İşte sardılar dört yandan seni ve sesini boğmak için
Adımlarını duydun ve gördün gelişlerini
Hazırdın buna, içindeki sevgiyle, nefretle
Yakıldı ellerin tarihin gözleri önünde
Ve anlamadılar, anlasın istediklerin
Bu korku seni yakacaktı biliyordun
Seni geçerse alevler onları saracaktı
İşte asıl ilk önce ve en çok bundan korkuyordun.
Şimdi anlıyorsun belki yavaş yavaş
Neden kavuşamadığını
Bir ananın saçı gibi sabah kokan
Ve bir dokumacının kumaşı gibi yumuşacık parmaklarıyla
Nefesin kesildiğinde seni yaşatacak sevdiğine...
Ne sen yıkabiliyorsun karanlık duvarları etrafındaki
Ne de sevdiğin duyurabiliyor aydınlık sesini.
Anlıyorsun umudunu yitirmeyip
selpak satan çocuğun vapur çıkışında artık or’da olmayacağını
etlerini satan kadınların yeni bir dünya kuracağını
ağlamayacağını bir ananın ekmek kuyruklarında bir tane daha alamadığı için
ve kolunu makineye kaptırmayacağını sanayide bir babanın
ve buğdayın, tütünün taban fiyatı hesaplandığında dağılmayacağını bir ailenin
soğuk çekmecelerde gençlerin yatmayacağını
bildiğin içindir,
sardılar seni
yıktılar gencecik yaşında dünyayı başına
yalnız ko’dular ölüme hükmedercesine.
Yani artık giremeyeceksin et pazarlarına, satmak ve satılmak için;
Kulluk edemeyeceksin dünyanın öbür ucundakilere;
Öldüremeyeceksin içindeki insanı, bilincini eritip;
“evet” çıkacak sözcük haznenden, onaylanması istendiğinde bir zulmün;
Ve kaderin olmayacak kurbanlığa tutsak bir ölüm.
İşte bu yüzden benim dört mevsimim, dağ yiğidim, yaban gülüm
Sarsalar da etrafını boğmak için seni ve sesini
Anlasınlar istediğin anlamasa da
Koşamasan da sevdiğine, duyamasan da onu
Yalnız değilsin:
Hücrenden yükselip geceyi bir şafak sardı
Yıkıldı o küçük dünya özgür bir gelecek kaldı.