İki

Pencereye doğru yanaştı, kalın perdeyi çekti, içeri ışık girdi, umudu yaptırıyordu bunu ona, biliyordu. Tül perdeyi çekmedi, öyle öğretilmişti. Mahrem hayatlar tül perdelerini hiç açmazdı. Mahrem bir hayatı var mıydı, galiba yoktu ama kimse bundan söz etmek istemiyordu.

yazı resim

Pencereye doğru yanaştı, kalın perdeyi çekti, içeri ışık girdi, umudu yaptırıyordu bunu ona, biliyordu. Tül perdeyi çekmedi, öyle öğretilmişti. Mahrem hayatlar tül perdelerini hiç açmazdı. Mahrem bir hayatı var mıydı, galiba yoktu ama kimse bundan söz etmek istemiyordu. Hava güneşli olsun isterdi hep dışarı baktığında, bulursa mutlu olurdu. Bugün hava parçalı bulutluydu, güneş bir görünüp bir kayboluyordu. Pencerenin bir kanadını açtı, hava ürpertti onu. Hoşlanmıyordu bu histen, sabah serin hatta soğuk havayı içine çekip direncini arttıracağını hisseden insanları hiç anlayamamıştı, içeri kaçtı. Soğuğu sevmiyordu, o hep sıcak iklimlerde yaşamıştı. Ruhu nerde yetişmiş bilinmezdi. Birkaç metre ötedeki apartmana takıldı gözü, boş durmadan düşünürken saçma sapan. Kendi katıyla aynı hizadaki bir evin panjurlu penceresinden bir kanat açıldı, bir kol gördü, buruşuk bir kol. Kol dışarı uzandı elinde bir bezle, pervazdaki görünmeyen tozları temizledi, beyaz tülbentle yarım kapatılmış bir baş yarısı göründü, dikkati pervazda. O buruşmuş el üşümemiş miydi, dışarıya bakıp havaya takmamış mıydı kafayı? Önce kafa sonra da buruşuk el içeri girdi, pencere kapandı, tül perde çekildi, mahremiyet sağlandı tekrar temiz bir pervazın arkasında. Bir üst katın balkonuna bir kadın çıktı, balkonun dışına çıkmış savrulup duran çamaşırları tek tek elledi sonra da toplamaya başladı, o kadar dikkatli ve özenliydi ki. Kesinlikle konsantre olmuştu. O da soğuğun ve parçalı bulutların farkında değildi, bilmek de istemiyordu. Aceleyle topladı çamaşırları, gözden kayboldu. Bir süre daha baktı kız başka kimse çıkmadı pencerelere, balkonlara. Kız dönüp odasına baktı, her zamanki gibi, kendi gibi dağınıktı. Her zamanki gibi, kendisi gibi odasını da toplamak istemedi. Sonra o kadınları düşündü, yapabilirdi, buna konsantre olunabiliyor olabilirdi. Bir yerden başlasa gerisi gelecekti, hep böyle olmuştu, onun derdi başlayamamaktı. Bir başlasa...

Bulduğu eski bir bandanayı geçirdi kafasına, bu iş böyle yapılırdı, saçları toplamayı henüz keşfetmemiş bir geleneğin ürünü olabilirdi herhalde ama bu ritüeli seviyordu. Radyosunu açtı, aynı radyoyu. Bu başlamak hep en derinine kadar inmeyi gerektirmese iyi olacaktı ama yapamıyordu işte. Tam işe girişeceği sırada çamaşır toplayan kadını fark etti balkonda, kadın yeni çamaşırlarla gelmişti, dehşete kapıldı kız, yoruldu! Kadın bu sefer o kadar da konsantre değilmiş gibi göründü. Kadın gözlerini çamaşırlardan ve çamaşırlıktan ayırdı ve aşağıya dikti, sokağa, sonra seslendi . Kız pencere kenarına koştu merakla, kime olduğunu merak ediyordu. Aşağıda sokağın ortasında karşı apartman kapısına yakın bir erkek çocuğu gördü, kafasını yukarı kaldırmış duran. Elinde bir top vardı, sımsıkı sarılmıştı çocuk. Kadın seslendi bu çocuğa, belli ki oğluydu, eve çağırıyordu, yemek zamanıydı, sert ve kızgındı kadın, oysa ilk kez çağırıyordu çocuğu yukarıya, tekrarlansa kız bilirdi. Son cümlesi “bakkaldan ekmek de alıver oğlum” oldu, “oğlum” derken anladı kız, temizlik yapmasının bir anlamı yoktu.

Yatağına oturdu, sola doğru devrildi, sırt üstü döndü, ellerini başına koyup tavana baktı, tavana bakmaktan hiç hoşlanmazdı, tavana baktığı saniyeler saatler gibi gelirdi ona. Gökyüzüne de bakamazdı kız uzun uzun, yıldızlı ya da yıldızsız, gökyüzü hep içini sıkmıştı, ama geceleri. Sonsuzluktan ve ona bu hissi veren şeylerden hoşlanmıyordu. Ne büyük bir çelişkiydi ki hayatı da öyle yaşamak istiyordu. Sonsuza dek...

Başa Dön