Edebiyatımızda Şehzade Mustafa İçin Yazılmış Mersiyeler
ŞEHZADE MUSTAFA MERSİYELERİNDE ŞEKİL; YAS, DÜNYA VE AHİRET KAVRAMLARI


MERSİYENİN TANIMI VE TARİHİ GELİŞİMİ

Mersiye, Arapça kökenli bir sözcük olup "resa" kökünden gelmektedir. Çoğulu "merâsî" biçiminde yapılır. Bu sözcüğün sözlük karşılığı olarak "birinin ölümü üzerine duyulan teessürü anlatmak için yazılan manzume, ağıt", "ölmüş bir adamın evsaf-ı cemilesini ta'dâdla vefatından dolayı teessüfi mutazammın olarak tanzim olunan nazm veya bu bâbda îrâd olunan nutuk, sagu" gibi benzer ifadelere rastlıyoruz. Bu tanımlardan hareketle, bir terim olarak mersiye şu şekilde açıklanabilir: "Ölen birinin ardından duyulan üzüntüyü dile getirmek, o kişinin iyi taraflarını anlatmak ve ölene karşı şairin ilgisini ifade etmek üzere yazılan lirik şiirlere verilen addır."
Mersiyeler sadece konu bakımından düşünüldükleri zaman, herkesin başına gelecek olan ölüm olgusunun insan üzerinde uyandırdığı duyguları aktarırlar. Ancak bu duygu, gerçekleşmemiş bir ölümün yarattığı korkunun, endişenin değil; ölüm olayının gerçekleşme- sinden sonra duyulan üzüntünün duygusudur. Ölüm, dünya edebiyatının her döneminde şiir başta olmak üzere öykü, roman, tiyatro, deneme gibi diğer türlere de konu olmuştur. Ölüme karşı yaklaşımların ayrı olduğu bu eserlerde ortak olan tek yan, ölüm gerçeğinin kabullenilmesidir.
Edebiyatımızda ölüm konulu şiirlerin çeşitli şekil hususiyetlerine bağlı kalınarak ifade edildiği ilk tür, sagulardır. Sagu, İslamiyet'ten önceki Türk edebiyatında, ölen kişinin ardından yapılan yuğ adlı törenlerde söylenen şiirlerdir. Bu şiirlerde, ölen kişinin hayattayken yaptığı işler ve karakteri yüceltilirdi. Edebiyatımızın sözlü dönemlerine ait olan bu ürünlere ilk kez 11. yüzyılda kaleme alınmış olan ve Türk dilinin zenginliğini, gücünü, önemini ortaya koyan Kaşgarlı Mahmud'a ait "Dîvânü Lügati't-Türk adlı eserimizde rastlıyoruz." Sözlü döneme ait olan bu ürünlerimiz dörtlüklerden oluşur ve hecenin 7'li veya 8'li kalıbıyla söylenirdi. Türk edebiyatına ait sagu örneklerinden en tanınmışı, "Alp Er Tunga" sagusudur.
İslamiyet'in kabul edilmesinden sonra edebiyatımız farklı kollardan gelişmeye başlamıştır. Ölüm konusunu işleyen şiirler halk şiirinde "ağıt", divan şiirinde "mersiye" adını almıştır. Ağıtlar, koşma nazım şeklinin ölüm konusunu işleyen türüne verilen addır. Mersiye ise Arap edebiyatından Fars edebiyatına intikal etmiş, oradan da edebiyatımıza geçmiştir. Mersiyenin bir tür olarak edebiyatımıza girişi XIV. yüzyılın sonu, XV. yüzyılın başıdır. Elimizdeki bilgilere göre, Anadolu'da türün ilk örneği, Ahmedî'nin Germiyan beylerinden Süleyman Şah için yazdığı mersiyedir. Bu yüzyılda Şeyhî, Kemal Ümmî ve Necatî ikişer mersiye; Aynî ise üç mersiye yazmıştır. Ahmet Paşa, Cem Sultan, Firdevsî, Mesîhî, Kıvamî ve Cafer Çelebi de XV. yüzyılda mersiye yazan diğer şairledir.
Mersiye, XVI. yüzyılda hem nicelik hem de nitelik bakımından en büyük dönemini yaşamıştır. Bu yüzyılda Osmanlı Devleti, büyük bir imparatorluk haline gelmiştir. Devletin hemen hemen her alanında görülen değişim ve gelişim, kültür ve edebiyat alanlarını da etkilemiştir. Şair sayısının artışıyla doğru orantılı olarak, mersiye sayısı da artmıştır. Edebiyatımızda XVI. yüzyılda yazılan mersiyelerin sayısı 68'dir. Bu devirde vefat eden kişilerin, hatırı sayılır kişiler olması da mersiye sayısının çokluğunun nedenlerinden biridir. Bu yüzyıl mersiyeleri, biçim ve içerik olarak bir önceki yüzyılın devamı niteliğindedirler. Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Mustafa için yazılan 16 mersiye, edebiyatımızda bir kişiye yazılan en çok mersiye sayısını ifade eder.
XVI. yüzyılın mersiye yazan şairleri, Baki, Taşlıcalı Yahya, Revani, Lâmi'i, Türâbî, Kemal Paşa-zâde, Hayretî, Mahremî, Usûlî, Aşkî, Arşî, Yetim, Nazmî, Hayâlî, Kara Fazlî, Rahmî, Şevkî, Kâdirî, Selîmî, Samî Fünûnî, Mahremî, Nisâyî, Mu'înî, Mustafa, Fevrî, Ubeydî, Ulvî, Hudâî, Cinânî, Mânî, Nev'î, Alî, Rûhî ve Zihnî'dir.
XVII. yüzyılda mersiyelerin sayısında önemli bir azalma olmamakla birlikte, padişahlara ve şehzadelere yazılan mersiyelerden çok, şairlerin yakınlarına ve aile üyelerine yazdığı şiirlere rastlanılmaktadır. Bu yüzyılın mersiye şairleri, Bahtî, Haletî, Nâdirî, Nergîsî, Atâyî, Atâyî Nevâlî-zâde, Riyâzî, Nakşî, Nâilî, Neşâtî, Fevzî, Kelîm, Feyzî, Fasîh, Râmî, Fâzıl ve Birrî'dir. Bu şairlerin yazdığı mersiyelerin toplamı 26'dır.
XVIII. yüzyılda devlette görülen gerileme ve düşüşle birlikte mersiyelerin sayısında da büyük bir azalma meydana gelmiştir. Bu yüzyılda Hâmî ve Kânî iki, Şeyh Galip de bir mersiye yazmıştır.
XIX. yüzyılda edebiyatımıza ait dört mersiyeyi yazan şairler; Leylâ Hanım, Şeref Hanım, Yenişehirli Avnî ve Senih'tir. Bu mersiyeler kitaplardaki yerini "edebiyatımızın son mersiyeleri" olarak almıştır.
Mersiyeler geleneğin etkisiyle kaleme alınmış eserlerdir.XVI. ve XVII. yüzyıllarda geleneğin etkisiyle kaleme alınan mersiyeler, sonraki yıllarda sayıca azalmış, hacimce de küçülmüştür. Tanzimat dönemindeyse ölüme karşı bakış ve onu yorumlama çabası ortaya çıkar. Mersiyelerde sadece ölen kişiyle ilgili olaylar veya duygular aktarılırken, Tanzimat şiirinde ölüm konusu genel anlamda incelenmiştir. Abdülhak Hamit Tarhan'ın "Makber", Recaizade Mahmut Ekrem'in "Yakacık'ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Alemi" şiirleri bu durumun en güzel örnekleridir. Her iki şiirde de yakınların kaybedilmesinden duyulan üzüntü, daha sonra ölümü irdeleme, ölümün metafizik boyutunu inceleme noktasına dayanır. Mersiyelerde ölümü kabullenme tarzındaki görüntü, Batı etkisindeki şiirimizde daha çok bir isyan haline bürünmüştür. Ancak ölüm gerçeğinin ifadelere yansıması bakımından her iki dönemde benzer özelliklere rastlanır. XVI. yüzyılda Taşlıcalı Yahya'nın Şehzade Mustafa için yazmış olduğu meşhur mersiyenin ilk mısrası, "Meded meded bu cihânun yıkıldı bir yanı" ile Abdülhak Hamit Tarhan'ın Makber şiirinin başlangıç mısrası olan "Eyvah! Ne yer ne yâr kaldı" dizesinin ilk sözcükleri birer ünlemdir. Her iki şair de dünyalarında önemli bir eksiklik olduğunu, "cihan" ve "yer" sözcükleriyle dile getirmişlerdir. Ölüm konusu modern edebiyatta da benzer kalıplarla oluşmuş, hatta bazı şairlerimizin temel çıkış noktasını oluşturmuştur.
Edebiyatımızdaki mersiyeler şekil bakımından incelendiğinde, karşımıza en çok çıkan türler, terkib-i bend kaside ve terci'-i benddir. Birçok mersiye bu nazım şekilleriyle yazılmasına rağmen, mersiyelerde murabba, müseddes, gazel, kıt'a, muaşşer, muhammes, tahmis ve mesnevi nazım şekilleri de kullanılmıştır.
Edebiyatımızda mersiye türünde en çok kullanılan aruz kalıbı, "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün fâilün" kalıbıdır. Daha çok kullanılışına göre mersiyelerde karşılaştığımız on bir kalıp şunlardır:
Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün
Mef'ûlü Fâ'ilâtü Mefâ'îlü Fâ'ilün
Fe'ilâtün Fe'ilâtün Feilâtün Feilün
Mefâ'ilün Feilâtün Mefâ'ilün Feilün
Mefâ'îlün Mefâ'îlün Mefâ'îlün Mefâ'îlün
Fe'ilâtün Mefâ'ilün Feilün
Fe'ilâtün Fe'ilâtün Feilün
Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün
Mefâ'îlün Mefâ'îlün Fe'ûlün
Mef'ûlü Mefâ'îlün Mef'ûlü Mefâ'îlün
Müstef'ilün Müstef'ilün Müstef'ilün Müstef'ilün

