Masanın üzerine, sandıktan çıkardığı, altın sarısı ipek iplikle işlenmiş süt rengi düğün gecesi yatak örtüsünü serdi. Sol yüzük parmağına kendi alyansını, boynuna ise, altın bir zincire geçirdiği kocasının alyansını taktı. Sonra tekrar sandığı açıp, kenarları oyalı pembe bir mendil çıkardı. Üzerinde kurumuş kan izleri olan mendili sütyeninin içine, sol memesinin üzerine yerleştirirken "akıttığın ilk kanımdı bu Tarık" diye geçirdi içinden. Sonra yemekleri yatak örtüsünün üzerinde hazırlamaya koyuldu. Yaşlar gözünden siyah yollar çizerek iniyordu. Aklından bir an bile Tarık'ı, evliliğini ve yaşadığı korkunç günleri çıkarmıyordu. Arada bir fotoğrafını gördüğü kadının genç ve masum yüzü geliyordu, o anlarda kalbini bir yumruk sıkar gibi oluyor, kendisini yaptığı işe daha bir veriyordu. Bir tür büyüydü belki de yaptığı, bilemiyordu. Düşünebildiği tek şey engel olmaktı. Bir kadının daha hayatının mahvolmasına engel olmalıydı.
Tarık'la sekiz yıl önce tanışmışlardı, rüya gibi bir aşk, parmak ısırttıracak bir nişanlılık dönemi derken, bir mayıs günü evlenmişlerdi. Tarık'ın babası düğün hediyesi olarak onlara Cihangir tepelerindeki bu muhteşem manzaralı daireyi vermişti. Mutlu günler sadece iki hafta sürmüştü. Tarık onu dövüyordu. Herşey çok iyi gidiyor gibi görünüyordu. Başarılı ve görkemli bir iş hayatı, seçkin arkadaşlar, her tatilde Avrupa yolculukları... Ama Tarık bir türlü mutlu olamıyordu. Küçük bir sıkıntının tetiklediği müthiş sinir krizleri geçiriyor, böyle zamanlarda Zerrin'i hayatını karartan bir ecinni gibi görüyor ve her ne pahasına olursa olsun ondan kurtulmak istiyordu. Hiç acımadan Zerrin'in ince bedenini iri cüssesi altına alıp, yüzüne acımadan vuruyor, vuruyor, vuruyordu... Kendine geldiğinde Zerrin'i yatakta yüzükoyun uzanmış ağlarken buluyordu. Yüzünü yüzüne çevirdiğinde suçsuz karısının neden diye soran kanlanmış gözleriyle karşılaşıyordu. İşte o zaman yaptığı korkunç şeylerin dehşetiyle irkilip, karısına sarılıp katılarak ağlıyordu. Ardından elinden gelen tek şey ayaklarına kapanıp yalvarmaktı. Zerrin her seferinde affediyordu onu. Çünkü onu döven kocası değil de, bir anda içine giriveren bir iblisti. Bir kedi yavrusu gördüğünde sevip okşayan, sokakta dilenen ihtiyarlara acıyıp ağlayan da bu adamdı. Biliyordu tüm bu olayların sebebinin lanetli bir hastalık olduğunu, o yüzden her seferinde onu affediyor, şefkate ve rahatlamaya ihtiyacı olan asıl kendisiyken, kocasının başını kolları arasına alıp onu öpüyor, kokluyor, "Geçecek, biliyorum, bu sondu, bir daha olmayacak" diye Tarık'ı teselli ediyordu. Böyle sarılmış vaziyette bazen yorgunluktan sızıncaya, bazen de içlerindeki acı delice bir sevişmeyi körükleyinceye kadar ağlıyorlardı. Ertesi sabah Tarık bu olayların sözünü asla açmıyor, tüm yaşananları yok sayıyordu. Arada bir Zerrin, onu bir psikiyatriste görünmesi için ikna etmeyi denese de, Tarık'ın olumsuz tavrından ve yeni bir krizden ürküp konuyu kapatıyordu. Zerrin bir süre sonra tanınmaz hale gelmişti . Sürekli olay çıkacak korkusu, ürkek, sessiz, küskün bir kadın yaratmıştı. Önceleri sadece yüzündeki çürükler geçinceye kadar evden çıkmazken, evliliğinin birinci yılı dolduğunda dışarı adımını atmaz olmuştu. Uzun kızıl saçları bakımsızlıktan perperişan olmuş, su yeşili gözlerine hüzün dolu bir bakış çöreklenmişti. Aklına ara sıra boşanma fikri gelse de, bunu asla uzun uzadıya düşünemiyor, Tarık'sız bir hayatı aklı almıyordu. Nasıl olsa geçecekti herşey.. Tarık düzelecekti.. Mutlu olacaklardı. Mutlaka iyileşecekti.. Kendinden vazgeçmişti ama umut etmekten asla..
