Kars - I Zülkadriye Üzerine

Tarihçi Cezmi Yurtsever, eserinde birçok bilinmeyen noktalara dikkat çeker. Kadirli'nin tarihi miras bakımından çok zengin bir şehir olduğunu, ama bunun kıymetinin bilinmediğinden yakınır. Gerek Osmanlı döneminden olsun, gerek daha es

yazı resim

Kars-ı Zülkadriye, tarihçi, Cezmi Yurtsever'in kaleme aldığı son eseridir. Bu eser, Kadirli'deki kayıp şehrin tarihi hikayesi olarak ele alınıyor.
Eser, Eylül 2024 yılında Ekrem Yayınevi tarafından Adana'da basılmış. Tam 500 sayfa tutarında oldukça kalın ebatlı bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Sayfa aralarında yer yer resim, harita ve Osmanlı minyatürleri veriliyor.
Kars-ı Zülkadriye eseri çok sayıda Osmanlı arşiv belgesi kullanılarak kaleme alınmış ve tamamen belgelere dayandırılmış bir eser.
Cezmi Yurtsever, lise çağlarında tarih öğretmeni olan Sinan Çelik'in Kadirli tarihi hakkında anlattıklarından çok etkilendiğini belirterek Kadirli'deki kayıp şehri aramayı ve onun hakkında bilgi edinmeyi gençliğinden beri kendine amaç edindiğini söylüyor.
Yazar, bir ömür boyu peşinden koştuğu tarihi gerçeklerin ortaya çıkması ve bunların herkes tarafından bilinmesi gerektiği düşüncesinden yola çıkarak derlediği belgelerin insanlığın hizmetine sunulması için Kadirli'nin Yenigün (Eski adıyla Mehirli Köyü) Üçarmut Tepesinde Kadirli Tarih Araştırmaları Merkezi'ni kurmuş. Burayı adeta bir tarih müzesi haline getirmiş. Topladığı tüm belgeleri, araç ve gereçleri burada halkın hizmetine sunmuş.
Kadirli Araştırma Merkezi, gerek tarihçiler için; gerekse tüm yöre halkı için başvurulacak bir kaynak merkezi haline gelmiş. Özellikle Kadirli ve Adana ile ilgili birçok bilgiye burada ulaşmak mümkün olmaktadır.
Eğer bir gün yolunuz Kadirli'ye düşerse Mehirli'de bulunan bu Tarih Merkezini mutlaka ziyaret edin. Çok şey kazanacağınıza inanıyorum.
Tarihçi Cezmi Yurtsever, Osmanlı arşivlerindeki belgelere dayanarak birçok tarihi bilgiler içeren eserler kaleme almış ve böylelikle karanlıkta kalan birçok gerçeği su üzerine çıkarmıştır. Bu anlamda yaklaşık 200 milyon belgeyi okuyarak özetlemiş ve bunları dijital ortama da yükleyerek tüm bilim alemine sunmuştur. İşte son çalışması olan Kars-ı Zülkadriye de o eserlerden biridir.
Eserde önce önsöz ile başlayan yazar, tatlı bir üslupla Kadirli şehrinin insanlarını ve Kadirli'yi tanıtarak giriş yapmış.
Güneşin Toros Dağlarında battığı ve ortalığın karanlığa büründüğü bir günde Kadirli'nin doğusundaki tepelerden bu şehre bakanlar kısa süre sonrasında karanlığın içinde ipil ipil parlayan yıldızları görür. Birazdan herkes derin bir uykuya dalar, bir başka dünyalara gider, hayal aleminde ve rüyalarda yaşar.
Bu şehrin içinden akan Savrun Suyu'nun şırıltısı hoş bir seda gibidir. Sülemiş Tepesi, her daim bu kasabaya yukarılardan bakar. Bir annenin şefkatli kollarında korur ve kollar bu şehirdeki insanları. ( Kars- Zülkadriye - Cezmi Yurtsever - Sayfa 13)