Bu kalıpların sıralanışına baktığımız zaman klâsik şiirin en çok tercih edilen aruz kalıbı olan "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbının mersiyelerde de ilk sırada karşımıza çıktığını görürüz.
Şekil kavramına çok fazla önem veren divan şairlerinin bu özelliği, mersiyelerde de karşımıza çıkar. Özellikle söylemek istedikleri şeyleri daha iyi vurgulamak isteyen şairler, mersiyelerde tekrarlara sıkça başvurmuşlardır. Bu tekrarlar sadece anlamı pekiştirmekle kalmamış, aynı zamanda şiirde ahengi de sağlamıştır. Duyulan üzüntüyü belirten "âh, meded, vâh, vb." ünlemler şiirleri daha estetik bir görüntü içine sokmuştur. Uyak ve redife verilen önem, başvurulan aliterasyonlar şiirlerin şekil bakımından en önemli özelliklerindedir. Mersiyelerde diğer divan şiirlerinde olduğu gibi tam ve zengin uyağa daha fazla rastlanır. Rediflerde ise kelime halinde redif daha çok tercih edilmiş, bu da anlatıma ayrı bir güzellik katmıştır.
Edebiyatımızdaki mersiyeler içerik bakımından incelendiğinde dünyanın geçiciliği, feleğe sitem, yas, övgü, olayın tasviri, dua ve temenni bölümlerini görürüz. Mersiyeler genellikle dünyanın faniliğini belirten ifadelerle başlar; ancak mersiye yazılan kişi öldürülmüşse şiirin başında bu olaya isyan da görülebilir. Dünyanın geçiciliğinden sonra, kahramanın övgüsü ve onun ölümünden duyulan üzüntü dile getirilir. Mersiyelerde yas duygusu, genellikle bu bölümde karşımıza çıkar. Ölen kişiye kıymasından dolayı feleğe sitem edilir. Felek kavramı, divan şiirinde şairin Allah'a sitem etmemek için kullandığı bir motiftir. İslâmiyet öncesi edebiyatımızda da bu motife rastlıyoruz. Saka Türklerinin hükümdarı Alp Er Tunga için söylenen sagu, şu ifadelerle başlar:
"Alp Er Tunga öldi mü
Issız ajun kaldı mu
Ödlek öçin aldı mu
Emdi yürek yırtılur"