Olaylar böylece yaklaşık iki yıl sürdü. O korkunç geceye kadar... Tarık'ın doğum günüydü. O sene kalabalık bir davet düzenlemek istememişti Zerrin. İnsanlara, gürültüye tahammülü yoktu artık. Hem çok güzel bir hediyesi vardı Tarık'a. Bunu baş başa oldukları bir akşamda vermek istiyordu. Uzun zamandan sonra ilk kez kuaföre gitti. Yeni bir giysi aldı kendine. Akşam aynada kendisini seyrettiğinde sonuçtan son derece mutluydu. Nefis boynunu ve göğsünü açıkta bırakan oval yakalı kırmızı bir bluz, uzun ve dar siyah bir etek giymişti. Siyah rimelle iyice belirginleştirdiği kirpiklerinin altında yeşil gözleri güneş altında ışıldayan nehir suları gibiydi. Bugünden sonra herşey düzelecek diyordu, herşey eskisinden de güzel olacak. Bu bebek Tanrı'nın bize armağanı olmalı, tam da ben herşeyden vazgeçecekken... Çekmeceden beyaz bir zarf çıkarıp açtı. Elindeki ultrason görüntüsüne bakarken gülümsüyor, diğer eliyle de karnını okşuyordu.. Küçücük, siyah bir nokta.. Bebeğinin ilk fotoğrafı işte...
Tarık'ı büyük bir neşeyle karşıladı. Tarık'ın iş yorgunluğundan, Zerrin'in ise heyecan ve mutluluktan iştahları açılmıştı. Hemen sofraya oturdular. Bir sürprizim var diyordu Zerrin, çok sevimli, çok güzel görünüyordu. Tarık da keyiflenmişti onu böyle cıvıl cıvıl görünce. İçinden karısı bu kadar sabırlı olduğu için Tanrı'ya şükrediyor, bir daha onu üzmeyeceğine dair yeminler ediyordu.
Yemeği bitirmişlerdi. Şimdi sıra tatlıda diyerek hızla kalktı masadan Zerrin. Öyle heyecanlıydı ki, kalkarken sandalyeyi devirdi ve devrilen yüksek arkalıklı sandalye arkadaki sehpada duran antika vazoya çarptı. Yere düşen vazo anında tuzla buz oldu. Zerin daha ne olduğunu anlayamadan suratına çarpan bir yumrukla kendisini kırık camların üstünde buldu. "Aptal kadın" diye bağırıyordu yine o hortlayıvermiş yabancı adam, "aptal kadın, yürümeyi bile bilmiyorsun, bir işi dört dörtlük yapamaz mısın sen ha, söylesene bana, söylesene nedir senden çektiğim. Beceriksiz. Aptalsın işte. Aptal!.. Aptal sakar ve belasın başıma..." Tarık bir yandan bağırıyor, bir yandan da yerde kıvranan Zerrin'e tekmeleri ardı ardına indiriyordu. Dur bile diyemiyordu Zerin, Dur çocuğumuzu öldüreceksin diyemiyordu. Dudaklarından çıkacak her sözcük anlamsız hırıltılara dönüşüp tıkanıp kalıyordu gırtlağında. Sonra üstüne çöktü Tarık, elleriyle boğazına yapıştı ve sıktı , olanca gücüyle sıktı boğazını Zerrin'in. Zerrin saçlarına yapıştı Tarık'ın, soluğunu ağzının içinde hissediyor, haykırırken sıçrattığı tükürükler yüzüne sıçıyordu. Debelenip duruyordu ama boşuna, nefes alamıyordu, kurtulmaya gücü yetmiyordu. O anda eline yerde ki kırık cam parçalarından biri geçti, kaptığı gibi derin bir çizik atıverdi Tarık'ın koluna. Beklemediği anda müthiş bir acıyla irkilen Tarık, ellerini Zerrin'in boynundan çekip kenara attı kendisini. Zerrin hemen koşup yatak odasına girdi ve kapıyı kilitledi içerden. Korkuyordu, canı yanıyordu. Hıçkırıklardan soluk alamıyordu doğru dürüst. Derken o anda, bacaklarının arasında dizlerine doğru yayılan bir ılıklık hissetti. Eteğini kaldırıp, kanamasını farkettiğinde düşüp bayıldı. Bayılmadan önce gördüğü son şey aynanın önüne iliştirdiği, bebeğinin ilk ve son fotoğrafıydı.