Tarihçi Cezmi Yurtsever, eserinde birçok bilinmeyen noktalara dikkat çeker. Kadirli'nin tarihi miras bakımından çok zengin bir şehir olduğunu, ama bunun kıymetinin bilinmediğinden yakınır. Gerek Osmanlı döneminden olsun, gerek daha eski dönemlerden olsun Kadirli tarihi miras bakımından oldukça zengindir.
Yazar, bunu eserinde şu örnekle ne kadar güzel bir şekilde ifade ediyor:
"2015 yılı içinde Kadirli şehir merkezinde Dere Mahallesi'nde bir inşaatın temel kazısında renkli taşlarla yapılan mozaik parçalarının bulunduğu hükümete haber verilir. İnşaat durdurulur ve sonra yüzey kazı çalışmaları başlar. Ortaya çıkan eserler herkesi şaşırtır. Tarihi Flavyapolis antik şehrinde zengin bir kişinin yaptırdığı villa veya sarayın zemininde bulunan eserlerdir bulunan eserler. Denizde yüzerek gelen su perileri Habeş Kralının eşi Kraliçe Kassipopa'yı "Dünyanın en güzelisin" sözleri ile yüceltilen bir efsane canlandırılır. Ama daha da ilginci ise ata binmiş, elinde kılıcı, kalkanı ile ileriye doğru hareket eden, saldıran bir kumandan veya kral görüntüsü olan mozaik üzerinde Latince "Aenias" yazısı okunur. Aeniasın ön tarafında bir başka ata binen insanın da yer yer kazınmış, silinmiş bir halde görülen mozaik görüntüsü vardır. Üzerindeki yazı okunduğunda bunun Kartacalı Kraliçe Dido olduğu anlaşılır. Bu mozaikli resmi veya tabloyu hazırlayan usta Truva Savaşına katılan Hektor'un da yardımcısı kumandan Aenıas'ın savaş sonrasında Anadolu'yu terk ederek Akdeniz'den Kartaca'ya varması ve burada Kraliçe Dido'ya aşık olması, birlikte ormanda ava çıkmaları sahnesi canlandırılmıştır." (Kars_ı Zülkadriye - CEZMİ YURTSEVER sayfa 19)

