1.
…………karanlık bir geceydi ve çok karışık
…………ellerim ışıklı bir yağmur denizinde
bir bulutun gölgesinde olmak gibi
serin bir güzellik duyarım sana
senin, sular atlar taşlarının üstünden
denizaşırı bir bardak suda boğulan ben
kendime ve sana yeni bir şiir adayacağım
ellerin olacak ellerimin içinde
ve içimde sen geldikçe çoğalan
dokunaklı bir acayip his
/şimdi o şehre birlikte girebiliriz/
geceleri ağırlaşır yüreğim
binlerce ceylan gezer yalansı, gerçek
bazen sen nereden bileceksin diyorum
/herkes nereden bilecek/
k ü l gibi ağırdır ceylanların kanadı
…………bir yaz gününe açıverdim gönlümü
…………ve gönlümü kış güneşi okşadı
seni kimse bilmedi
bilmedi seni kimse
kışı baharın saçlarından toplayıp
savuran dört mevsime,
vurulsaydın sabıkalı olmayacaktın sen de
senin gözlerine hiçbir göz değmemeli
şiirine yan gözle bakmamalı kimse senin
sert öptün bir kere dudaklarından aşkın
ki aşk bildirir yerlerini sana
mutluluktan geberik kanatlı ceylanların
bırak sürdürsünler gözlerim
gökyüzüne sundukları işkencelerini
yakınlaştıkça yiten sevgililerin bırak
içimizde çoğalır ve ağlamak
uyuruz böyle
beklenmeyen ölümleri anlatır dizelerim
yorumsuz
lambaları sönmüş bir gecede tek başıma uykusuz
zamansız geçiyorum ivmeli korkulardan
kabus kasabalardan yitik rüyalar topluyorum
biliyorum, topladıkça küçülecek sokaklar
küçüldükçe yangınlar çıkacak, biliyorum
sisten bir n e f e s üreterek başlıyorum
destanını anlatmaya ö l ü m c ü l geyiklerin
eğer öyle olsaydı yazgısı dileklerin
falcıların dediği gibi yaşansaydı olanlar
çok daha çabuk bitecekti yalnızlığımız
ve çocuklarımız ölmeye bile
fırsat bulamayacaklardı
oysa
karanlık bir geceydi ve çok karışık
ellerim ışıklı bir yağmur denizinde
bir rüyaydı belki de göğe dalışlarımız
bir yalandı gökyüzünden atlıların geçişi
kim görse sevinirdi
yıldızların avuçlarımıza indiklerini
hani canın bir şey çeker de adını anamazsın
bir yıldızı tutamazsın, bir denizi bulamaz
ağlamaklı bakarsın kendi sesinin ardından
yabancı bir elle silinir ağzından kelimelerin
çocukları uykuda bastıran ölüm
uykuyu sabahından alıkoyan hafakan
açılmayan bir yarada durmayan bir damla kan
………
karanlık bir geceydi ve çok karışık
ellerim ışıklı bir yağmur denizinde..
senle bir şey toplanmaz
bir şey bölünmez senle
hiç bilmediğim bir nedenle kapanır kapıların
ellerin gerçeğimdir düşlerime dokunan
hüznü hayatımızdan ayıklayan
hiç inanmadığım bir masaldır
/geriye bir tortu bir hikaye
bir inkar edilmiş acı kalır/
sen bırakıp giderken
bir kedi tırmalıyordu bakışlarımı
gözlerine kaçamak dalışlarımı
fırlatıyordu üstüme gökyüzleri
ellenmemiş düşlerinle gel bir daha öyleyse
gidişin gün batımı kadar inandırıcı olsun
söyle Mayakovski nasıl yazılır şiir
iki yürek bir gece nasıl azalır söyle
/şimdi yeni bir güne başlamalı öyleyse/
s a b a h g ü n e ş i n i öptüm sevgili
kıpkırmızı bir alemi kucakladı heyulası rüyaların
gözlerimin önünde z a m a n deli gömleği
ve seslerin en korkuncu en derini
tutup kaldıran yerden yere savuran bedenimi
çocuk ayaklarında dirilen çarpık ayak sesleri
kiliselerde savaş zilleri
güvercinler aç ve serseri
turuncuya vurdu başını mekan
ceylanların kanadında yükseldi dünya
akan suya can verildi
s a b a h g ü n e ş i n i öptüm dünya delirdi
ellerimde yedi uzak ülkenin yediveren gülleri
güller ki kanamaktadır hala açtığı yerde
dirilişin muştusu
tanın ateşi
başım dönüyor ey sabahın sevgilisi
dizlerimde yer kalmadı bir içimlik hayata
her şey sensin
sen
sevdan
ve tan
tanın ateşi
sen y o k san
bulur muyum kendimi uzaklarında
vatansız gecelerin sabahlarında
soldurur muyum güllerimi
/solmaya can atan gülleri/
küçük bir kızın usulca toprağa düşüyordu
koyu renkli gözleri
neydi
acımasızca ölümü kurcalayan içimizde
daima ve sadece ikiye katlıyordu sorular ikimizi
ya gerçekten yaşamıştık
ya da yaşadığımıza inandırmıştı her şey bizi
en büyük yalnızlığımız en gereksiz olandı
en gereksiz yanımız yanımızda olmayan
ecele
i d a m dendiğini
kimdi o fısıldayan?
nazlanıyordu akrep
kendini sürüyordu yelkovan
iki insan taşıyorduk içimizde içine sığamayan
o şarkı ne kadar koşsa yetişemeyecekti bize
ve o çıvgın… o çıvgın ne kadar delirse
o yer o gök o hayat
ne denli
unutulmak acıydı evet belli
unutulur bir çoban el değmemiş dağlarda
koyu gözlü küçük kız sabahlara dek ağlar da
güldüremez gecenin görünmeyen yüzünü
solar bir gül
uyur bir böcek
örümcek
susar mağaralarda
küçük bir kasabanın kuytu karanlığında
kırılırken oyuncak bebeklerimiz
aşkı en baştan tanıyabiliriz bekle
düşlerimle beslenen bir istekle
kırmızı bir valize doldurdum yaşamayı
ve yine de umut etme'yi koydum yanı başına
oysa ben ne güzel ne sevdalı çocuktum
yazdığım şiirlerde yoktu yerin dipleri
haylaz bir rüzgarda kopunca uçurtmamın ipleri
çiçeksizlikten kırıldı bir seramik bir vazo
inadına konuştu şehrin son rahipleri
sen en çok gitmeyi seviyordun kalmayı değil
okundu efsun çalkandı toprak
saçlarını savurarak uzaklaştı zamansız uykum
ben esrarlı ben buruk bir hevesle
y o k gibi oldum
gözlerim hala gidişinin izinde
karanlık bir geceydi ve çok karışık
ellerim ışıklı bir yağmur denizinde