Burada da gördüğümüz gibi Alp Er Tunga'nın ölümü, feleğin intikam alması şeklinde yorumlanmıştır.
Mersiyelerin son bölümünde genellikle ölen kişi için dua edilir. Dua bölümünde en çok rastlanan konu ise ölen kişinin mekânının cennet olması dileğidir.
Mersiyelerde karşılaşılan felek kavramı, aynı anlamı karşılayan "çarh, feza, sipihr, devr, dolab" sözcükleriyle de ifade edilmiştir. Felek dünyayı da içine alan bir kavram olduğu için "âlem, cihan, dâr, dünya, mülk" sözcükleriyle anlam ilişkisi içinde kullanılmıştır. Şair, kaybettiği yakınının sebebi olarak feleği gördüğü için; mersiyelerde felek için kullanılan nitelemeler genellikle olumsuzdur. "Vefasız, dönek, alçak, zalim" sıfatları, bunlardan sadece birkaçıdır.
Edebiyatımızda mersiye yazılan kişiler; padişahlar, şehzadeler, vezirler, devletin ileri gelenleri, şeyhler, aile bireyleri, arkadaşlar olarak sıralanabilir. Bunlar içinde ilk iki sırayı şehzadelere ve padişahlara yazılan mersiyeler tutar. Mersiyeler başlangıçta sadece insanların ölümü üzerine yazılırken, kelimenin çağrışımı zamanla genişlemiş ve insan dışı varlıklara da yazılmıştır. Bunlar arasında elden çıkan şehirlere ve çok sevilen atlara yazılan şiirler dikkat çekicidir.Ancak bu konu başlı başına bir araştırma konusu olabileceği için burada ayrıntıya girmek, esas konumuzdan ayrılmaya neden olabilir.

ŞEHZADE MUSTAFA İÇİN MERSİYE YAZAN ŞAİRLER

Şehzade Mustafa, edebiyatımızda adına en fazla mersiye yazılan kişidir. Bu durum, onun, çevresinde ne kadar çok sevilen biri olduğunun göstergesidir. Birçok şairi mersiye yazmaya teşvik eden ölüm, Kanuni Sultan Süleyman'ın, oğlu Şehzade Mustafa'yı Konya Ereğlisi yakınlarında öldürtmesiyle gerçekleşmiştir. Kaynaklarda bu ölümün en önemli sebebi olarak Kanuni'nin ikinci eşi Hürem Sultan gösterilir. Hürem Sultan, üvey oğlu Mustafa'nın çevresinde çok sevilen ve değer gören biri olmasından rahatsızlık duymuş ve tahta onun geçmesini engellemek için Kanuni'ye, Mustafa'nın kendisini tahttan indirmek için plânlar yaptığını söyler. Bunun üzerine Kanuni, Mustafa'yı öldürtür. Şehzade Mustafa'nın boğularak öldürülmesi, sevenlerini yasa boğar.Olayın ayrıntısı kaynaklarda şu şekilde geçer:
Şehzade Mustafa, Kanuni'nin ilk eşi Mahidevran Sultan'dan doğan oğludur.(Manisa, 1515) Babasının tahta çıkması üzerine beş yaşındayken İstanbul'a gelir.Hürrem Sultan'ın padişahın haremine girmesinden ve Bayezid ile Selim'i doğurmasından sonra, iki sultan arasındaki rekabet, Hafsa Sultan'ın ölümüyle Hürem Sultan'dan yana gelişmeye başlar. Şehzade Mustafa, annesiyle birlikte Saruhan sancakbeyliğine gönderilir. Bir süre sonra başkente daha uzak bir merkez olan Amasya sancakbeyliğine gönderilen şehzadenin, Rüstem Paşa'nın sadrazam olmasıyla birlikte sarayla ilişkisi neredeyse tamamen kesilir. Mustafa, büyük çocuk olduğu için kanunen tahtın varisidir. Ancak Hürem Sultan tahta öz oğlu Bayezid'i geçirmek istemektedir. Amacına ulaşmak için damadı Rüstem Paşa ve kızı Mihrimah Sultan ile işbirliği yapar ve Kanuni'ye yalan söyler. Bu yalana inanan Kanuni, Mustafa'nın kendini tahttan indirip, yerine kendisinin geçeceğine iyice kanaat getirir. Ciddi bir tehlikede olduğunu düşünen Kanuni, Nahcivan seferi için Konya Ovası'na gelir.Şehzade Mustafa da Amasya'dan gelmiş ve padişahın otağının biraz ilerisine otağını kurdurmuştur. Şehzade ordugâha davet edilir. Babasının huzuruna vardığında onu hürmetle selamlar. Ancak Kanuni'nin askerlerine verdiği bir işaretle, boğularak öldürtülür.
Şehzade Mustafa'nın ölümü üzerine mersiye yazan şair sayısı on dörttür.Bu şairler içerisinde en tanınmış mersiyeyi yazan Taşlıcalı Yahya ön plâna çıkar. Şehzade için mersiye yazan şairler; Fünûnî, Rahmî, Edirneli Nazmî, Muînî, Mustafa, Müdâmî, Sâmî, Kara Fazlî, Nisâyî, Şeyh Ahmed Efendi(Hayalî), Selîmî, Kâdirî'dir. Elimizde bulunan mersiyelerden birinin ise şairi belli değildir.


