"Doğruluk" ve "Gerçeklik" üzerine...
"Doğru" her zaman davetkar. "Gerçek" yalnızca davetli.
AN... hayatımızda iki kordonlu bir boğumdur.
Ve arasından nehir gibi geçen de sağlığımızdır.
Boğulma tehlikesine karşı yani.. Yaşayabilme kapasitemizdir. Acımasızdır pek...
En çok da AŞKa gelir. Aşk 'ben'i aşar, ama yine doğrulara zimmetler.
Ha buyur, GERÇEKLİK de var.
'Ben'in olmadığı yerde
kuraklığı ve mütemadi bir tüketimi getirip üstelik arşa değmeden de ertelemiyorsa; VAR.
Şimdi, hangimiz, neyin iyileşmesine öncelik tanımalı?
Doğruluk...
Bir fikir alayı mıydı,
birlik miydi, birden baskı mı oldu,
özet mi olacak?
Belki aşkı "Zaman"a küsmüş
ve belli ki onu "-di'li geçmiş"lerden mi tüketecek...?
Gerçeklik ne idi o zaman?
BİL ve LİNÇ eylemlerinin birleşmesi mi,
nedir kuzum
cevap bunlarla bile dayanışma sağlayabilmekte mi yoksa,
az ilerde sağda mı yada?
O halde güdümlerimiz, "kral ama uzak"lık boyunca aşamalaşmamız mıydı?
Yine bize,
"seni bu defa özgürleştirmeye geldim" dedikleri zaman mı?
Çekilin, çekilmeyin AN SIZISI çekiyorum ben.
An'larım ağrılı.
An'larım ilim ve dini 'fatburner' çalıştırıyor.
Hadi söyleyin ya
bunların hangisi tek çatı altında üşümüyor ve "ev" gibi?
Hangisi sadece doğruluk, sadece gerçeklik sonunda meyvesini verdi?
Meyvesi biz miydik yoksa,
biz olacak kadar "geçmiş tarihli" miydik?
Geçmişi insansa,
şu an ve her yerde doğal olan vatandaşlığın da "uzay" ile açıklaması gerekmez mi?
Nasıl olsa "aynı uzayın çocukları"yız diye...
Ezel işte. Ezelimiz uzaylı!
Çünkü, bizimle "var oldular" bize modernize edilecekler diye değil herhalde,
tanımlar toprağında yaşamıyoruz biz.
Neyi bekliyoruz peki erasmus?
Hadi pek iyi insanlarız ve beynin sınırlarıylayız.
"Gerçeklik" bu sınırı ve beraberinde "sırrı"nı
bizden öncekiler ve sonrakiler ile alanını geniş tutuyorsa;
"doğruluk" bu gemiyi azıya mı alıyor?
Henüz vakit var mı, ahh peki henüz neyimiz ile?
diyeyim ben; "Henüz" immune sistemde.
Doğruluğumuz da bir gerçekliğimiz işte!
Sizin doğrudan beklentiniz,
gerçek yaşamı mı engellememeli,
düzene "birden" mi girmemeli? (ya da caiz bir tabir ile "kümelerce kapılmamalı" mı?)
Varmadığı yerler var mı?
Orada korkuya mı kapılacağız peki?
Yani %100 meraktan soruyorum, "korku"yu nasıl anlatacağız;
gerçek bir takip sahnesi ile mi?
Yoksa kitapta bile okuduk, sadece aksiyom mu harcıyoruz?
bilemiyorum, yeterli cevap alamıyorum.
Almamam gerektiğini bile bile.
dile getiriyorum. (yeni bir) 'Ben' getiriyorum.
Ha çünkü elimize kalan "ben"ler belirgin bir kimliğe yıkanıyor.
Açıklama da şu olabiliyor; "sınırı BİR olmasında"
Kaybolmaz, bulunmaz ve rastlantıya inanmaz "ONE" oluşumunda.
Burada kolektif beyin, toplumsal bellek kısa devre yapıyor bende,
ve maalesef görüyorum
sınır eşiklerinde CANlar kalabalıklaşıyor.
Eşikler...
Sonunda hissedemedikleri eşik,
asırlardır yaşayanların uğultularında tutsak mı ediyor kendilerini,
sırf dillerinden anlamadıkları için? Neden? Çünkü yetebildikleri yer, kâbuslar ile dolu. Ve çünkü durdukları yer, meğerki kendi minicik dokunulmamış bedenlerine ağır. Ki, değinmemiş mabetler yaratıyor. Toprak toprak altında kalıyor o evreleri...
Ne yazık, asırlar ve yaşayanlarına..............!
ama içimizden kimse dokunamıyor onlara, duygulara ölümlü hapsoldukça...
Olmaya ki bir vicdan bu cihanda, bir savaş da ardında.
Bütünüyle bunu yaşamak,
"henüz sorunsalında" iken uygulamak,
tek kutuplu dünya ideolojisini içermiyor mu?
Hepimiz, Frederic Beigbeder'in dediği gibi "..birer muhbir değilsek.."
neresindeyiz yanlışın?
Gök yüzlerin ve yeraltı bedenlerin orkestrasıymışız sanki,
bir de öyle bir gizem yüklenmiyor mu omuzlara
naaaayt, nedir orkestra hataları mıyız şimdi?
Ve bütün
bütünnnn aldatan sanatların arşivlerinden de mi deriniz?
Son ve normal olarak,
her şey daha "EN" bir dünya ve nasıl olsa içindeki "BEN" için mi?
Yoksa içeyim mi?
Eylül 2001
] ]