Cumhuriyetimizin Kuruluş Felsefesi

Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi, Cumhuriyetin hangi felsefe ile kurulup hayata geçtiği anlatılıyor...

yazı resimYZ

29 Ekim 1923 tarihinde TBMMnde yapılan toplantıda Teşkilât-ı Esâsiye Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesine dair yapılan kanun değişikliği ile:
Hakimiyet kayıtsız-şartsız milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye devleti nin hükümet şekli Cumhuriyettir. hükmü getirilir. Aynı gün Mustafa Kemal ,Türkiye nin ilk Cumhurbaşkanı seçilir.
Lâğvedilmiş Sultanlıktan ayrı bir Halifeliğin ,Pan İslâmik hayali bir süre için hatırda tutuldu ama;1924 ta bu da ortadan kaldırıldı 1
O gün Türkiye için bir dönüm noktasıdır. Çünkü altı asırlık hayatının büyük bir bölümünde Dünyaya hükmetmiş bir İmparatorluk yıkılmıştır. İmparatorluğun çöküşünün başladığı yıllarda, yaklaşık olarak bir asırdır Türkiye, Batılılaşma hevesi ve macerasına kapılmıştı. Bundan sonra Devletin politikası ne olacaktı?Bunu görmek için Cumhuriyet in kuruluş safhasında öngörülecek programlar çok önemliydi ve bir süre beklemek gerekecekti.
Tanzimatla başlayan dışarıdan düşünce ve kurum ithal etme süreci,1920 ve 1930lu yıllarda fanatik bir inkârcılıkla sürdürüldü .Merkezî otoritenin güçlendirilmesinin sağladığı olanakların da yardımıyla Kemalist iktidar,tarihte eşine az rastlanır bir inkârcılığı dayattı.Bu,kendi geçmişimizi toptan inkâr etmek biçiminde tezahür etti.Bu yüzden Takrir-i Sükûn terör rejimi altında insanlara şapka giydirildi.Arapça-Farsça melezleşmesidir diye Osmanlıca bir çırpıda yok sayıldı.Arap alfabesi Lâtin alfabesiyle değiştirildi.Bütün bunlar inkılâpsayıldı.Terör rejimi koşullarında gerçekleştirilen bu inkılâpların bekçiliğini yapmak da,Cumhuriyet aydınlarına düşecekti.Zora dayanılarak yapılan inkılâplar;ancak zora dayanarak korunabilirdi.Aydınların açmazı da buradaydı.Zorla yapılan inkılâpların zora dayanarak korunduğu bir ortamda aydınlar,antidemokratik bir resmî ideolojinin üreticisi,yayıcısı ve sürdürücüsü olacaktı 2
Kaldı ki Türk insanının batı macerası çok önceleri başlamıştı.Galiba demiştim ki,TANZİMAT aydınları,BATIyla,DOĞUyutelif etmeye(uzlaştırmaya)çabalamışlardır;MEŞRUTİYET aydınları,DOĞUnun,BATIyı taklid etmesine yönelirler.CUMHURİYET aydınlarına (ve sanatçılarına)düşen,bileşimi (terkip/synthese)gerçekleştirmek olacak 3
3 Mart 1924 günü Hilâfetin kaldırılması ile lâik bir Devlet anlayışının esas alınacağının önemli bir göstergesi ortaya çıkar.
Hilâfetin kaldırılması lâik bir devletin oluştulmasının olmazsa olmazlarından biridir. Ancak gerek dini, gerekse siyasî açıdan buna itiraz edilmesinin önüne içbir şekilde geçilemeyecektir. Günümüzde olduğu gibi :
Hiâfetsiz bir Türk devleti,Batı nın müttefiki olarak kaldıkça,bu bölgedeki emperyalist çıkarların güvence altına alınmasını büyük ölçüde kolaylaştırdı.Hilâfetin tasfiyesi, emperyalizmin çıkarlarıyla da çakışmaktaydı.Bu nedenle,emperyalistlerin hilâfet ve saltanattan yana olduğu biçimindeki görüş,sadece resmî ideolojinin uydurmasıdır 4
Kurtuluş savaşını tam bir dayanışma içinde götüren lider kadro arasında,Cumhuriyetin ilânı,Saltanat ve hilâfetin kaldırılması ile büyük bir görüş ayrılığı başlar.Bu ileriki yıllarda güçlülerin,güçsüzleri tasfiye etmesiyle ancak son bulacaktır.
Lâiklik kavramı altında ülke topraklarında yaşayan halkın tamamına yakınının dini olan İslâmiyeti de devletin kontrolu altına almak da önemli bir adımdı.
Bunun oluşturulması için:
Modern Türkiye Cumhuriyetindeki lâiklik ve Batıcılık,Türkçülerin tasavvur ettikleri hudutları aşmıştır.Dinî müesseseler kaldırılmış,İslâmî Hukuk sistemi okullardaki yerini kaybetmiştir.Ziya Gökâlp in görüşünün aksine İslâm dini artık resmen Türk kişiliğinin ve Türk kültürünün bir parçası olmaktan çıkmıştır.Diğer taraftan kapılar Batıcılığa ardına kadar açılmış,yalnız Batı müesseseleri alınmakla kalmamış,bu toplumların adetleri de alınmış veya himaye edilmiştir. 5