Peki, siz çok kudretli bir Osmanlı Padişahının Kadirli Yöresinden bir kadınla evlendiğini ve bu kadından yine tarihte çok önemli bir yere sahip olan kudretli bir padişahın dünyaya geldiğini biliyor muydunuz?
Bu padişahın dedesinin de Dulkadirli Beyi Alaüddevle olduğunu biliyor muydunuz? Cezmi Yurtsever bunları bakın eserinde nasıl dile getiriyor:
Osmanlı Padişahı 2. Murat Anadolu'nun birliğini sağlamak Karamanlılar ile mücadele etmek için Dulkadirli'nin desteğini alma düşüncesinde idi. Başvezir Çandarlı Halil Paşa'nın da isteği üzerine Dulkadir Beyi'nin kızı ile oğlu Mehmet'in evlenmesini istiyordu. Hayreddin Hızır Ağa'nın hanımı, Dulkadir Beyi Süleyman'ın yaşadığı Elbistan'a gönderildi. Süleyman Bey'in beş kızı vardı. Sitti Mükrime Hatun beğenildi. Yüzük takıldı. ( Kars-ı Zülkadriye - Cezmi YURTSEVER - sayfa 32)
Yani baktığımızda Fatih Sultan Mehmet Kadirli Bölgesi diyebileceğimiz Dulkadiroğulları Beyi'nin kızıyla evleniyor. Yani kısaca fatih sultan Mehmet, Kadirlilerin damadı oluyor.
Buradan hareket ederek Kadirli'nin tarihi önemi olan bir şehir olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bunlarla da bitmiyor. Fatih sultan Mehmet'in meşhur hocası olan Akşemseddin'in yetiştirdiği dervişlerin Kadirli'ye gelerek burada Alperen ruhlu gençler yetiştirdiğini ve bunların ilerde Osmanlı savaşlarında sonsuz derecede fayda sağladıkları anlatılıyor:
"Fatih Sultan Mehmet, İstanbul fethinden sonra Topkapı'dan at sırtında askerleri ile şehre girerken önünde hocası Akşamseddin vardı. Aynı zamanda İslam Peygamberi olan Hz Muhammed'in dava arkadaşı Eyyüp'ün mezar yerini bulan kişi idi. Akşemseddin İstanbul fethinden sonra Bursa'ya giderek aydınlatma çalışmalarına Göynük'te devam etti. Onun yetiştirdiği dervişler, Kadirli'ye gelerek burada yaşayan Alperen ruhlu Türkmenleri cihad ve gaza uğruna sefere giden kahramanlar olmasını sağladılar." ( Kars-ı Zülkadriye - Cezmi Yurtsever Sayfa 55)
Yazının ilerleyen bölümünde Alaüddevle'nin İran Şahı ile savaşa giren torun Yavuz sultan Selim'e destek vermediği ve Şah İsmail tarafında olduğu belirtilerek bunun bedelinin de ağır olduğu anlatılıyor:
Alaüddevle kendi öz torunu ve aynı zamanda Osmanlı padişahı olan Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail ile olan mücadelesine ikircikli idi. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail ve İran seferine çıktığında dedesinden yardım istedi. Alaüddevle onun bu isteğine evet diyemedi. Yavuz Sultan Selim, ordusu ile Şah İsmail üzerine hareket ettiğinde Osmanlı askerleri Kayseri ile Sivas arasında Dulkadirli Alaüddevle'nin askerlerinin baskınına uğradılar. Haber Yavuz'a ulaştı. Yavuz, kendi öz dedesi olan Alaüddevle'ye o kadar kızmıştı ki Çaldıran Savaşında Şah İsmail'i ağır bir yenilgiye uğrattı. Ordusu ile İstanbul'a dönerken dedesi için Sana gösteririm diyordu. (Sayfa 42)
Bu olaydan sonra Yavuz Sultan Selim yine de saygıdan dolayı dedesinin karşısına kendisi çıkmayarak askerlerini göndermiş, çıkan çatışmada Alaüddevle kellesi kesilerek İstanbul'a götürülmüştür. Böylece Alaüddevle ihanetinin bedelini canıyla ödemiştir.
Kadirli'de Çangaza Köyü var. Şimdiki adı ile Topraktepe. Babamın köyü. Ata dede yurdu. Cezmi Yurtsever hocam Kars-ı Zülkadriye adlı kitabında 71. Sayfada bunun kökeninin Osmanlı dönemine dayandığını belirtiyor. Bu köyde yiğit, cesur kavgacı, savaşçı olan gençlerin olduğunu ve bu gençlerin padişahtan ferman geldiğinde canlarını ortaya koyarak gazaya yani savaşa gittiklerini anlatıyor. Bu nedenle onlara can gazalı (Savaşçı can anlamında) denildiğini belirtiyor. Bu cangazalıların birçok savaşa katıldığı, Osmanlı ordusuna büyük faydalar sağladığı anlatılıyor. Zamanla Can gazalı isminin halk arasında Çangazalı olarak söylenmeye başlandığını ve bölgede bir köye ad olarak verildiğini belirtiyor. (Çangaza - Topraktepe Köyü)
Oysa günümüzde Çangaza Köylüleri, köy isimlerinin geçmişte köyde bir kilise olduğunu ve bu kilisenin bir altından yapılmış bir çanı olduğunu, hristiyanlar tarafından bu altın çanın köyde bilinmeyen bir yere gömüldüğünü anlatarak köyün adının Çanı olan kaza anlamına geldiğine inanıyorlar. Tabi bu inanış herhangi bir belgeye dayanmayan kulaktan duyma bilgilere dayanıyor. Burada Cezmi Hoca'nın tespitleri daha inandırıcı ve mantıklı geldi bana.
Eserde sayfa 86- 91'de Kadirli'de insanların dağlarda ve ovalarda kuşçuluk yaptığı ve bu kuşların Osmanlı sarayına gönderilerek posta gibi önemli işlerde kullanıldığı belirtiliyor. Kuşçuluk yapan ailelerin ve kişilerin adı liste olarak veriliyor.
