Alameti Farika

Hal-i pürmelalimizin hazin tablosu...

yazı resim

Ne şehirler vardı böyle devâsa
ne binalar
ne böylesine içinde kaybolunan evler…
eskiden birkaç hânelik
elektriksiz, susuz, telefonsuz ve yolsuz köylerde
aldırmadan olmayanlara
-azdı telâşe, çoktu şamata
bir, bilemedin birkaç göz
çatısız, kerpiçten evlerde
bir arada yaşardık
bir sürü horanta.

Nerdeydi büyük, süslü masalar
ve sayısız yemek…
-nemize yetmezdi kurumuş ekmek?
bir leğende bir çeşit aşı
bir iki kaşıkla
yer sofralarında
yer, içer doyardık
güle oynaya yaşardık
dört elle sarılarak hayata.

Ne wc’ lerimiz, ne banyolarımız,
ne saunalarımız vardı
her işimizi yapardık
ya helâ, ya câğlıkta…

Bir göz, tek katlı
bütün sınıflar bir arada
bir kitapla, bulabilirsek
bir öğretmenle
okurduk mekteplerde
ne doğru dürüst kara tahtamız vardı
ne tebeşir…ne oturak…ne masa
ne kütüphâne
ne ansiklopedi
inanın! doğru ama…
hiçbir şey bugünkü kadar içinden çıkılmaz
ve değildi komedi…

Eskiden tarlalarda çalışırdık
ellerimiz nasır bağlardı
gözlerimiz çapak…
varımız yoğumuzdu kara toprak!
her şeyimiz saf
her şeyimiz temizdi…
bilmezdik düşmanlık nedir
kin nedir, garaz nedir,
kinimiz cılız,
sevgimiz gürdü
insanlığımızdı her şeyimiz
kalplerimiz ve sevgimiz özgürdü….

Eskiden ne bunca fabrika vardı
ne bunca memur
ne bunca işçi…
ne bunca işsiz…
canlar sapasağlamdı
tenler dikişsiz…
hep sonradan çıktı
toplu iş sözleşmesi
grev, lokavt
sendika…

Hastalandığımızda
doktorumuzdu bilgeler
ilaçlarımızsa otlardı
ne hastâne bilirdik
ne ameliyat
birden bire başlar ve biterdi hayat.

Dünyamız etrafımızdı
yani konu komşu…
o kadar küçük o kadar munis
habersizdik dünyadan
ne gazete, ne dergi bilirdik
birkaç yıl belki birkaç ay sonra
bâzen kese kağıtlarından okurduk
dünyada olan biten ne varsa…

Gurbete bir giden ya gelmezdi ya da
dönerdi yıllar sonra…
Mektuplardı hasretliğin elçisi
ve güvercinlerdi haberci
telgrafsa uğrardı ara sıra…
ne telefon
ne televizyon
ne cep telefonu
ne bilgisayar, ne Internet, ne mail…
biri yanlışlıkla hayal kursa
mutlaka vururduk deli diye damga…

Her yiyeceğimiz un ve bulgurdu
Sebzemiz…patates, soğan, sarımsak
yazları dar bahçelerimizde dar imkanlarla
yetiştirdiğimiz domates, biber
ve küp peyniri idi her nevâlemiz
sevgi ile dopdolu
hep sevgi pişirirdi tezekle yanan ocak
sevinçle şendi evimiz
ama sıcaktık…inanın sımsıcak!
Herkes birbirine açardı beklentisiz kucak
Artık çok geride kaldı
o emsalsiz güzel günler…
Şimdi herkes, her şey oyuncak!

Her içeceğimiz su ve ara sıra ayran
her mevsim giyeceğimiz köynek ve pantolon
ayaklarımızda lastik ayakkabı
binitimiz ya eşek ya da at’ dı…
korkuturdu bizi gökte gördüğümüzde uçak!
yoktu böylesine lüks otomobiller
yayan yürürdük yolları, çoğu zaman yalınayak.

Yerli malı haftaları düzenlenirdi her tarafta…
ve yerli malı kullanırdık
yoktu eskiden bu kadar çok marka…
demek ki aç ve açık kalacaktık
Wrangler, Levis, âdidas,
olmasaymış
susuzluğumuz bitmeyecekmiş
olmasa pepsi, cocacola.

Bir Müslüman birde gavurdu bildiğimiz
Beyaz adam kara adamdı rengimiz
Kahpelik, kalleşlik, hainlik…
Aslâ kaldırmazdı içimiz
Gelmesin sakın bunlar size şaka
Şimdi uşakların elinde döndük uşağa..

Yoktu hiç kimsemiz Allah’tan başka
Her şeyimizdi O
Ona ve emrine isyankâr olsak da!
Sığınağımızdı O
Sevdiğimizdi ve arkamızdı O!
Alınanı O alır
Verileni O verirdi
Umudumuz, dönen çarkımızdı O!

Sonra ne sevimliler
Ne güçlüler çıktı ortaya
Geçmişimiz bir hayal şimdi
yaşadığımız rüyâ!..

NATO, Birleşmiş Milletler
Avrupa birliği
Sayamayacağın kadar çok arka
Yalnız…yapayalnız
korumasız kalacaktık olmasalardı…
yada olmasaydı Amerika
kim yok edecekti Afganistan’ da tâliban’ ı
ve kim barış götürecekti Irak’a…
bu dünya
ve bu insanlar
inanın ki çok hârika!..
güçlüler el üstünde
âcizler tû-kaka!..
bence öyle…
sizce de değil mi
her şey alâmeti fârika?

04.06.03
] ]

Yorumlar

Başa Dön