Yukardaki satırları okuduğunuzda,o satırların yazarını radikal bir İslâmcı olarak tanımlama hatasına düşebilirsiniz.Oysa kendisi bilindiği kadarıyla pek İslâmî hassasiyetleri bulunmayan bir kişiliktir ki;hilâfet konusunda yaptığı tesbit bu yüzden son derece objektiftir.
Cumhuriyetin başlangıcından bu yana Devletin uygulamaları Türkiyede lâiklik uygulamalarında model olarak Anglo-sakson v.b.ülkeler sisteminden ziyade ,Fransa modeli ile paralellikler gösterdiği gözlemlenmektdir.
Türk devriminin özünü oluşturan lâiklik ilkesi ve uygulaması oldukça jakoben bir içerik taşımaktaydı . Fransız devriminde de yıkılan düzenin temel ideolojisi dinsel içerik taşıdığından,devrim kesin bir anti-din tutumu benimsemiş ve dinsel yaşamı devletin denetimi altına alan bir lâiklik anlayışı ve uygulamasını yeğlemiştir 6
T.C Devleti kuruluşundan itibaren bir çeyrek asırlık zaman diliminde bu düşüncesini tavizsiz bir şekilde uygulamış; oluşturduğu kurumlar ile dinsel yaşamı denetim altına almış ve yönlendirmiştir.Lâik Cumhuriyet,bir taraftan dini,yani İslâmiyet i sadece bireyin Tanrı ya ibadetine indirgerken,diğer taraftan da Diyanet İşleri Başkanlığı ile toplumun dinsel yaşamında bir devlet yönlendirmesi oluşturmuştur.Bu çerçevenin dışında kalan dinsel yaşam yasa dışı sayılmıştır. 7
Cumhuriyet in kurucu yönetimi önündeki Garp Medeniyetiismini verdiği ütopikbir projeyi tavizsiz olarak hayata geçirmek kararındaydı. Batı denilen, uçsuz bucaksız bir coğrafyaydı ve Bulgaristan dan Amerika ya,Yunanistan dan İsveç e, Norveç e kadar her yer batıydı. Hatta bu coğrafyanın önemli bir miktarı olan Rusya yı da batılı sayabilirdik.Bu tablo içinde de homojen bir Batı standardı olması söz konusu bile değildi.
Cumhuriyet i kuranlar, yeni rejimin kökleşebilmesi için hiç şüphesiz kendilerini Osmanlı mirasıyla ciddi bir biçimde hesaplaşmak zorunda hissettiler. Bu da öncelikli olarak bir zihniyet devrimini gerektiriyordu Bunun için önce Osmanlı nın yüz çizgilerini belirleyen temel kurumlar (Hilâfet,tekke ve zaviyeler,medreseler,vakıflar v.b.) ya ortadan kaldırıldı, yahut, fonksiyonlarını icra edemez hale getirildi. 8
Yapılmak istenilen aslında 18.yüzyıl da Avrupa nın geçtiği ve aydınlanmaolarak tanımlanan sekülerleşmeyi, Türkiye de yapay bir şekilde hayata geçirmekti ki :
hemen söyleyeyim, Batılılaşma serüvenimizin başarısızlıkla sonuçlanmasının, bana göre elbet, başlıca nedenidir. Osmanlı ve Cumhuriyet in kurucu entelijansiyasının göremediği ya da farkında olamadığı şudur: Avrupa nın zihin tarihi, sadece Aydınlanma dan, Aydınlanma düşüncesinden ibaret değildir.Cumhuriyet entelijansiyası da bu anlamda Osmanlı dan farklı değildir. Tanzimatın romantik kalıntıları, radikal bir sekülerleşme ile tasfiye edilmiş ve modernleşme,artık sadece bir Aydınlanma projesi olarak devam etmiştir 9
Aydınlanmacı, seküler, lâik bir bakış açısıyla oluşturulan Türkiye Cumhuriyetinde sistemin oluşturulmasında, kurucusu Mustafa Kemal tabii dir ki, tek ve son söz sahibidir. Ancak böyle bir alt yapıya dayanan Devlet in dine bakışının da olumlu olmayacağı muhakkaktır. Kemalist çevreler, işlerine geldiğinde Atatürk ü dinin hurafelerini elinin tersiyle iten birisi olarak gösterirken, argümanlarını dine dayandırmaları gerektiğinde de aynı Atatürk ü son derece dindar imişcesine göstermekten geri kalmazlar. Oysa :
İşte Atatürkün kendi el yazısıyla kaleme aldığı notların Millet bölümünden satırlar:
