Artık

Bir Uzakdoğu sözü aklıma düştü: "...Eğer bir ülkenin adliye basamakları yosun tutmuşsa, "...Eğer bir ülkenin hastane basamakları aşınmamışsa, "...Eğer bir ülkenin okul basamakları aşınmışsa, "...O ülkede huzur, barış ve refah var, demektir..."

yazı resimYZ

Bir Uzakdoğu sözü aklıma düştü:

Eğer bir ülkenin adliye basamakları yosun tutmuşsa,
Eğer bir ülkenin hastane basamakları aşınmamışsa,
Eğer bir ülkenin okul basamakları aşınmışsa,
O ülkede huzur, barış ve refah var, demektir
Huzurumuz yok
Barış içinde değiliz/hatta kendimizle bile
Hiç-kimse el ele değil ve o hiç-kimse, kendi de değil artık
Halk fakru zaruriyet içinde olduğu gibi; artan fuhuş, hastalık ve hırsızlıklar yüzünden, Hasta Adam sıfatlamasından kurtulamayacak. BOP projesine en uygun bir Türk Halkı Psikolojisi ile ortak kozmik bir ruh çerçevesinde preslenmiş durumdayız
Kısacası bu sükut ve sessizlik kusmadan öncenin bir mide bulantısına benziyor
Mide asiditesi çok yüksek ve bu asit fazlalığının vereceği en bariz komplikasyonu;
Önce gastrit sonra ülser daha sonra da yırtılma ve ardından kanama başlayacaktır.
Şayet yırtılan mideye cerrahi girişim uygulanmazsa; kan kaybından dolayı hayati tehlike baş-gösterecektir.
İnsan yaşamı çok değerlidir. Doğru bilgi, beraberinde doğru eylem getirir.
Yanlış bilgi, biz insanları kötü sonuçlara taşıyacağı gibi kendisinden sonra gelen geleceğin de izleyeceği yola ışık olacaktır.
Bütün bu bilgiler birikecek, düşünce kirliliği sonrası bilgi gen şifrelerimizin kırılmasına neden olacaktır.
Peki biz nerede hata yaptık? İyileşebilir miyiz? Geçmiş tarihimize baktığımızda madem Hasta Adam teşhisi konulmuş, o halde neden tedavisine ve çözümüne gidilmiyor?
Öyle ya!..Doktora gideriz, bir alay tetkik ve analizler sonucunda, bir tanı konulur; ya ilaç tedavisi başlanır, ya da ameliyat edilir.
Ama önce doktor hastaya birkaç soru sorar, değil mi?
Öncelikle biz;Neden toplum olarak hastayız?
Duyarsız/agresif/hazır ve fast food tüketen/bıkan vb bir toplum psikolojisine neden kapıldık?
Ne zamandır/ neden en değerli duygularımızı/değerlerimizi de hızla tüketen bir toplum olduk?
Neden yalnızlık-larımıza sığınıp, kendi içimize kapandık?

Ülkemiz insanı her an panik ile bir kaosa karışacak ruh/halet-i içinde
Bunu anlamak/görmemek için kör mü olmak gerekir?
Hayır!
Herkesin, her an birbirini yanlış anlaması/algılaması bile düşündürücü değil mi?
Önceden bizler böyle miydik?
Anlayışlı, saygılı, sabırlı, güvenilir, hoşgörülü, yardımsever, konuksever, ikram sever, merhametli/şefkatli, paylaşımcı, duyarlı değil miydik?
Ne değişti de biz kendimize/karşımızdakine yabancılaşıp, duyarsızlaşıp, yalnızlaştık?
Sorular üşüştükçe ruhumun üşüdüğü an gibi titredim. İşte korkunun o acı sıvısı ağzımın içine dolmaya başladı. Yutkundum, acı sıvıyı mideme gönderdim.
Midem yanmaya başladı. Bir anti/asit tablet alıp, yeniden düşündüm. Düşünürken de belleğimden aklıma doğru;
rafine edilerek sızan soruların ardını kesmeye çalışıyordum kendimce.

Korku kültürleri bize ne zaman ilk kez ekildi?
Biz korkularımızla nasıl başa çıkabiliriz?
Ne kadar da kolay fethedilecek ve düşüncelerimizin kontrolünü bizden öteye sürebilecek; bir kozmik ruhsal zeminimiz varmış!