Uyandığında annesi başucundaydı. Önce nasılsın dedi, sonra eline bir mektup tutuşturup odadan çıktı. Tarık'ın el yazısıydı:
Sevgilim,
Artık hayatından çıkıyorum. Sana daha çok acı vermek istemiyorum. Biraz önce nerdeyse seni öldürüyordum. Anneni aradım. Yola çıkmıştır. Senin aylar öncesinden yapman gerekeni yapıyorum. Evlilikler sevgi bitince sona erer derler, ama bizimki seni sevdiğim için bitiyor bir tanem, seni benden korumam gerektiği için..
O geceden sonra Tarık, bir süreliğine yurt dışına çıktı. Döndüğünde sessiz sedasız boşanma işlerini hallettiler. Zerrin düşük olayından asla bahsetmedi Tarık'a, olan olmuştu, artık ikisinin de daha fazla üzülmesine gerek yoktu. Boşanınca sorunları da bitti. Tarık eskisi gibiydi artık. İki iyi dosttular. Tarık bir kaç geçici ilişki de yaşadı Zerrin'den sonra, ama Zerrin hala aşıktı kocasına, bunu kendisine bile itiraf ederken utansa dahi.. Derken bir hafta önce, Tarık bir sabah vakti ansızın gelmişti Zerin'e, çok mutlu görünüyordu. Bir kadın vardı hayatında, bir İspanyol kadın. Fotoğrafını gösterdi, karşılaşmalarını anlattı ve evlenmek üzere olduklarını. Tarık Oliva'yı, Zerrin'le tanıştırmak istiyordu. Önce bir restoranda yer ayırtmışlardı, sonra Zerrin Tarık'a telefon edip, Oliva'yı evde ağırlamanın daha uygun olacağını söylemişti. Bir haftadır delirmiş gibiydi Zerrin, bu evliliğe engel olmalıydı bir şekilde. Fotoğraftaki o güzel yüz bir türlü çıkmıyordu aklından. Zavallı kadın diyordu, zavallı kadın. Kendisini nelerin beklediğinden habersiz. Birşeyler yapmalıydı ama ne? Bir çok kez konuşmayı düşündü Oliva'yla. Herşeyi anlatmalıydı ona bir bir. Ama inanmazdı. Kıskandığını düşünürdü mutlaka, hala Tarık'ı sevdiğini onu elde etmek için umudu olduğunu. Kendi annesi dışında bir şahidi de yoktu tüm bu yaşananların. Kimselere anlatmamıştı Zerrin yaşadıklarını, yüzündeki bir çiziği bile göstermemişti insanlara. Sonra çaresizlikten midir, artık delirmeye başladığından mıdır nedir, çılgınca bulduğu ama son umudu olduğu için dört elle sarıldığı bu fikir geldi aklına. Oliva'ya hiç bir şey anlatmayacaktı sözleriyle. Ama o bu evde iki yıl boyunca yaşanmış tüm acıları hissedecekti. Madem ki çektiği acının tek şahidi bu evdi, bu ev, bu duvarlar, bu eşyalar anlatacaktı ona herşeyi. Kanı, gözyaşları, boğuşmaları sırasında yırtılmış bir minder, kavgalı bir günün ardından barış umuduyla alınmış saksıdaki menekşe ve bebeğinin fotoğrafı.
