Kendim için girişeceğim gerçekçi bir tahlilin, hem acı verici hem de gerektiği şekilde yapıldığı takdirde, çok rahatlatıcı ve yol gösterici olacağını düşünüyordum. Kendimin ne olduğu ve sınırlarım hakkında şüphelerim vardı. Bende bir yaşam tarzı halini alan otokritiklerin neyi bulamadığını, neyi atladığını anlamak istiyor ve bu ne kadar zahmetli de olsa üstesinden gelmek istiyordum. Hissettiğim boşluğun, gereksizliğin, güvensizliğin gerisinde olan kendini beğenme ve güvenme duygularının hangisinin gerçek ve neden olduğunu bilmeliydim. Çünkü öyle zannediyordum ki şahsiyetim; tüm düşüncelerime, tüm his dünyama etki eden, hatta onları kökten etkileyen çok önemli bazı temeller üzerinde yükseliyordu. Kimi zaman hoşlandığım, kimi zaman zevk aldığım ama çoğunlukla zorlandığım durumlarda ve hep hesaplı buluyordum kendimi, bu da hoşuma gitmiyordu. Kendimde hoşlanılmayacak, sıkıcı taraflar mı aradığımı.... bilemiyordum. 'Başkalarına gösterdiğim hoşgörüyü kendime gösteremiyor muydum?' 'Yoksa başkalarına karşı da en az kendime olduğu kadar sert miydim?'. Bana benim hakkında iyi niyetle ama gerçekçi yaklaşımlarla dışarıdan bakacak bir dosttan da hayatımın en ihtiyaç duyduğum zamanlarında mahrumdum. Benliğim hakkında içimi rahatlatacak gerçek verilere ve temeli yapmacık olmayan görüşlere ihtiyacım vardı. Bunu da kendim yapmak zorundaydım.
İnsanlardan çoğu, kendilerine olduklarından daha çok değer biçerler, buna bilerek ve isteyerek yaparlar. Sonra da uydurdukları yalana inanırlar... Hayatlarının en büyük yalanıyla barış içinde, ve belki de bu huzuru kendilerinden çok daha hak edenler yanında, huzurla yaşarlar. Kendi değerlerini fazlası ya da eksiği olmadan, olduğu gibi bilmek onların sorunu değildir. Bunu da yapay bir bunalım olarak değerlendirirler. Oysa ki benim de içinde bulunduğum bir azınlık için, kendi değerinin -daha doğru bir ifadeyle 'kendinin'- farkında olmak en büyük huzur ve mutluluk sorunu halini alabilir. Çünkü yaşamın her anına, her his, her düşünce ve her harekete sinen bir anlayışın anahtarını elimizde somut olarak tutmak isteriz bizler. Kendim için, -hoşuma gitse de gitmese de- o anahtarı en derin okyanusların dibinden çıkarmak istiyordum. Bilinçli yaşamak isteyen benimin, gerçek bir dünyada mı, yoksa yapay bir dünyada mı yaşadığını bilmeye ihtiyacım vardı.
Çoğu zaman kendimi küçük görmeme neden olan çekimserliğimin nedenlerini -ki daha sonra anladım;bu iki kova misalidir. Biri doldu mu, diğeri boşalır. İçleriyle ve iç dünyalarla daha barışık olan insanlar için dışdünyaya yabanlaşmak kaçınılmazdır.- gerçekten kendimi küçümsememe neden olacak kadar büyütülmeye değer olup olmadığını bilmeye, hayatı bu kadar ciddiye almama neden olan şeyleri, neden pervasızca arada bir de olsa kendimi bırakamadığımı anlamaya ihtiyacım vardı. Gerçekten kendimi önemsediğim kadar önemli miydim? Ya da çoğu zaman kendimi önemsiz gördüğüm kadar önemsiz mi? Gerçekten bende var olduğunu sandığım o çok az kimsede rastlanan potansiyele sahip miydim? Eğer varsa onunla ne yapabiliyordum, şimdiye kadar ne yapabilmiştim? Yoksa... ben de o potansiyele sahip olmayanlardan biriydim de, kendimi kandırarak onlardan daha bile ...... mi oluyordum? Neden kendimi bunca yalnız, anlaşılmaz ama bir o kadar da -son zamanlarda- sıradanlığın verdiği sıkıcılıkta buluyordum. Bu da kendime yaptığım bir haksızlık mıydı? Neden birilerinin de bana iyi birşeyler söylemesine bu kadar ihtiyaç duyuyordum da, iyi sözleri de mutlaka irdelemek gerekiyordu, onları önemsememeği kendi değerimin tamamen farkında olmak kabul ediyordum. Bizler dostlarımızla, düşmanlarımızın kanıları arasında bir yerlerde değil miydik? Özellikle de kendinin herkesten fazla farkında olduğunu sanan benim gibiler böyle düşünürler ve ne yergileri, ne de övgüleri büyük doğallıkla kabullenecek güçleri yoktur.
Hayatın teoriğinde yaşıyor, pratikle teorik arasındaki uçuruma hayret ediyordum. Böylesi bir uçurum büyük ihtimalle gerçek değildi de ben yaşamaktan korktuğum, yorulduğum... ya da her ne hal ise... işte öyle olduğum için bana gerçek gibi geliyordu. Belki de insanların dejenerasyonu gerçekti... bunu bilemiyorum, ama değerlerin küçümsenmesini, Don Kişot'ların azlığını kabullenesim de gelmiyordu.
Diğerlerinin, nasıl olup da kolay yaşadığına hayret ediyordum. İçimde kimsenin boyutlarının farkında olmadığı bilmecemle yaşarken ve hissettiğim şeyleri taşımak bana zor gelirken, başkalarının dert edindiği şeyler çok basit görünüyordu ve eğer onların da benimkine benzer bir iç dünyaları var idiyse, nasıl olup da kolaycacık yaşayabildiklerine, bunu nasıl taşıyabildiklerine hayret ediyordum.