Ne zaman birlikte top oynayan bir baba oğul görsem, ne zaman babasının elinden sımsıkı kavramış bir baba oğul görsem, ne zaman yan yana bir baba ve bir oğul görsem, içimin alev, alev yandığını hissederim.
Bu yangı her zaman ufak bir kıvılcım ateşi ile başlar ve önünü alamadığım büyük bir yangına dönüşür.
Bize dokunmasını, sevgiyle kucaklamasını, bizimle birazıcık ta olsa vakit geçirmesini, başımızı dizine yaslayarak televizyon izlemeyi, sofrada oturup sohbetler etmeyi, parkta birlikte gezinmeyi, hafta sonları futbol oynamayı, birlikte yüzmeyi, birlikte gülmeyi, birlikte içmeyi, birlik olmayı ne kadar isterdim bilemezsiniz.
Ne var ki bu insani, olağan, herkesin hayatın akışı içerisinde aile olmanın kaçınılmaz sonucu olarak yaşadığı, isteklerimiz, ulaşılması imkansız birer arzu olarak kaldılar.
Oysa ki ne babamla yan yana, ne kol kola, ne de bir arada olamadık. Babamla, ancak babasız zamanlarımızın bize yüklediği, hiç tamamlayamayacağımız noksanlığı gidermek için çabaladık durduk. Neyle, nasıl gidereceğimizi bilmeden, yollarımızı seçemeden. Karanlıkta mum ışığı ile iğne aramak gibi bir şeydi bizim yaptığımız. Her aydınlattığımız noktayı anında karanlığa gömerek, nafile çırpınmalarla, bulamadığımız iğnenin acısını nihayetinde tenimizde hissederek.
Annem... onu anlatmak, babam kadar olmasa da yaşadığım hüznün alevini körükleyen bir rüzgar misali, sıcak, yakıcı bir esinti yaratıyor yüreğimde....
Dolunay/ Küçük bir alıntı. ] ]