk hayatında yaşanan bencilliklerin hiç birinden söz açmış değilim…

Kalın sağlıcakla…


Yûşa Irmak hakkındaki bilgilerin basılmasını istiyorum.
Eğer basılmamasını istiyorsanız tıklayın.

  Yûşa Irmak kimdir?
Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever...

 


Bu yazıyı basmak istiyorum.

İzEdebiyat'da yayınlanmakta olan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Tüm yazılardan birinci dereceden sayfa düzenleyicileri sorumludur. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

Yazarların izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar dışında— herhangi bir biçimde basılmaması/yayınlanmaması önemle rica olunur.

© 2000-2002, İzlenim.com - Tüm hakları saklıdır.