Yağmurlu bir İstanbul’du karşılayan beni.Alıp elimden bahtım kadar kara bavulumu buyur etti, Kızkulesi’ne karşı, yüreğinin en göz alıcı köşesine.Bir başka bakıyordu gözleri, elleri bir başka dokunuyordu saçlarıma, acıyor muydu bana?Gözlerimdeki tükenmişlik onu da benim gibi hicranın karanlık sularına mı çekmişti?Bilmek istemedim...Tutup buz gibi ellerini, bastım korlara yuva olmuş yüreğimin orta yerine.Dindir, dindir dedim acımı, al götür beni buralardan.Sana bakamam artık bakarsam ağlarım, dökülür evrenin tüm bulutları üzerimize.Bak bu otobüs yardan ayırdı beni, bak bu üzerimdeki koku onun kokusu, bak bu terkedilmişliğim , kovulmuşluğum asılı duran boynumda, bak bu da alnımda kanayan utanç, sol yanımda kanayan ihanet, bak işte bak İstanbul yüreğimi deştiler.Bu yara, bu kara ve bu ihanet ondandır bana ...Ilık nefesi titredi dudaklarında ve gözlerimden süzülüp caddeleri ıslattı.
Yolcuları kadar yorgun otobüs hareket edene kadar kovulmuşluğumun yüreğimi bu denli tahrip edeceğini düşünemedim.Söz verdim içimdeki çocuğa ağlatmayacağım seni...Ağlamak yok vicdan yapıyorum sanır sonra, acımak gibi bir duygu geçer taştandır artık dediği yüreğinden.Yakışmaz taşlara merhamet.Kar tanelerine yoldaş oldu gözyaşlarım, ezildi zift kokulu lastiklerin ağırlığında.Bir ben kaldım koskocaman evrende bir de yalnızlığım, yanılmışlığım buz tuttu her saniye üşüdüm, kimseler bilmedi.Acıyı verip uykunun koynuna uyuşturdum gitmişliğimin sızlayan yanını.Gözlerimi açtığımda yanımda bembeyaz başörtüsü ile yaşlı bir teyze oturuyordu, tespihi parmaklarında billur bir kaynaktan dökülen su gibi kayıyordu usul usul.Allah’a isyan ederken ben, o da isyan ediyor mudur şu an acaba dedim? Ve güldüm düşündüğüme.
Yollar aktı camdan, telefon direkleri halaya durmuş delikanlıları andırıyordu, kollarını germişler, gözyaşı düğününe katılmışlar. Dağlar, o mağrur dağlar, o sisli dağlar üzerlerinde yer yer parçalanmış gelinlikleri al kuşaklarını çözecekleri anı bekler gibiydiler sessizce.Sustum, çığlık çığlığa sustum, suskunluğum sesimdi nicedir ...İhbar ettim kendimi Tanrıya, sevdim kulunu taparcasına cezalandır beni.Yeni palazlanmış umut kuşları uçamadan öldüler 25 numaralı koltuğun kıyısında, analarının helal sütüne doyamadan ay yüzlü balalar yumdular gözlerini karanlığıma.Bir yabancıydım ben bu topraklarda, koynunda, şehrinde, yemek yediğimiz tabaklarda, su içtiğimiz bardaklarda.Ara sıra acır halime yaşamının araladığın kapısından içeri göz atmama izin verirdin.Hep bir kaç adım geriden izledin beni ve ben hep adımlarca önünden takip ettim seni.Ben takip ettiğin ama hiç yetişemediğin delişmen bir sevda, bir hayat kaçağı, insafsız bir avcının vurduğu avcısına sevdalı yaralı maral, kaderi vurulduğu kurşuna yazgılı.Vahşiydim el vuramadı kimseler döşüme, gözlerimi dikince celletların nişangahlarına aklını alırdım avcıların elleri gitmezdi tetiğe.Biliyordum sokaklarına ürkek adımlarla indiğim şehirde beklediğini beni avcımın.Kaldırıp narin boynumu gecelerin içinde geldim sana, geldim celladıma