İlk doğduğumuz güne doğru düşünce turuna yol aldım: Hemşire veya ebe yüksek sesle düşünüyor:
-Ağlamıyor bu bebek
Ardından doğumu yaptıran ebe bebeğin minik ayaklarını; tek eliyle sıkıştırdığı ve tepe aşağı bir sarkaç gibi salladığı bebeğe şak diye bir şamar patlatır.
İlk ŞOK!
Dünyaya ilk kez sıcacık bir cennetten gelen minik tene, vurulan ilk tokat atılmıştır bir kere!
Ardından bir avaz ınga sesi ve titreme başlar. Öyle ya anne yavrusunu karnında; 37-37,5 derecede üşütmeden tam dokuz ay, himaye etmemiş miydi? Şimdi kara bırakılmış gibi beton zeminde titreyişlerdeydi bebek, kundaklanmayı bekliyordu. İşte ilk kez, o ilk doğduğu anda şiddetle tanışır bebekÜç yaşına kadar annenin himayesinde güvenle büyür. Sonra sıcak anne kollarından dış dünyaya ilgi başlar. Ayaklanır, çevreyi öğrenme süresinde, merak ettiği canlı cansız her nesneye dokunmak ister . Ve çocuk ilk korkuyu tetikleyecek sözlerle tanışır:

Öcü gelecek!..
Kendisine gelecek olan tehlikenin varlığı işte bu sözlerle sunuldu; ne ve ne zaman geleceğini, bilememenin kaygıları yüklendi minik belleğine. Kendine ve dışarıya olan güven duyguları zafiyet geçirmekteydi. Korku duyguları sızar yavaş yavaş
Büyüdükçe güçlenen minik kasları, hareket isteyen kemik sistemine direnmekteydi. İşte bu anlarda ailesi ve çevresinden yaramaz sözcükleri işitince;
Polise- askere- söylerim bak!.. uyarı sinyalleri verilmektedir, sıklıkla
İşte bu yaşlarda, güce karşı direnmemeyi, şiddetin geleceği hissettirilip, haklı olsan dahi verilene razı olup, yap/yapmalar-la susmalar öğretildi.
Hala anımsarım, o çocukluk yıllarımdaki bir kareyi:
Ne zaman asker ve polis görsem, annemin eteğine sarılıp, ürkerek saklanırdım. Daha o zamanda korku minik yüreğime yerleşmişti
Ve çocuk yedi yaşına gelmiştir. Okul yollarına yolculuk başlar. Merhaba hayat! Öğretmene eti senin kemiği benim diye teslim edilir.
Anne kucağından, okuldaki öğretmen ellerine teslim edildiğimiz süreçlerimiz; böyle bir duygusal travmayla tamamlanmıştı.
Öğretmeni yeterince dinlemek şöyle dursun, bildiğimiz dersi bile utancımızdan/özgüven eksikiğimizden dolayı; lal olmuş gibi söyleyemez, sınav kaygıları ile karın ağrımız başlar, güven eksikliği yaşar, parmağımızı kaldıramazdık bile
Öyle ya, Bak öcü gelecek! sözlerinin tesiri vardı, çocuk yüreğimizde

Okulda hastalıklara karşı aşılanacağımızda, ne zaman hemşire veya bir doktor görsek; beyaz önlüklü, aşı sırasının en arkasına kaçar, görünmez olmak isterdik. O gün okulu asar ya da tebeşir tozu yutar ateşlenir okula gitmezdik.
Öyle ya; ne zaman bir ağaca tırmanmak istesek, ne zaman kendi oyun bahçemizde yuvarlanıp; düşüp, üstümüzü çamurlasak, yaramaz olduğumuz düşünülmüştü:
Doktor amcaya söylerim bak, sonra seni keser!..Hemşire şimdi gelip, sana kocaman iğne yapar! sözleri ile uslu durmamız isten-memiş miydi?
Hiç unutmam erkek kardeşimin, sünnet yatağından kaçışını
Yaramazlık edersenBak, pipin kesilir ha!.. sonrada pilav üstü yenecek sözleri ile yedi yaşına taşınmıştı, korkularını
İşte böyle psikolojik koşullanmayla, bozuk bir alt yapıyla ilk-orta-lise-üniversite okul sıralarımızdaki, toplumdaki yerimizi aldık.
Kendimin, farkında olup da kişisel gelişimim için hayatın içinde deneyimlerle, törpülenip, doğrulup azınlıkta kalan düşünen-üreten biri olma çabalarım hala sürmektedir.
Öyle ya, henüz çok küçük yaşlarımızda, yanlış eğitimlerle korku ile tanıştı; minik yürklerimiz. Kolay mı değişmemiz?
Hasta olma korkularımız türemişti içimizdeBu durum hep böyle süre-geldi ve bilgi genlerimizle nesilden nesile taşındı, asırlardır.

Sonuç:

Bu ruhsal durumumuz; bir başkalarının düşüncelerimizin kontrolünü çok kolayca ele geçirmelerini sağlayacaktır.
Hele ki hala sağlıklı düşünemeyen, eğitim/öğretimdeki yanlış bilgilerle donatılmış bir sistemin içindeysek
Hele ki, emperyalist dış güçlerin TÜRKİYE TÜRKLERE BIRAKILMAYACAK DERECEDE ZENGİN BİR ÜLKE diye değer biçip, yıllar önceden fişledikleri güzel yurdumuz hakkındaki planları, günümüzde sümen altından çıkartmışlarsa
Hasta Adam elbisesini çıkartmanın ve iyileşmenin zamanı gelmedi mi?

Emine Pişiren/Edremit-Akçay

26.Şubat.2010

Başa Dön