TAŞLICALI YAHYA BEY

Taşlıca'da doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Arnavutluk'un Dukakin ailesindendir. Devşirmedir. İlim ve sanata karşı aşırı bir ilgi duymuştur. Yeniçeri Ocağı'na girdikten sonra Kanuni ile birlikte seferlere katılmıştır. 6 Kasım 1533 günü Kanuni'nin, oğlu Mustafa'yı boğdurtması üzerine yazdığı mersiyesi çok ünlüdür. Divan şiirinin genel kalıpları içerisinde, anlaşılır bir dil kullandığını söyleyebiliriz. Taşlıcalı Yahya Bey, edebiyatımızın hamse sahibi şairlerinden biridir.



Eserleri:

- Divan: Divanındaki şiirlerde akıcı üslubu ve anlaşılır dili dikkat çeker. Divaında Edirne ve İstanbul için yazılmış iki şehrengiz bulunmaktadır.
- Şah u Geda
- Gencine-i Raz
- Yusuf u Züleyha
- Kitâb-ı Usûl
- Gülşen-i Envâr

RAHMÎ
Bursa'da doğmuştur. Asıl adı Pîr Mehmed'dir. Küçük medreselerde müderrislik yaptıktan sonra, Yenişehir'de aynı görevi yerine getirirken vefat etmiştir. Küçük yaşta İskender Çelebi aracılığıyla, Sultan Mustafa'nın sünnet düğününde sunduğu bir kasideyle dikkat çekmiştir. Kendisini koruyan devlet adamlarının ölümünden sonra, fazla yol alamamıştır. Aslında kuvvetli bir şair olmasına rağmen, gereken değeri görmemiştir.

Eserleri:
     
     - Gül-i Sadberg: Seçme şiirlerinin bulunduğu eserdir.
- Şâh u Gedâ: Başarılı bir eser olmasına rağmen, Taşlıcalı Yahya'nın eseriyle aynı döneme geldiği içinarka plânda kalmıştır.


FAZLİ

Kara Fazlî olarak da bilinir. Asıl adı Mehmed'dir. İstanbul'da doğmuştur. Babası saraçlıkla geçimini sağlamıştır. Başlangıçta tarikata yönelen Fazlî, Halveti şeyhi Zarîfî Efendi'ye bağlanmıştır. Bir süre sonra şiire duyduğu sevgi nedeniyle, dönemin şiir okulu kabul edilen Zâtî'nin dükkanına devam etmiştir. Kanuni'nin oğlu Süleyman için yapılan sünnet töreninde sunduğu kaside ile dikkat çekmiştir. Bunun üzerine Manisa'ya divan kâtibi olarak atanmıştır. Bir dönem Şehzade Mustafa'nın hizmetinde çalışmıştır. Kütahya'da vefat etmiş ve aynı ile gömülmüştür. Mesnevi şairi olarak tanınmıştır. 16. yüzyıl tezkireleri ondan övgü ile bahsetmişledir.

Eserleri:
     - Divan
- Hümâ ve Hümâyun
- Lehçetü'l- Esrâr
- Nahlistan: Sadi'nin Gülistan eserine benzer. Manzum-mensur karışık bir eserdir.
- Gül ü Bülbül: En önemli eseridir. Bu hikâyeye tasavvufi bir boyut kazandırmıştır. Şehzade Mustafa'ya sunulan bu eser üzerinde Nezahat Öztekin çalışmıştır. Eser Almanca'ya çevrilmiştir.


EDİRNELİ NAZMÎ
Asıl adı Mehmed'dir. Kaynaklar, bir yeniçerinin oğlu olduğunu söylerler. Kendi de orduda yer almış ve birçok savaşa katılmıştır. Ölüm tarihi tam olarak belli değildir; ancak 1555 yılından önce ölmediği kesindir.
Nazmî, edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan, nazire şiirlerini bir araya getirmiştir. Mecmaü'n-Nezâir adlı bu eser sayesinde, yeni şairler ve şiirler karşımıza çıkmıştır. Türkî-i Basit akımının temsilcilerinden biridir.Bu tarzda yazdığı 232 şiir, Fuad Köprülü tarafından yayına hazırlanmıştır.



MUÎNÎ

Edirneli şair medrese eğitimini tamamladıktan sonra divan kâtibi olmuştur. Sokullu Mehmed Paşa'ya tezkireci tayin edilmiştir. Ardından Reisü'l-Küttâb görevine getirilmiştir. III. Murad devrinin ortalarına doğru ölmüştür. Kaynaklarda Şehzade Mustafa ile bağı olduğuna dair bir bilgiye rastlanmamıştır.


