Kavurucu ve yakıcı uzun bir yaz sıcağından sonra, havaların serinlemesi bizlere mutluluk vermişti. Geceleri, artık rahatlıkla uyuyabiliyorduk. Hatta sabaha karşı üşüyorduk bile. Bu nedenle yanımıza battaniye dahi alıyoruz şu son günler
Ekim Ayı ile birlikte hasretle yağmurları beklemeye başlamıştık. Gözlerimiz gökyüzünde idi hep. Bulutların koyulaşmasını, gri renge dönüşmesini bekliyorduk. Toprak kokusuna hasret kalmıştık. Artık bu kokuyu içimizde hissetmek istiyorduk.
Ben, çok severdim ilk düşen yağmurdan sonra etrafa yayılan toprak kokusunu Başka bir kokusu olurdu. Beni alır, farklı dünyalara götürürdü hep Mis gibi gelirdi bana Toprak kokuyor derdim hep. Dışarı çıkar bu kokuyu sonuna kadar teneffüs ederdim.
Ağaçlara, çiçeklere, çimlere de iyi gelecekti yağmur suyu. Çünkü gökyüzünden süzülerek geldiği için en temiz su idi. Bütün canlılara yarardı doğrusu. Bitkiler hemen boy atar, doğa, birdenbire canlanıverirdi. Birkaç gün içinde yemyeşil bir görüntüye bürünür, kendimizi cennette gibi hissederdik
Ne de olsa su, hayat demekti. Su, candı. Su, canandı Herkese, her şeye faydalıydı su Bir damlası bile bir ömre bedeldi
Ve beklenen an geldi Bulutlar, gri elbiselerini giydiler. Biraz sonra gökyüzü, gündüzün ortasında kapkara oldu. Sanki gece yarısını yaşıyorduk. Şimşekler çakmaya başladı. Ufak ufak yağmur damlaları düştü önce. Yağmur, kısa bir anda göstermişti kendini
Bulutlar, Beşparmak Dağları üzerinden büyük bir hızla geliyordu Mağusaya doğru. Uzun sürmedi. 5, ya da 10 dakika sonra geliyorum değil, Geldim demişti yağmur. Bütün kötülüklere set çekmeye geldim. Bütün pislikleri örtmeye geldim, Bütün çirkinlikleri yok etmeye geldim diye haykırıyordu sanki
Küçük damlalar, yerini büyük damlalara bıraktı. Damlalar da doluya dönüştü. Büyüdü, büyüdü Koskocaman taşlar oldu.
Damların üzerlerine sanki gökyüzünden binlerce taş yağıyordu. Hızlandıkça hızlanıyor, başımızı dövüyordu. Şimşek gürültüsü sarmıştı tüm şehri Arka arkaya gürlüyordu gökyüzü Bir aslan kükremesinden bin kat daha fazlaydı Kıyamet görüntüsü vardı sanki Korku vermeye başlamıştı
Yağmur, arttıkça artıyordu. Bardaktan boşanırcasına dökülüyordu sular Islanmadık hiçbir şey kalmamıştı. Sırılsıklamdı şimdi herşey
Çok yağmıştı yağmur... Sular, bol bol akmıştı Yollar, su dolmuştu Evin bahçesi çamur deryası olmuştu. Araba, sular içinde kalmıştı Hatta birçok araba yollarda, su içinde kaldığı için sönmüş ve olduğu yerde kalmıştı
Cam kenarından yağmurun yağmasını izliyorum. Korku veriyor insana, gittikçe artan yağmur Rüzgar da yağmura eşlik ediyor. Ağaçlar yerlerinden sökülüp gidecekmiş gibi sallanıp duruyor. İnşallah bir şey olmaz diyorum içimden Her şeye rağmen ilk düşen yağmura seviniyorum. Beklediğim, özlediğim havayı teneffüs ediyorum içime
Biraz sonra evin arka tarafından büyük bir gürültü geliyor Anlatamayacağım bir gürültü. Bir patlama gibi, büyük bir şeyin yere düşmesi gibi Ne olduğunu o an için anlayamıyorum
Eşim geliyor yanıma Korku dolu gözlerle Ne oldu? diye soruyor. Bu ses neydi? Ev mi çöktü? diyor. Ev çökse şimdi biz altında olurduk. Değil. Başka bir şey bu Ama ne?
Çok sürmüyor yağmur Sadece yarım saat süren bir yağışın ardından her taraf su ile doluyor. Arkaya koşuyoruz. Sesin geldiği yere bakıyoruz
Arka bahçede üzüm asması var idi. Verigo cinsi üzüm. 4 yıldır afiyetle yiyorduk üzümlerini Ama bundan sonra yiyebilir miyiz bilmiyorum Çünkü asma talvarı yağan yağmurdan kaymış, kuvvetli fırtınadan dolayı gücünü kaybetmiş ve asma yerle bir olmuş
İlk düşen yağmur diyorum kendi kendime, seni bunun için mi bu kadar heyecanla ve merakla bekledik?
İlk düşen yağmur, seni bize zarar veresin diye, bizi üzesin diye mi dört gözle ve sevinçle bekledik?
Bir saat sonra yağmur tamamen duruyor Etkisini sonra gösteriyor Yağmur sellerinin bıraktığı pislikler, dal parçaları, irili ufaklı taşlar, su birikintileri içimizdeki o romantik sevinci alıp götürüveriyor
Gülerek bakıyorum etrafa. Bu, doğanın gücü değil miydi? Bu, yaşamın bir parçası değil miydi?
Sen önceden tedbirini almazsan, önlemlerini almazsan, tabii olumsuzluklar ortaya çıkacaktı Doğa boşluğu ve ihmali affetmiyor işte
Etrafı endişeli gözlerle izlerken, Ziya Osman Sabanın Kim Bilir ismindeki şu mısralar aklıma düşüyor:
İlk yağmur damlası düştü
Kuru yapraklarına güzün.
Ardında kış kıyamet,
Dert, hüzün.
Alınyazısı hepsi. Kısmet.
Ha yazı, ha kışı geceyle gündüzün,
Kim bilir kaç günü kaldı
Ömrümüzün?
Düşen İlk Yağmur
Ben, çok severdim ilk düşen yağmurdan sonra etrafa yayılan toprak kokusunu Başka bir kokusu olurdu. Beni alır, farklı dünyalara götürürdü hep Mis gibi gelirdi bana Toprak kokuyor derdim hep. Dışarı çıkar bu kokuyu sonuna kadar teneffüs ederdim.