Savrun Çayı ve Ceyhan Nehirlerinin Çukurova'ya hayat verdiğini belirten yazar o yıllarda bu nehirler üzerinde gemi ve sallarla taşımacılık yapıldığını belirtiyor ve bunu resimlerle belgeliyor. İnsanlar, hayvanlarını, eşyalarını ve hatta araçlarını bu sallarla nehrin karşısına belirli bir ücret karşılığında taşıyorlardı. (Sayfa 92-95)
Savrun Suyu Kadirli'nin can damarı olarak bilinir. Günümüzde dahi Savrun suyu aynı özelliğini korumaktadır. Tüm Çukurova'ya hayat verir.
Savrun suyu sayesinde yüzyıllardır Kadirli'de önemli derecede pirinç yetiştirilmektedir. Bu pirinç Kadirli halkına ekonomik yönden oldukça büyük bir katkı sağlamaktadır.
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi'nde Kadirli'de pirinç üretimi son derece ileriye gitmiştir. Öyle ki Kadirli'de yetişen pirinç Ceyhan Nehrinde işletilen gemilerle önce şehre oradan da İstanbul'a gönderilir, Osmanlı sarayının mutfağında sofralara yemek olarak getirilirdi. Yani Kanuni Sultan Süleyman'ın sofrasına konan pirinçler Kadirli'den gidiyordu. (Sayfa 96)
Eserde Lale Devrinin saray eğlencelerinin masraflarının dahi Kars ve Sis yani Kadirli ve Kozan çeltik gelirlerinden karşılandığı belirtiliyor.
Osmanlı Padişahının sarayında ziyafetlerde ve yemeklerde bol miktarda pirinç kullanılıyordu. Pirinç pilavı pişirme ve tabak içine diş şeklinde altın yerleştirme... Lale Devrinde saray mutfağında kullanılan tavuk, kaz ve darı harcamalarının karşılığı olan paranın Kars ve Sis çeltik gelirinden karşılanmasına karar verildi. (Sayfa 102)
Eserde yine aynı sayfada (sayfa 102) 1737 yılında Osmanlı ordusunun İran üzerine sefer açtığı bir zamanda sadrazamın, hükümet görevini sürdüren paşa ve vezirler, topçular, cephane işiyle uğraşanlar, yeniçeriler, top arabacıları, silahtarların yemeklerinde kullanılan koyun etinin piyasadan alınması için gerekli olan para, Kasapbaşı Hüseyin Ağa tarafından Kars (Kadirli) çeltik gelirinden karşılandığı belirtiliyor.
Buradan da daha o yıllarda Kadirli Şehrinin gerek Osmanlı Sarayı için ve gerekse tüm ülke için önemli bir merkez olduğunu söyleyebiliriz.
Kitap, o kadar geniş bilgilere yer vermiş ki okudukça hayretlere düşüyorum. Okudukça bilgi hazinem daha da genişledi. Birçok bilgi edindim. Tarihe adeta ışık tutan bilgiler bunlar.
Ailem hakkında, atayurdum hakkında bilgiler vardı. Mesela annemin bir yörük kızı olduğunu öğrendim.
32. sayfada Binboğa adıyla anılan sonradan Yusuf İzzettin köyü olarak adlandırılan yerden söz ediliyor. Bu köy anamın doğup büyüdüğü ve at üzerinde Çangaza Köyü'ne gelin gittiği köy. Kitaptan edindiğim bilgiye göre anam da Bozdoğan aşiretine bağlı yörüklerdenmiş. Kitapta şöyle yazılmış: "Bilindiği kadarı ile de Bozdoğan Aşiretine bağlı Yörükler 1800'lü yılların ortalarından itibaren Binboğa Tepesi ve çevresini yurt yeri olarak kullanmış. 1865 iskanı sonrasında da burada Yususfizzettin köyü kurulmustu."
Annem, işte bu Bozdoğan ailesinden Gara Meme olarak nam salan kişinin kızıydı. Yani Bozdoğan aşiretine bağlı Yörük kızı. Bu bilgi beni ne kadar şaşırttı anlatamam.
Kars-ı Zülkadriye kitabı 2 bölümden oluşuyor. Her iki bölümde de tarihi belgelere dayanarak Kadirli'nin bilinmeyen geçmişi, tarihi ele alınıyor. Özellikle Osmanlı Döneminde Kadirli şehrinin ne kadar önemli olduğu anlatılıyor.
Bölgede yaşayan aşiretlerin, beyliklerin yaşam biçimleri, kendi aralarındaki anlaşmazlıkları, kavgaları, cenkleri anlatılıyor. Kitapta bölgenin geçmişi ile ilgili birçok bilgiye rastlıyorsunuz. Öyle ki kendi ailenizin nereden geldiğini, nerelerde yaşadığını, nelerle uğraştığınızı öğreniyorsunuz.
Bölgede Ermenilerin de yaşadığını, Kadirli'ye dünyaca ünlü casusların geldiğini, birçok tarihçinin, arkeologların Kadirli'ye araştırma için geldiklerini öğreniyorsunuz.
Ben, kitabı büyük bir zevk ile okudum. Sizlere de mutlaka okumanızı salık veriyorum.
Şu kadarını söylemeliyim ki, her Kadirlili insanın, her Adanalı, Osmaniyeli insanın, her Çukurovalının ve hatta her tarihe merak salmış kişilerin mutlaka elinin altında bulunması ve okuması gereken bir eser olarak görüyorum.
Bu anlamda büyük bir özveri ile çalışarak ilim alemine böyle faydalı bir eseri kazandıran yazarına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Kitabın tümünü burada anlatamayacağımıza göre ilk iş olarak hemen bir kitapçıya gidip bu kitabı almanızı ve bir solukta okumanızı öneriyorum.
Unutmayın, insan okudukça kendini geliştirir. Okudukça bilgiye ulaşır. Bilgiye ulaştıkça büyür...

Hakan YOZCU
Araştırmacı yazar
Emekli Bürokrat
Gazimağusa KKTC

Başa Dön