DİĞER ŞAİRLER

Şehzade Mustafa için mersiye yazan diğer şairlerin hayatları hakkındaki bilgiler çok sınırlıdır. Hatta bazılarının kim olduğu belli değildir.
Mustafa mahlasıyla yazılan şiirden hareketle ismi Mustafa olan bir şairin varlığından söz edilebilir. Ancak burada adı geçen Mustafa, şehzadenin adı olabilir. Şiirin onun ağzından yazılma ihtimali de vardır.
Kaynaklarda nadiren adı geçen Fünûnî'nin Kastamonulu olduğu bilinmektedir. II. Selim döneminde yaşamış bir şairdir.
Şair Sami'nin hayatıyla ilgili olarak kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Kâdirî ve Selîmî ile bilgi elimizde yoktur.
Şeyh Ahmed Efendi, Hayâlî mahlasını kullanmıştır. Gülşeni tarikatının kurucusu olan Şeyh İbrahim-i Gülşeni'nin oğludur. 1570 yılında ölmüştür. Mersiyeyi şehzadenin ağzından yazmıştır.
Nisâyî'nin kimliği konusunda da kesin bilgiler yoktur. Nisâyî, Şehzade Mustafa için mersiye yazan tek kadın şairdir ve iki mersiye yazmıştır. Şiirlerden anlaşıldığı kadarıyla, şairenin şehzadenin annesinin yanında veya bizzat şehzadenin yakınında olduğu belirtebilir.
Şairini bilmediğimiz mersiye de şehzadenin ağzından yazılan şiirlerden biridir. Divan şiirinde bazı şairler, mersiyeleri ölen kişinin ağzından yazmışlardır.

     
ŞEHZADE MUSTAFA MERSİYELERİNDE ŞEKİL
     Şehzade Mustafa için yazılan şiirlerde çeşitli nazım şekilleri kullanılmıştır. Mersiyelerin oluşumu şu şekildedir:

1- Taşlıcalı Yahya Bey'in mersiyesi terkib-i bend nazım şekliyle oluşturulmuştur ve yedi benttir. Aruzun " Mefâilün feilâtün mefâilün feilün" kalıbıyla yazılmıştır. Şiirde genellikle tam ve zengin uyak kullanılmıştır. Redifler ve aliterasyonlar, şiirin lirizmini arttıran unsurlardır.

2- Fünuni'nin mersiyesi aruzun " Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Terkib-i bend nazım şekliyle kaleme alınan bu şiirde okunamayan bir bölüm de vardır. Bu şiirin vasıta beyitlerinde genellikle soru cümleleri kullanılmıştır. Beş bölümden oluşur.


3- Rahmi'nin mersiyesi de terkib-i bend nazım şekliyle yazılmıştır. Şiirde aruzun "Mef'ûlü Fâ'ilâtü Mefâ'îlü Fâ'ilün" kalıbı kullanılmıştır. Beş bölümden oluşur.


4- Terkib-i bend nazım şekliyle yazılan Şehzade Mustafa mersiyelerinden biri de Nazmî'ye aittir. Nazmî bu şiiri, aruzun " Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbıyla yazmıştır. Beş bölümden oluşur.


5- Muînî'nin mersiyesi, Şehzade Mustafa mersiyeleri içinde en uzun olanıdır. Bu şiir terkib-i bend nazım şekliyle yazılmıştır. Yedi bentten oluşan şiirin her bendi yirmi iki mısradır. Aruzun " Mefâ'ilün Feilâtün Mefâ'ilün Feilün" kalıbı kullanılmıştır.

6- Mustafa adlı bir şairin olabileceğini düşündüğümüz mersiyede, muaşşer nazım şekli kullanılmıştır. Mersiye, aruzun "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Altı bölümden oluşur.

7- Müdami'nin mersiyesi terci-i bend nazım şekliyle yazılmıştır. Şiirde aruzun "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbı kullanılmıştır. Yedi bölümden oluşur.

8- Sâmi'nin mersiyesi aruzun " Fe'ilâtün Fe'ilâtün Feilâtün Feilün" kalıbıyla ve muaşşer nazım biçimiyle kaleme alınmıştır. Yedi bölümden oluşur.

9- Nisayi'nin ilk mersiyesi murabba-ı mütekerrir nazım şekliyle ve aruzun "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. On bölümden oluşur.

10- Nisayi'nin ikinci mersiyesi de murabba-ı mütekerrir nazım şekliyle ve aruzun "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. On bölümden oluşur.

11- Şairi belli olmayan mersiye, murabba-ı mütekerrir nazım şekliyle ve aruzun "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Yirmi bölümden oluşur.

12- Hayâli'nin mersiyesi, şehzadenin ağzından yazılmıştır. Murabba-ı mütekerrir nazım şekliyle kaleme alınan bu eserde, aruzun "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kullanılmıştır. On bir bölümdür.

13- Fazlî'nin mersiyesi de murabba-ı mütekerir ile ve aruzun "Mefâ'îlün Mefâ'îlün Mefâ'îlün Mefâ'îlün" kalıbıyla yazılmıştır. On bir bölümden oluşur.

14- Selîmî'nin mersiyesi de murabba-ı mütekerir ile ve aruzun "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Yedi bölümden oluşur.

15- Kâdirî'nin müsemmen tarzında başlayan şiiri, üçüncü bölümden itibaren murabbaya döner. Her iki bölümde de aruzun "Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün" kalıbı kullanılmıştır. Yedi bölümden oluşur.


