Kızılkıvrım

yazı resim

KIZILKIVRIM

Kaç yıl geçtiğini kendim bile unuttum,dedi

Yavşan çiçeği rengi o çok eski şafak devrileli

Aslında dündü -hayır hayır bu sabahtı

Bin yıl geçti ama az önce geçen turna katarıyla bir

Kaç yıl geçti unuttum o kadar çok oldu ki

Ben bile anımsamıyorum -belki de şimdi

Gerçi ölüp binlerce ölüp dirildim o zamandan beri

Ağrılı yamaçlardan bir gün doğuyordu

Kuşkusuz bütün mevsimler ilkbahardı

Ve uzaklardan

Bütün zamanlardan gelen

Yurdu uzaklarda yolcuların söylediği türküler sana dairdi

Eşiğinden girerken korkutucu bir sessizlikte

Dinledim gecede kervan çanları gibi eskimiş kalbimi

Bütün yollar senden başlıyor olmalıydı

Bütün yollarda uzanan kıvrılan sonra bir ip gibi dolaşıp çözülmeyen hasretindi

Kalbim kirmana sarılan çile yumağıydı- eskil kervancıların eğirdiği

Bütün yollar seni arıyordu

Hangi menzile varsan aslında bitmiyordu hiçbiri

gözlerinin sahralarında kaybederken kendimi

Sen ne bir menzilsin ne bir yer

Sonsuz bir dünyasın içinde yaşanılan

O zaman anladım ki

Kaç yıl geçti unuttum işte o sarıpapatya seli şafaktan beri

Belki de ben o sabahın gördüğü bir acıklı rüyayım

Belki de yalnızca geçtiğin yolların en bahtsız hayaliyim

Bir turnadan boşlukta kalan

Ve sonsuza kadar yankılanan o kekre sesim

Yaşanmış acıların öğrettiği bilgilerle konuşuyorum

Savaşların sel baskınlarının yangınların

Uzak sahillere çarpan fırtınalardan öğrendiklerimle

Öyle mahzun kamışlığımla dağbaşı ıssızlarla

Kaç bin yıldır zından duvarlarıyla yapılan konuşmalardan

Aklımda kalanlarla

Paramparça edilip

Paçavralar gibi çiğnenen aşkların bilgisiyle söylüyorum

Daha yarılmamıştı aramızda uzanan sevginin kınalı toprağı daha

Gülüşler şak şak ayrılmamıştı

Gökten yalnızca kuşlar gelirdi

Hatta bildiğiniz kuşlardan başka

Hasbıhal ettiğimiz turnalar

Zümrüdü Ankalar ve simurklar gelirdi

Güneş ay yıldızlar ve bulutlara bakmak

Kuşları çiçekleri ve en çok da insanları sevmek ibadet sayılırdı

Öyle bir dine inananlar

Bütün Farklı dillerden konuşup anlaşabilirlerdi

Çörek otları üzerlikler ve yeğin atlar üzerine edilirdi yeminler

Kaç yıl geçtiğini ben de unuttum belki de dündü

Belki de dün bile değil-şimdi

Ben bile değildim

Bir düştü her şey

Ve o düşü gören aşktı

Aşk öldü belki de ve biz

Bilmeden onun bir ceset bırakmayacağını geride

Aramaya çıktık onu zifiri karanlıkta

Onu aradık

Ölümcül yalnızlıklarla örterek içimizdeki yaresini

Taşların altında kalan çiğdemin

Yağmurlara hasretinden

Kızılkıvrım bedenindeki isyanlarla konuşuyorum

Çünkü

zulumlar habersiz geldi

Çok zamandır görmediğimiz bir ejderha suretinde

Onun uçakları kapladı turnaların bulutların

Sağanak küheylanlarla ve bıçkın türkülerle buluştuğu göğü

Orada tanrının gülüşüne kan bulaştı sokakta oynayan çocuğun bomba düşmüş sinesinden

devrildi Babil Kulesi

Birbirimizin dilini anlayamaz olduk

Demek ki aşkın öldüğü zaman o zamandı

Unuttum bozkırlarda kurulmuş Türkmen obalarının alnına esen rüzgarın kakülündeki ipek

