YKY den yayımlanmış üç ciltten oluşan bir diziyi okumaya başladım. Fethi Naci’nin Eleştiri Günlüğü adlı kitap dizisi. Birinci Kitap eleştirmenin1980-1986 yıllarında yazdığı eleştirileri kapsıyor. Doğrusu bu kitapları ne karşılaşacağımı tam olarak bilmeden satın aldım. Öyle olunca kapağını biraz ürkerek açtım. Baştan okuduğum eleştiri de hiç hoşuma gitmedi. Tamam dedim, işte kendini beğenmiş bir ukala. Bir süre kitaplar öyle durdu. Sonra neden bilmiyorum, ilgim yeniden canlandı. Atlaya zıplaya, yalap şap okurum diye kendimi ikna ettim ve kapağı yeniden açtım. Ancak bu kez umulmadık bir şey oldu. Eleştirilerin boyu uzun değil. Zamanında günlük olarak yayınlandığı için 3-4 sayfalık şeyler. Birini okudum. Bu kez önceki gibi gelmedi. Hatta hoşlandım bile. Sonra peşinden geleni ve peşinden geleni... Anladım ki koca bir denizin kıyısındayım. Edebiyat adına ne isterseniz var. Bazen yakından bildiklerim, bazen hiç bilmediklerim, Fethi Naci’nin eleştirilerini okumamış olmak, edebiyat adına bir eksikliktir; sonucuna vardım. Size okuduklarımdan aktarmak istedim. Her okuduğum eleştiri için, hah, bu iyi diyorum, sonraki daha ilginç geliyor. Birinci kitabı henüz bitirmiş değilim ama bu yazıyı yazmak için sabredemedim. Hiç olmazsa bir yazısını kısaltarak aktarmak istiyorum.
Necip Fazıl Kısakürek
Bodrum 27 Mayıs 1983
Necip Fazıl 25 Mayıs’ta öldü. Bugünkü Milliyet’te Mümtaz Soysal, köşesinde, “Dil Şehitleri” başlıklı yazısında Necip Fazıl’dan söz açıyor: “Necip Fazıl’ın kavgalarına kızabilirsiniz, tutkuları konusunda farklı değer yargılarınız olabilir. Ama, hiçbir şeyini sevmemiş olsanız bile, Türkçeyi sevdiğiniz için onun şiirini de sevmişsinizdir. (...) Bir dili kuyumcu gibi işleyip dudaklarda ölümsüzce gezdirmek kolay iş değildir. (...) Onun içindir ki dünün büyük şairi Necip Fazıl gibi, geçmiş yılların bütün unutulmaz şairleri de, yaşamlarını ve kavgalarını ister beğenelim ister beğenmeyelim, bir uçtan öbür uca, Ahmet Haşim’inden Orhan Veli’sine, Mehmet Akif’inden Nazım Hikmet’ine, Türk diliniş çalındıkça büyüyen güzel bir senfoni oluştururcasına işleyip kendilerinden sonrakilere aktardıkları için hep saygıyla anılmaları gereken ortak değerlerimizdir.”
Mümtaz Soysal, Türkiye’de bir sanatçıya nasıl bakılması gerektiğini gösteren ilk yazar. (Bunu bir yazın adamının değil de bir bilim adamının yapması, üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir olgu.) Bu yazısı, bence, eleştiri tarihimizin unutulmayacak bir belgesi; Necip Fazıl’a karşı olanlara da, Necip Fazıl’ın yanında olanlara da çok şey öğretiyor.
(Bir tarihte, Vedat Günyol’un çok sevdiğim bir roman üzerine yazdıklarını okuduktan sonra o roman üzerine yazmaktan vazgeçmiştim. [Çünkü Vedat Günyol yazmayı düşündüklerimin hepsini yazmıştı]; kendisini görünce de “Senin yüzünden o kitap hakkında yazmaktan vazgeçtim!” demiştim. Vedat Günyol her zamanki inceliği ile cevap vermişti: “Ya sen beni kaç yazıdan vazgeçirdin, biliyor musun!” Mümtaz’ın yazısı da öyle: Söyleyeceklerimin hepsini yazmış. İnşallah bu arada ‘Anayasa’nın Anlamı’nın yeni baskısı için de çalışmaya başlamıştır!)
26.Temmuz.2002