Türkler, Araplar ın dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din AraplarınTürklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiç tesir etmedi. Bilâkis Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi.
Türk milleti bir çok asırlarbir kelimesinin mânasını bilmediği halde Kuranı ezberlemekten beyni sulanmış hâfızlara döndü
Türk milletini Allah için, peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular 10
Bu satırların sadece İslâm ı yanlış uygulayanlara değil, bizatihi İslâm ın kendisine de büyük itirazlar taşıdığı bir gerçekken, bunun aksini iddia etmek ise her halde kabul görmez bir düşünce olacaktır.
Bu sebeple, dinin toplumsal hayata etkilerinin olabildiğince azaltılarak, sadece bireyin inanç dünyasında yer etmesi için elden gelen yapıldı.
Atatürk dini, toplum ve eğitim alanından çıkararak, aklı egemen kıldı, LÂİQUE lik temel diye alındı, dinsel eğitim kaldırılıp CARTESİEN kültüre yol açtı 11
Bu aydınlanmanın da zaten kapsam olarak bir anlam taşımadığını: semiyolojik açıdan bakıldığında, kavramlar üzerine değil , simgeler üzerine inşa edilmiştir ve o nedenle de temelsizdir 12 tezini doğrulamak için lâiklik, kılık kıyafet, ibadet üzerine getirilen değişiklikleri değerlendirmemiz her halde yeterli olacaktır. Yani lâikliğin giyim kuşam, kılık kıyafetin simgesel şapkası ve ibadetin diline yönelik değişimlerde bu düşünce açık seçik gözlenir.
Dolayısıyla rastgele bir batılı bir hayat tarzı seçerken, elde en önemli kıstas Osmanlı ile nihai şeklini almış geleneksel değerleri yıkabilecek alternatif her tür düşünce, kavram ve enstrüman Batılı addedildi.
Millî kültürümüzü bırakıp, Avrupa kültürünü benimsememizden sözetmenin hiçbir anlamı olamaz Nasıl Avrupa da Fransızca, İngilizce veya başka Avrupa dillerinden ayrı Avrupa ca diye bir dil yoksa, Avrupa kültürü diye de, Fransız kültüründen, İngiliz kültüründen v.b. ayrı, başlı başına bir kültür yoktur ki, onu benimseyelim 13
20 Kasım 1922 de başlayan Lozan Barış Konferansı, 24 Temmuz 1924 günü imzalanan anlaşmayla sona erer. Konferansın gelişiminden memnun olmayan TBMMnden yükselen muhalif sesler karşısında Türk heyeti 1923ün Şubat ayında görüşmelere ara verir. Böylesine bir problemin çözümü için de:
Bu Meclis kaldıkça Konferansın sonuçlanması, sonuçlansa bile Türkiye deki mevcut parlamento tarafından tasdik edilmesi mümkün değildir. Çare, Meclis i yenilemektir.Türk Heyetinin Başkanı olan İsmet Paşa, kesinti dolayısıyla döner dönmez Konferans ın batılı ve bilhassa İngiliz delegelerinin TBMM nin yenilenmesi gerektiğini öne sürdüklerini ifade etmiştir. Gerekçe, Türkiye nin işgalden kurtarılan kısımlarının da reylerini serbestçe kullanacağı yeni bir Meclis oluşturmaktır! Birinci Millet Meclisi mahdut yerlerin serbest reyiyle seçildiğinden, misâk-ı millî Türkiyesini temsil etmemektedir.
Asıl sebep ise, yeni bir Meclise Konferansın sonuçlarını kolaylıkla tasdik ettirmektir. Nitekim, 1.TBMM ne kadar hür, serazât, kendine mahsus ise, 2.TBMM ise bir kişi tarafından neredeyse tayinen meydana getirilmiş bir topluluktur. Şark Meselesi nin dönemsel olarak hallini sağlayan Yakın Şark İşleri Konferansı nın sonuçlarını işte bu Meclis kabul etmiştir 14
Oysa, 1920 den , Kurtuluş Savaşı nın kazanılması ve Cumhuriyet in kurulmasına kadar bütün başarılarda bu ilk Meclis in payı büyüktür ve bu meclis; herhalde Türkiye nin en demokratik meclisidir. Bu sebeple de, bir takım tavizlere evet demediği ve ileride daha büyük engeller çıkarmaması düşüncesiyle dağıtılma yoluna gidilir.
Artık demokratik seçim döneminin gerçek anlamda ortaya çıkacağı 14 Mayıs 1950 ye kadar, parlamentoya girecek kişilerin, herhangi bir muhalif ses imkânı bulamaması için, halkın temsilcileri müntehib-i evveller, yani ilk seçiciler aracılığıyla seçilecektir