Tam da orada yırtılmış olmalıydı

Yörük kilimlerinin ortasında kırdılar sazını Karacoğlan’ın

Unuttu Kürt bir mertlikte oturmuş dengbej

Tam da sardığı tütünün ortayerinde anlattığı kıssayı

Aşka tecavüz ettiler emperyalist bir acımasızlıkta ve çatladı yer

Bakışların arasına sınır tellerini kim çekti

Kim kırdı umuda uzanan çiçeğin gökyüzünü

Parçalanmış kalbimin akıttığı yaşlardan öğrendiklerimle konuşuyorum

Bilir misiniz ol zamanlarda

Toprakla dertleşe söyleşe çift sürerdi rençberler

Ve harman zamanı alıp avuçlarına ilk buğday tanesini

Oğluna bakan bir ana

Tayına bakan delikanlı

Yarine bakan aşık gibi bakarlardı o tek buğday tanesine

Ve yeniden keşfederlerdi hayatı

Hatta bir seferinde yoksul bir adam

Koşarak getirmişti o tek taneyi

Demişti ki

Bakın tam orta yerinde bir çizgi

Tam ortasında bir kertik var bakın işte

Yarısı benim yarısı senin demektir bu

Tıpkı kalbim gibi

İşte ben o adamın diliyle konuşuyorum

Kaç yıl geçti-belki de geçmedi

Bin mi desem bilmiyorum

bakışlarımdaki kıvrımları sayın siz en iyisi

Çünkü barış katledilince başladı bende bu yaşlanma

Bütün yolların başlayıp bittiği aşka aittik bir zamanlar

Sokaklarda insan cesetleri yatmadan önceydi

Belki dün değil yarının bir yerlerindeydi unuttum

Bir dal kırıldı da sarsıldı bütün yıldızlarıyla gökyüzü

Ve kadınlar o zamanlarda

Hamayılllar nazarlıklar takarlardı boyunlarına

Tam da iki meme arasına değerdi ziynetleri

Tam da orası

Dönerdi bir zümrüt bahçesine

Tam da oraya yıldızları takarlardı

Çünkü aşkın yurduydu bütün maşuklar için yarin sinesi

Başını oraya koyup bir an

Yarin Gözlerinde ölmek ağır ağır

Kuşkusuz yaşamaya değerdi

Gözlerden akan kandan öğrendiklerimdir söylediklerim

Zulum geldi ve sınırlar biçti cetvel hesaplarıyla

Kim ayartıp verdi Ebrehe'ye Ebabilleri

Bombalar yağdı tam da sinesine yarin

Aşkın yurdu kan kesti

Tam da gözlerinin eşiğinden geçmiştim

Tam da çiçek açmıştı gülüş

Anne diyordu bir çocuk

Bir baba evine umudun somununu getiriyordu

Bir çoban tam da sürüye otlak bir yer bulmuştu

Akşamı bahar kokan şehirlerde

Meydan ateşlerini saran aşk dindi

Yağmur dindi

Yeni bir kıssaya başlayacaktı dengbej

Aşık sazına düzen vermişti

Aşkın bir başka türküsünü söyleyeceği vakit

Ebrehe’ye kim ayarttı ebabilleri

O zamanlar aşktı insanın dini

Sevgi ulusundan gelinirdi

Ama on binlerce yıldır

Zulumla savaş halindeydi barış

Bilinirdi

Sokağın ortasında çıldırmış çocuklar gördüm

Deli bir umutsuzlukla sarsarak babalarının kanlı cesedini

Bir hazin kar yağar ıpıl ıpıl bozkır yurtlarında ölüm sessizi

Yanık ocak taşlarına kara bir hüzün yapışmış kalmış

Ayın parçalandığında kolanlarını kırıp kaçan küheylan

Kim bilir hangi dağda yılkılar kurmuştur şimdi

Ve ağlar tan yıldızı düşerken mazlum gözlerine

İşte öyle bir şeydir bir yurdun sahipsizliği

Barış nidalarıyla bağrışan zebani orduları

Ebrehe’ye kim verdi ebabilleri

Yarin sinesine düştü bombalar

Yüzüme sıçrayan kanın diliyle konuşuyorum

Bütün gülüşler kirlendi

Bütün bakışlar kirlendi

İrin kapladı kentlerin kılcal damarlarını

bütün aşklar kirlendi

dün müydü yoksa yarın mı anımsamıyorum

anımsayan ne varsa kestiler zulum neşterleriyle

her gün yağmalanan kalabalıklar

satılan yürekler sevdalar ve aşklar

anasının cesedine sarılan çocuk

ve taşların altında

karanlığın kalbinde

büyüyen bir çiçeğin

kızılkıvrım gövdesinin

açacağı çiçeği bekliyor şimdi

17.02.2008

adnan durmaz
]

Başa Dön