Gidiyorum İstanbuli

İstanbul, Taşın toprağın altın değilmiş, bil istedim…

yazı resim

İstanbul,
Taşın toprağın altın değilmiş,
bil istedim…
Eylülün geldi yaprak dökümüyle,
yolcuları azaldı denizlerinin…
Belki o küçük rıhtımdan bir tekne çıktı yolculuğa, umut yüklü…
Ne elimde dümeni var, ne ardından yüzmeye kulaçlarımın meşakkati.
İyi bir dost olacağını umdum,
ellerimden tutup sert deniz rüzgarlarının azgın dalgalarında
bilmediğim yerlere sürüklenmemi engellersin sandım….
İşte, ağlıyorum yine!
Bana, iyi bir dost olamadığın için kızgınım sana…

Bil ki, sığamadım sana ne yüreğimle, ne de ruhumla
Suçlama gidişimi,
direndim elimden geldiğince,
tanımadığım insanlarına,
alışamadığım hüzünlerine,
emanet edemedim yüreğimi.
Bir sevgiliden ayrıldım bu gün;
onu yeteri kadar sevmediğimi söyleyip terk etti beni,
şimdi tam da sensizliğe ihtiyaç duyduğum bir zaman,
ağlayabilmek için…
Tüm gürültün, patırtın, ani kopuşların isyankar çığlığı…

Kendi ayını, yıldızlarını bile yaratamamışsın,
ışıksız kalmış bir şehir gibisin…
Sinsi bir Eylül hüznü böyle çöküyormuş demek ki,
ıslak bir serinlik içine lacivert renkli silik bir sonsuzluk sığışmış gibi…

Uyum sağlayamadığım sevinç çığlıklarıyla
Ve sürpriz kavuşmaların tatlı sarhoşluğuyla çıldırdıkça sen,
ruhumda bir sıkıntı ve yüreğimde bir sızıyla beraber
kolay şeymiş ağlamak…

Seninle yaşamak,
altın kafeste yaşamaktan ibaret kalmakta,
ölümü beklerken…

Dostum değil bu yağmurlar;
hava değişiminden olsa gerek,
bir de gribim ki…
Vücudumda bir kırıklık,
ateşler içindeyim,
sayıklamalarım duymadığım yalanlardan dolayı,
hüzünlerinin bir suçu yok…
Boğaziçin’de; Marmara’nda bir damla yaş oldu ağlamalarım…
Oysa senin umurunda bile değilim.

Kendimden hiçbir şey bırakmadan gidiyorum senden…
Zaten giderken adam gibi gitmelisin,
geride hiçbir şey bırakmadan,
her kırıklığı yanına alarak…

21.09.2012
Kemal Paracıkoğlu

Başa Dön