Kararmış dünyanın sefil yalnızlığında,
Bir çizgi üstünde denge kurmaya çalışır insan.
Bilmeden adımlar atar meçhule ve anlamını sorgular, kendi içinde yaşamanın.
Hep ümit eder, hep ufukta bir yıldız parıltsı bekler.
Korkma ey çocuk!
Geçecek bu karanlık elbet.
Bu zift karası koyu dünya elbet pak olacak.
Sen yeter ki kaybetme umudunu,
Sen yeter ki kesme içindeki sevdanın iplerini.
Bir güvercin yüreği gibi küçük olan kalbinde,
Kum fırtınaları kopar Sahra çöllerinden kalma, bilirim.
Güneşin acımasız kavuruculuğu terini uçurur teninden.
Susuz topraklar gibi çatlamış dudakların kurur.
Ama su mu istediğin gerçekten?
Yoksa içinden sevgiye dökülen ırmağın damlaları mı?
Koskoca taşlar yuvarlanırken büyük yokuşlardan,
Ezer önüne çıkan onca şeyi...
Keşke diye söylenir insan, bir yudum ateş yutar gibi,
Ve pişman olur onca şeye.
Gözyaşıyla sulanmış tarlalarda yoncalar filizlenir,
Hiç haberimiz olmadan...
Anlam anlamını yitirdiği zaman,
Korkular pençesini vurur sırtına
Ve derin bir titreyiş içerisinde uyanır.
Hıçkırıklar tıkar nefesini.
Son kabusun bir anda tatlı bir rüya olmasıyla,
Tebessüm edersin ve mutlu bir kalp atar göğüs kafesinin içinde.
Noktalama işaretlerine uyulmamış,
Kafiyeleri ölçüsü içinde boğulmuş
Bir şiir gibi akar düzensiz bir şekilde hayat denen çağlayan.
Sessizliğe gebe geceler, mehtabın gülen yüzüyle aydınlanır.
Kara bir kışın yeşil bir bahara ermesi gibi,
Güneş öper herşeyin alnından
Ve bir anne şefkati ve sıcaklığıyla sarar dünyanın her noktasını.
İşte böyle döner hayat çarkı.