ŞEHZADE MUSTAFA MERSİYELERİNDE YAS

Şehzade Mustafa mersiyeleri de diğer mersiyeler gibi yas kavramının karşımıza çıktığı şiirlerdir. Bu mersiyeler, insan için ölüm gerçeğini en etkili biçimde ifade eden şiirlerdir. Birçok mersiyenin daha ilk mısrasında karşılaştığımız ifadeler, şehzadenin ölümünden duyulan üzüntünün büyüklüğünü gösterir.
Yahya Bey'in mersiyesi şu beyitlerle başlar:
"Meded meded bu cihânun yıkıldı bir yanı
Ecel Celâlileri aldı Mustafa Hânı"

Görüldüğü gibi, şair daha ilk mısradan "meded" sözcüğüyle adeta içindeki üzüntüyü haykırıyor.Sözcüğün tekrar edilmesi ise bu duygunun daha rahat verilmesini sağlıyor.Şiirin ilerleyen kısımlarında bu üzüntünün giderek büyüdüğünü görüyoruz:
"Yalancının kurı bühtanı buğz-ı pinhânı
Akıtdı yaşımızı yakdı nâr-ı hicrânı"

( Yalancının kuru iftirası, gözümüzden yaş akıttı ve ayrılık ateşini tutuşturdu.) Şehzadenin ölüm nedeninden dolayı, üzüntü içeren ifadelerin, genellikle nefret içeren ifadelerle birlikte kullanıldığını görüyoruz.)
Bazı mısralarda adeta şairin ağladığını duyarız:

"N'olaydı görmeye idi bu macerayı gözüm
Yazuklar ana revâ görmedi bu râyı gözüm"

Yas, bazen sitemle karışır:

"Yanuna kalursa kalsun ana itdügün cefa
Ey felek kanı ol ala gözli Mustafa" (Fünûnî)

("Ey felek! Etdiğin cefa yanına kalırsa kalsın, ala gözlü Mustafa nerede?")

Üzüntünün sebeplerinden biri de ölüm şeklidir. Bazı mısralar bu ölümün hiçi hiçine olduğunu derinden ifade etmişlerdir.
"Âkıbet vâlid rızâsı üzre kurban itdi cân
Vâlidine vâkı'a ol cân ile kurban idi" (Nazmî)

("Sonunda babasının isteği üzerine canını kurban etti, o zaten babasına canını kurban etmeye hazırdı." Sanki beyit bitmemiş de "Buna hiç gerek yoktu." denecekmiş gibi bir anlam seziliyor.)

Üzüntü öylesine büyüktür ki kıyamete kadar sürecektir:

"Virdi mecmû'-ı kulûba mâ-hasâl ol hadise
Bir keder kim tâ kıyâmet ol degül hergiz gider" (Nazmî)

("Kısaca bu olay bütün kalplere kıyamete dek giderilmesi mümkün olmayan bir üzüntü verdi.")

Kalpteki üzüntü olduğu yerde kalmaz, kabına sığamaz, çıkar ve dağı taşı inletir:

"Anun içün aglayıp ye's eyledi mecmû'-ı nas
Tag u taşdan kopdı anunçün figânlar ser-be-ser" (Nazmî)

("Bu olay yüzünden bütün insanlar yas tuttu, onun için dağ ve taştan birlikte figanlar koptu." Acı o kadar büyüktür ki tabiat adeta bu acıya ortak olmaktadır.)

Tabiat durumun farkındadır. İnsanları yalnız bırakmaz ve onların acısına ortak olur:
"Ra'd anunçün nâle idüp eyledi bâd âh-ı serd
Ebr anunçün girye idüp yaşını itdi matar" (Nazmî)

("Bu yüzden şimşek feryat etti, rüzgâr hoyratça ah etti; bulut onun için ağlayıp yaşını sel etti.")

İnsanı üzüntüye boğan sadece ölümü değil, aynı zamanda ölümün yaşıdır. Şairler, şehzadenin gençliğine de yanmaktadır:

"Teb-i firak ile âh nedâmetiyle o şâh
Hayflar ana ki oldı yigitliginde tebâh (Muînî)

("O genci yiğitliğinde çürüten şaha yazıklar olsun! Pişmanlık duyup ah çekerek ayrılık ateşini duysa yeridir.")

Hayvanlar ve bitkiler de bu ölüme kayıtsız kalmayacaktır:

"Görüp bu mâtemi bülbül hezâr zâr itdi
Soyındı gül kamu varını târümâr etti (Muînî)

("Bülbül bu yası görünce binlerce kez inledi, gül soyunup bütün varını dağıttı")

Bazen yas tek bir bedenin yası olmaktan çıkar ve ayrı ayrı tüm organlar yas tutar. Şairler yas tutmak için adeta kendilerini zorlarlar.

"Hayflar oldı çü yirden göge o sultana
Gözüm sen agla gönül sen de başla efgana" (Muînî)

("Yerden göğe yükselen o sultana yazık! Gözüm sen ağla, gönlüm sen feryat et.")

Daha birçok mısrada, derin bir üzüntü sezilir:

"Yad idüp bu matemi kafir müselman ağlasun
Vahş ü tayr ü ins ü cinn ü hûr ü gılman aglasun
Taş bassun bagrına kân bahr u umman aglasun
Kulları bir yere cem olup firavan aglasun
Alem içre kimi peyda kimi pinhan aglasun
Her ne kim mevcuddur alemde yeksan aglasun" (Müdami)

"Yas tutub geyse karalar yiridür uşbu cihan" (Sâmî)

Bazı mısralarda da Kanuni'ye sitem vardır:

"Yapragın döksün ağaçlar bu cihan oldı hazan
Ata oglına kıyar oldı aceb oldı zaman
.........................................................................
Sen Muhibbi olasun sende mahabbet bu mudur
Mustafa gibi ciger-kûşene şefkat bu mudur" (Sâmî)

Şehzade Mustafa'ya mersiye yazan şairler içinde yas kavramının tamamen nefrete dönüştüğü şair, Nisâyî'dir. Kadın şairlerimizden olan Nisâyî'nin söyleyişindeki farklılık hemen hissedilir. Üstelik iki mersiye yazması da onun için şehzadenin önemli biri olduğunu göstermektedir. Murabbanın tekrar bölümleri bir yalvarma örneğidir. Her dörtlüğün sonu,
"Ey şeh-i bî- şefka nitdi sana Sultan Mustafa"
şeklindedir.

