her uzandığında
ayaklarının olmadığını düşlerdi
kargalar götürsün isterdi
çöplüklere leşini.
baharı düşlerken herkes
mevsimi hep kış isterdi
yürürken yağmurda sırılsıklam
her saniye
seviştiğini düşlerdi.
garip adamdı yani,
garip bir benli adem
havvasından kurtulup
bırak elma yemeyi
ayvayı yemek düşlerdi
o kadar inceydi ki ruhu
anlamayıp incittiler
ince hastalık dediler
ruhunun inceliğine. .
dönüp sırtını insanlığa
gitmeyi düşledi.
ama…
ekmek su gibi
kutsal bildi sevgiyi
kutsal kıldı sevmeyi
kutsalın anlamını da
bilmezdi ya hani
hüznün günü ağarsın diye bekledi
umutlarını haykırmak için
hani
düş bahçelerini aşıp
gerçeğe ulaşmaktı
umut diye bildiği…
gece gelip dayandı mı kapısına
korkusundan açamazdı kapıyı
düşleyemezdi ki
pencereden gireceğini…
tarifini bulamadı hiçbir dilde
çektiği acıların
hiç de dil
bilmezdi hani…
kaçıncı köşeye sıkışmasıydı yüreğinin
ve kim bilir kaçıncı çırpınışı
kaç kez kurtulmuştu bu denizden
boğulmak korkusuyla
ve tekrar tekrar düşmesi
boşa kürek çekiyordu belki
yüzmeyi de bilmezdi hani…
garip bir ademdi yani,
garip bir benli adem
yeryüzüne bir indi
iyi ki de indi
her şey alt üst
değiştirmek istedi
nerden başlayacağını
hiç bilemedi…
yüreği her sızladığında
öldüğünü düşlerdi
bir yerlere yolculuk
güzel diye bilirdi
dönüş olmadığını
bilmezdi de hani…
her şeyi yüzüstü bırakıp
gitmeyi düşledi bir gün
ne düş ama…
yoktu ki bir gideceği
ve kaldırıp başını
yıldızları saymaya başladı
sayıları bilirmiş gibi
öfkeyle yaktı sigarasını
düşledi;
aptal bir ademdi
gitmek isterdi bir yerlere
göçmen kuşlar misali
hiç de hazırlığı yoktu
ne gidecek yeri
ne de kaçtığı kimse
kendinden başka
düşündü;
nereye gitsem
ben yine benimle
bir garip
aptal adem…
durdu…
ve son kez düşledi
“ahh şimdi
evet tam şimdi
düşsem;
beyaz kar taneleri
üstümü örtse”
mevsim de yazdı hani…
6 aralık 1996