O son gece yerdeki camların üzerine düştüğünde eli oldukça derin kesilmişti. Avucunun içinde, başparmağıyla işaret parmağının ortasındaki boğumda boydan boya izi kalmıştı. Bastırınca hala acırdı, belki de sinirleri zarar görmüştü. Doktora görünmeyip kendi kendisine iyileşmesini de beklediği için, asla eski sağlığına kavuşmamıştı eli. Bir bıçak aldı ve gözünü bile kırpmadan izin üzerine bastırdı. Kan kıpkızıl beliriverdi yarılan etin ortasında ve Zerrin açtığı şarap şişesinin ağzına tuttu elini. Gözyaşlarıyla ıslattı eti pişirmeden önce, üzerinde bebeğini kaybettiği gün giydiği giysi vardı. Duvarda ise bazı efektlerle değiştirilmiş, daha çok çılgın bir ressamın fırçasından çıkmış bir tablonun kopyasına benzeyen bebeğinin büyütülmüş ve çerçevelenmiş fotoğrafı. "Demek ressamsın Oliva, bakalım benim tablom hakkında ne düşüneceksin?" diye geçirdi aklından son kez düzeltirken duvardaki çerçeveyi. Bütün gün boyunca evin her köşesinde yaşadığı korkunç anları anımsadı, tekrar tekrar yaşadı. Aynı acıları hissetti etinde ve yüreğinde. "O da hissedecek" dedi, "o da duyacak bunu, evlenmeyecek Tarık'la, asla evlenmeyecek."
Neredeyse gelmek üzereydiler. Son kez aynanın karşısına geçip kendisini süzdü. Eski güzelliğine kavuşmuştu. Derin yırtmacı oldukça çarpıcıydı. Kızıl saçlarını tepede topuz yaptı şöyle bir, sonra vazgeçti, yine omuzlarına saldı. Birden ürperdi aklına gelen bir düşünceyle. Yoksa kıskanıyor muydu? Bunun için mi engellemek istiyordu bu evliliği? Kendisini ise tüm bunların Oliva için olduğunu düşünerek kandırıyordu belki de. Hemen kaçtı aynanın önünden, kendisiyle yüzleşmeye cesaret edemedi. Tam o sırada kapı çaldı. Önce Tarık girdi içeri. Ardından da Oliva.
Oliva çok güzeldi. Uzun sarı saçları, simsiyah gözleri vardı. İsmi gibi, zeytin gözler. Hoşgeldiniz dedi Tarık'a, Oliva'yla fransızca anlaşacaklardı, üçünün de ortak dili aşkın diliydi, ne tuhaf.. Sofraya oturdular. Zerrin ve Tarık pek keyifliydiler, ama Oliva pek gergin görünüyordu. Eve girer girmez içine bir sıkıntı basmıştı, o yüksek tavan üstüne geliyor gibi oluyor, açık pencerelerden yüzüne vuran akıp duran boğazın serinliği midesini bulandırıyordu. İçtiği her kadeh şarapta Tarık daha bir yabancı görünüyordu gözüne, oysa henüz tanıştığı Zerrin ne kadar tatlı ve cana yakındı. Yalnızca Zerrin'le konuştuğu anlarda rahatlamış hissediyordu kendisini. İki kadın gereksiz resmiyeti bırakmış, şarabın verdiği rahatlıkla senli benli olmuşlardı. Zerrin ve Oliva karşılıklı oturmuşlardı, Tarık iki nefes kesici güzelliğin ortasında halinden pek memnundu. Arada Oliva'nın ters yanıtlarından kafası bozulsa da, fazla üstünde durmuyordu. Ama Zerrin'in gözünden kaçmamıştı, geldiklerinden beri Oliva gitgide daha soğuktu Tarık'a karşı, arada bir elleri değdiğinde buz kesiliyordu Oliva. Büyü işe yarıyordu. Zerrin tabakları götürmek için kalktığında Oliva da arkasından geldi. Yardım edilecek bir şey var mı? diye sordu Oliva.