avcıma, vurgunluğuma.Yüreğimi dayayıp yüreğine bir akşam üzeri ananın haydi oğul yürü ben senin arkandayım dediği gibi arkanda durup haydi oğul yürü nefesim nefesin olsun arkandayım demek için geldim.Sabahları bir bardak sıcak çay, akşamları bir tas sıcak çorba, başını yaslayıp ağlayabileceğin omuz, yaralarına merhem olmaya geldim.Sen ceylanıydın yaralı maralın, dağ kokuşlu fırtına bakışlı ceylanı ve maral ömrünü adamış, namluların ucuna dayamıştı yüreğini .Düştü, karartıp ölümün karşısında gözünü yarinin toprağına.Bu son düşmüşlüğü ve son düşüydü.Çoraktı toprağı, yeşerttiği fidana ihanetteydi.ceylan kurumuş, savrulmuştu, kanadı maral, her gece uyuduğunda ceylan hıçkırıklarını gömerek bağrına, ceylanının çoraklığına ağladı.Biliyordu tutunamayacağını köklerinin bu çorak toprakta.Bir gece vakti fırtına çıktı savurdu maralı . Döndü maral yüzünü uzayan yollara işte bu gidişti, işte bu bitiş .Gitmek hayatın kendisiydi, hayat hep gitmek olmuştu artık.Gelmeleri unutmuştu maralın yazgılandığı yollar.Yaktı şehri maral çıkmadan kapısından, şehirle birlikte sevdanın sözlerini, suretini yaktı, bir evi, bir yüreği yaktı .20 kasım 2001 le tutuşturup herşeyi yaktı ve ısıttı donmuş yüreğini alevlerin alazında.Bir mülteciydi yüreğinde ceylanın anladı , bir sığınmacı ,biliyordu ki sığınmacıların, sığındıkları ülkelerin öz vatandaşları kadar hakları olamazdı, doluydu ceylanın yüreği hınca hınç dolu ,fazla geldi Maral bu yüreğe.Sınır dışı edilirken, yaktı ülkenin insanlarını.Artık savaş bitmişti ve imzalandı barış antlaşması...
Ne için savaşmıştım, nedendi ordularımı mukavemete zorlayan acının muhasarasında?
Herşey için savaşmıştım evet herşey için.Maralım derken tutuşan dudaklar için,
seni seviyorum derken şimşekler çakan gözler, ömrünü adamışlığın için, tek müttefikim sevdaydı sense hayatla ittifak yapmıştın ve daha güçlüydü orduların.Bilmeni isterim ki maralım bir kelime değil Türkçe sözlüklerinde anlamı 1 satır olan benim için.Maralım sevdiğim sevildiğim, maralım sevdam, maralım hasret, maralım leyli, maralım gece yarısı intizarım, maralım ördekim, maralım kardeşim, maralım sırdaşım, maralım annem hiç tanımadığım saçlarımı kuruturken, maralım babam yıllardır görmediğim omuzlarına yaslandığımda, maralım irkilmeden yüzüme dokunmaya ahd etmiş yar, şefkatle kollarıma aldığımda çocuğum, elimden tuttuğunda abim, maralım hayattır ceylan 24 yıllık bir hayat ve onun özeti....Sen traş olurken kapının eşiğine sokulup seni izlemek gibi bir şey işte maralım, soğuk kış gecelerinde üzerimi örten el, çıkamadığım taburelere beni kucaklayıp çıkaran kol, pembe bir bayram etekliği alacak sahipleniş.
Ceylan belki yanlış benim hem babam hem sevdiğim olmandı.Bir erkek bir kadının hem sevdiği hem babası olur mu? Diyeceksin sen şimdi oluyor olunca da vazgeçilmiyor.Bundan olsa gerek senden bir sevgiliden vazgeçer gibi vazgeçemeyişim.
Hep tekrarladığım ve gözlerimin her terennümümde dolduğu o dizeleri hatırlarla ''Sizin hiç babanız öldümü benim bir kere öldü, kör oldum.. ''
Ölme ne olur.....
Ceylan’a