"Yakdı alem bagrunı derd ile anın fürkatı
Yandılar dutuşdular matem dutunup key katı
Yok mıdı ey şâh-ı âlem sende ata şefkatı
Ey şeh-i bî- şefka nitdi sana Sultan Mustafa

Bu Nisâyî derdmend feryad idüp kan ağladı
Derd-i hasretden anun cismindeki cân agladı
Yidi kat gökde melekler yerde insan ağladı
Ey şeh-i bî- şefka nitdi sana Sultan Mustafa"

Nisayi diğer mersiyesinde ise yaşadığı acıyı kalbine gömdüğünü anlatmak için Hazret-i Eyüp'ün sabrıyla kendi sabrını karşılaştırmıştır.

     "Sabr-ı Eyyüb ile katlandı firaka ol hatun
      Bu fena dârı içinde çekdi tamu mihnetin
Anı Yakup yanduran görsün zebani heybetin
Merhametsüz şâh-ı âlem nitdi Sultan Mustafa"



Şehzade Mustafa mersiyelerinde yas kavramı insanı aşan bir çizgide karşımıza çıkıyor. Hemen hemen her şairin tabiat unsurlarını kullanarak bu yasa dağları taşları, ırmakları, çiçekleri, kuşları ortak ettiğini görüyoruz. Özellikle şehzadenin gençliği sık sık dile getirilmiş ve her dile getirilişinde Kanuni'ye sitem edilmiştir.


ŞEHZADE MUSTAFA MERSİYELERİNDE DÜNYA VE AHİRET

     Şehzade Mustafa için yazılan mersiyelerde, şehzadenin övüldüğü kısımlar dikkate değerdir. Ölümünden önce bu dünyada bıraktığı izlenim çok olumludur. Sevenleri onu yüceltmişler ve gönüllerinin sultanı yapmışlardır.
Nazmi'nin aşağıdaki mısraları, şehzadenin halkla ve esnafla olan bağlarını açıklamaya yetmektedir.

"Kanı ol şehriyâr-ı kâmkâr u kârman
Kanı ol esnaf-ı eltaf ile olan dilsitan"

Şehzade bilim ve sanata önem vermiştir. Adaletiyle de birçok kişinin beğenisini toplamıştır.

"Ziyade kâmil idi âlim idi âmil idi
Soyundı gül kamu varını târümâr etdi"

Zaman zaman şehzadenin fiziki güzelliği, karakteri ve gücü de övülmüştür.

"Kaddi a'la hüsni zîba bir güzel mahbûb idi
Can gibi mergub idi canan gibi matlub idi
Gün gibi mahbub idi hem goncaveş mahcub idi
Pehlevan-ı alem olanlar ana maglub idi" (Müdami)

İyilik yapmayı seven biri olduğu için halk ona daima yakın olmuştur.

"Anı bu halk-ı cihan severdi dil ü can ile
Kamusın kul kılmış idi lutf ile ihsan ile" (Nisayi)

Şehzade Mustafa mersiyelerinde felek kavramı çok sık kullanılmıştır. Felek, ölümün sebebi olarak görüldüğü için, yerden yere vurulmuştur. Mersiyelerle ilgili vermiş olduğumuz genel bilgiler kısmında felekle ilgili söylenenler, şehzade için yazılan mersiyeler için de geçerlidir. Ahiretle ilgili kullanılan sözcükler de olumlu niteliktedir. Çünkü divan şiirinde ahiret, bu dünyadan sonraki ebedi hayat olarak tanımlanır.
Yahya'da geçen "rûy-ı fena, azm-i beka hayat-ı bâki" , Nazmi'nin mersiyesinde geçen "ravza-i cennet, cennet-i Firdevs" tamlamaları, ahiret kavramının bu mersiyelerdeki genel görüntüsünü yansıtmaktadır. Ahiretle ilgili terimler, en çok şiirlerin dua bölümünde karşımıza çıkar ve bunların tamamında, şehzadenin mekânının cennet olması dileği vardır.
Muini'nin şu mısraları, ahiret inancının kuvvetini gösterir:

"Firakı ile cigerler pür oldı yara dirig
Ne yirden o sefer itdiyse o diyara dirig"

Şehzade Mustafa'nın ölümünden dolayı şairler en çok feleğe yönelmişlerdir. Bu şiirlerde feleğin kötü sıfatlarla nitelenmesi, ölümün asıl sorumlusu olarak görülen Hürrem Sultan için de geçerlidir. Feleğin ele alınışını bütün örneklerle göstermek çok uzun zaman alacağı için bazı seçme örneklerle durumu açıklamak zorundayız. Feleğe her şiirde sitem vardır.

TAŞLICALI YAHYA

"Geçerler idi geçende o merd-i meydanı
Felek o canibe döndürdü şah-ı devranı"

(Dedikodu ettiklerinde meydanların merdinin aleyhinde bulunurlardı, felek zamanın padişahını o tarafa döndürdü.)