Salih Zeki Çavdaroğlu
10 Mayıs 20020

D İ P N O T L A R :

1 Marshall G.S.HODGSON, İslâmın Serüveni, İz Yayıncılık, İstanbul, 1995, s.279

2 Fikret BAŞKAYA, Paradigmanın İflası, Özgür Üniversite Kitaplığı, 8.baskı,Ankara, 2002

3 Attila İLHAN, Aydınlar Savaşı, T.İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, 1.Baskı, s.38

4 Fikret BAŞKAYA, a.g.e., s.61

5 David KUSHNER, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, İstanbul, 1979, s.158,169)

6 Gencay ŞAYLAN, Türkiye de Lâiklik ,Yeni Yüzyıl Kitaplığı, İstanbul, Tarihsiz, s.13

7 Gencay ŞAYLAN, a.g.e., s.14

8 Beşir AYVAZOĞLU, Cumhuriyetin Estetik Macerası, Yeni Türkiye-Cumhuriyet Özel sayısı IV, Eylül-Aralık, 1998, s.2947

9 Hilmi YAVUZ, Modernleşme:Parçamı,Bütün mü? Batılılaşma:Simge mi Kavram mı?, Modernleşme ve Batıcılık İletişim Yayınları,İstanbul, 2002,C.3,s.212

10 Yavuz BAHADIROĞLU, Tarih ve Siyaset, Vakit, 12 Şubat 2007

11 Attila İLHAN, Hangi Batı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996, 4.Basım, s.81

12 Hilmi YAVUZ, a.g.e

13 Safâ MÜRSEL, Devlet Felsefesi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1980, s.217

14 D.Mehmet DOĞAN, Cumhuriyet:Adan Zye,Yeni Türkiye 23-24, Eylül-Aralık, 1998,s.744

https://wordpress.com/post/ferahnak.wordpress.com/479

Başa Dön