"Hayır sağol, herşey kontrol altında."
"Çok güzel bir evin var." "Eh idare eder işte, bana yetiyor." İşini bitirip, yüzünü döndüğünde Oliva'nın dikkatle onu süzdüğünü hissetti, birden tedirgin oldu Zerrin, ama hoşuna da gitmişti. Birden hiç bilmediği, tanımadığı yepyeni bir his ılık bir esinti yarattı bedeninde, bakışları öylece kenetlendi kaldı. Oliva "Bir şey var sende" dedi " Bu eve adımımı attığımdan beri, garip bir şeyler hissediyorum. Sende ve bu evde. Sanki burda değilsin, aynı masada değildin bizle yemek yerken ve çok tuhaf gittikçe ben de uzaklaştım bu ortamdan ve yanına çektin beni. Bilmiyorum, içkiden midir nedir, artık duygularımdan pek de emin değilim, sanki bir hata yapmak üzereyim. Belki de Tarık doğru adam değil. Tanrım, çok üzgünüm. Tüm bunları neden anlatıyorum ki sana, o zaten seni eski kocan ve ben de karşına geçmiş neler söylüyorum. Özür dilerim, ben içeriye gidiyorum." Kapıya doğru ilerleyen Oliva'nın bileğine yapıştı Zerrin, bu beklenmedik temasla irkildi Oliva, yere değen bakışlarını kaldırıp Zerrin'inkilerle birleştirdi. İkisinin de beklemediği, anlam veremediği duygular düşüncelerini bulanıklaştırıyor, hissettiklerinden hem korkuyor, hem de önüne geçemiyorlardı. İkisi için de bir sürprizdi bu akşam. Hiç tasarlanmamış olaylara gebe bir akşam. Tek söz daha etmeden içeri geçtiler. Koltuklara oturup, sohbete devam ettiler. Bu kez daha çok Tarık konuşuyordu, iki kadın da sessizleşivermişlerdi. Bakışları sürekli karşılaşıyordu. Bazen hemen kaçırıveriyorlardı gözlerini, bazense kendilerini koyverip bu isimsiz ama çok hoş duyguya teslim oluyorlardı. Tarık iki kadın arasındaki elektriklenmenin farkına varmıştı, içkinin de etkisiyle hoşlandı bundan. Bir ara duvardaki çerçevelenmiş ultrason çıktısına takıldı gözü Oliva'nın. Ne olduğunu anlayamadı, Zerrin'e sordu. "Ah, o mu?" dedi Zerrin. "Hiç canım, garip zevkleri olan bir arkadaşın hediyesi işte, evin dekoruyla hiç uyuşmuyor ama, dostumu kırmamak için astım şimdilik. Bir ara nasılsa bir bahane bulup yok ederim ortalıktan." Çerçeve Zerrin'in unutmak üzere olduğu hedefini hatırlattı birden, yüzü nefret ve öfkeyle çatıldı. Oliva'yı Tarık'tan kurtarmak yeterli olacak mıydı? Ya intikam? Eriyip giden gençliğinin, doğmadan ölen bebeğinin bedeli ne olacaktı? Sonra gözleri yine güzeller güzeli Oliva'ya takıldı. Tarık'la konuşuyorlardı, bu anlayamadığı yumuşak ve kaygan ispanyolca sözcükler birden okşadı ruhunu, uyarıldığını hissetti. Bembeyaz sırtına baktı Oliva'nın, sarı buklelerin okşadığı kulakları, boynu iç gıcıklayıcıydı. Tarık oldukça sarhoş görünüyordu. Yerinden kalktı, "Birer kahvenin zamanı gelmedi mi artık? Sen ne dersin Oliva?" Zerrin'in imalı ses tonundan bir şeyler tasarladığının farkına varmıştı Oliva, ama bir türlü konduramıyordu. Mutfağa giden Zerrin, kahveyi hazırladı ve dolaptan aldığı minik bir uyku hapını Tarık'ın fincanına attı. En değerli varlığının çalınmasının ne demek olduğunu ertesi sabah uyandığında anlayacaktı Tarık...