FÜNUNİ

"Ey felek yani cihanda sen de bir san eyledün
Ka'betu'llah-ı şerifi sanki viran eyledün

(Ey felek sen bu dünyada öyle bir şey yaptın ki adeta yüce Ka'be'yi viran ettin.)

"Yanına kalursa kalsun ana itdigün cefa
Ey felek kanı ol ala gözli Sultan Mustafa"

(Ey felek, ona ettiğin cefa yanına kalırsa kalsın; ama o ala gözlü Sultan Mustafa nerede?)



NAZMİ

"Her cihatı zât-ı ferhunde-sıfatı gibi hûb
Bir güzel şâh iken ana kıydı çarh-ı bî-aman"

(Her davranışı karakteri kadar güzeldi, böyle güzel bir şah iken amansız felek ona kıydı.)
MUSTAFA

Şairin aşağıda geçen beyitte kullandığı benzetme, feleğin, ömrümüze baskın olduğunu çok güzel ifade etmiştir.

"Gözyaşından yer yüzi lale-gûn olmuş durur
Bir degirmendür felek ömr ana un olmuş durur"

Aynı mersiyede feleği alçaklıkla suçlayan şair, bu dünyayı da oyundan ibaret görmektedir.

"Gafil olman dostlar gerdûn dûn olmuş durur
Virdügin dünya alur san kim oyun olmuş durur

SAMİ

"Ol mehün şevkıne eflake atardum külehüm
Şimdi görünmez olupdur kanı ey çarh mehüm"

ŞAİRİ BELLİ DEĞİL

      "Gerçi takdir eylemiş evvelde Sübhanım menüm
      Yoh yire döke felek kara yire kanum menüm

("Gerçi Allah kaderini öyle yazmış ama, felek benim kanımı toprağa boş yere döktü.")

SELİMİ

Şairin mersiyesinde feleğin vefasızlığı dile getirilmiştir.

"Ey felek feryad elünden pür-cefasın pür-cefa
Kimse mesrûr olmadı senden sürüp zevk u safa
Ne musîbetdür yine bu itdigün ey bî-vefa
Kanı ol şehzadeler şehbazı Sultan Mustafa"




KÂDİRÎ

"Revnakı gitdi cihanun doldu cevr ile cefa
Âkil olan ummasın bu çarh-ı bî-dûndan vefa"


Mersiyelerin geneline baktığımızda felek için olumsuz nitelemeler yapıldığını; ancak kader inancının olumlu biçimde karşılandığını görüyoruz.

YAPILAN ÇALIŞMALAR

- ÇAVUŞOĞLU, Mehmet, " Şehzade Mustafa Mersiyeleri", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, Tayyib Gökbilgin Hatıra Sayısı, İstanbul, 1982

- GÜLDAŞ, Ayhan, Bilinmeyen Şehzade Mustafa Mersiyeleri, Kubbealtı Akademi Mecmuası, yıl 18, S.3, Temmuz 1989, s. 37

- İSEN, Mustafa, Şehzade Mustafa İçin Yazılmış Üç Yeni Mersiye, Türk Kültürü Araştırmaları, Yıl 22/1-2, Ankara, 1984, s.104


BİBLİYOGRAFYA

- ÇAVUŞOĞLU, Mehmet, " Şehzade Mustafa Mersiyeleri", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, Tayyib Gökbilgin Hatıra Sayısı, İstanbul, 1982

- GÜLDAŞ, Ayhan, Bilinmeyen Şehzade Mustafa Mersiyeleri, Kubbealtı Akademi Mecmuası, yıl 18, S.3, Temmuz 1989, s. 37

- İSEN, Mustafa, Şehzade Mustafa İçin Yazılmış Üç Yeni Mersiye, Türk Kültürü Araştırmaları, Yıl 22/1-2, Ankara, 1984, s.104

- İSEN, Mustafa; Acıyı Bal Eylemek, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993

- DEVELLİOĞLU, Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara, 1996 (13. Baskı)

- Büyük Türk Klâsikleri, C. 4, Ötüken-Söğüt Yayınları, İstanbul, 1986

- Büyük Türk Klâsikleri, C. 3, Ötüken-Söğüt Yayınları, İstanbul, 1986

- ÇAVUŞOĞLU, Mehmet, 16. Yüzyılda Yaşamış Bir Kadın Şair: Nisayi, Tarih Enstitüsü Dergisi, S.IX, 1978

- ÇAVUŞOĞLU, Mehmet, Yahya Bey Divanı, İstanbul,1977










Olgu hakkındaki bilgilerin basılmasını istiyorum.
Eğer basılmamasını istiyorsanız tıklayın.

  Olgu kimdir?
1979 yılında İzmir'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Manisa'nın çeşitli okullarında tamamladı. 2000 yılında Celâl Bayar Üniversitesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. "Eski Türk Edebiyatı" üzerine uzmanlık okudu. Bu alanla ilgili çeşitli inceleme ve makaleleri vardır. İlk kitabı Kış Kelebekleri(Şiir) kısa süre önce piyasaya çıkmıştır. Genellikle şiir ve deneme çalışmaları vardır.

Etkilendiği Yazarlar:
Mustafa Kemal Atatürk, Murathan Mungan, Şükrü Erbaş, Cezmi Ersöz, Tevfik Fikret, Dostoyevski, Barış Manço

 


Bu yazıyı basmak istiyorum.

İzEdebiyat'da yayınlanmakta olan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Tüm yazılardan birinci dereceden sayfa düzenleyicileri sorumludur. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

Yazarların izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar dışında— herhangi bir biçimde basılmaması/yayınlanmaması önemle rica olunur.

© 2000-2002, İzlenim.com - Tüm hakları saklıdır.